- 701 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BENCE,KÜRT MESELESİNİN ÖZÜ..
Dinleyip öyle söylemek, okuyup da öyle yazmak ; elbette ki çok önemli. Dinlemeden söylemek de, okumadan da yazmak da yanlış. Fakat madalyonun arka yüzünü de kurcalayacak olursak eğer ; robotlar da dinlediğini ve hatta okuduğunu tekrar edebiliyor, öyle değil mi ? O zaman bizler, her dinlediğimizi, okuduğumuzu başkalarına aktarmakla, robotların yaptığından farklı bir şey yapmış olur muyuz acaba ? Bence evet ; biraz farklı bir şey yapmış oluruz : Çünkü biz ne kadar zeki, akıllı yaratıklar olsak da okuduğumuzu, dinlediğimizi, robotlar kadar bire bir, noksansız aktaramayız. O zaman ne yapmalı, bu işi tamamen robotlara mı bırakmalıyız yani ?
Belki ateist olanları burada ayırmak gerekebilir ama inananların tamamına göre, evrenin bir yaratıcısı olduğu kesin ; öyle değil mi ? O zaman, şöyle bir soru soralım bakalım : Yaradan, niçin bizi robot değil de insan olarak yaratmış ? Bu tamamen O’nun takdiri değil mi ?
Neyse fazla derinlere gidip de işi çıkmaza, zora koymayalım isterseniz. Sonuçta bizler, Yaradan’ın takdiri ile, O’nun en özel varlıkları olan insanlar olarak yaratılmışız. Aklımız, fikrimiz, beynimiz, duygularımızla diğer tüm yaratıklardan özel ve farklıyız. İşte onun için de robotlar gibi, her okuduğumuzu, dinlediğimizi, koşulsuz kabullenip, kesin , tartışmasız doğrular gibi başkalarına aktarma hatasına düşmememiz gerekiyor.
Bütün bunlara nereden geldik. Asıl mesele Kürt sorunu idi. Evet, ben de oraya gelmek istiyorum aslında. Ülkemizin yıllardır kanayan, canlarımıza, mallarımıza, geleceğimize mal olan Kürt meselesi. Taraflardan her ikisi de kendince haklı. Tarihçilere sorsanız, siyasilere sorsanız, hepsi de kendince haklı. Biz de çoğu zaman, gerek tarihçilerden, gerekse siyasilerden duyduklarımıza, dinlediklerimize, okuduklarımıza göre kimin haklı olduğuna kendimizce hükmedip tavır almaya devam ediyoruz. Sonuç ; çözümsüzlük, yitirilen canlar, ağlayan analar, babalar, eşler, çocuklar. Tabii bu arada avuçlarını ovuşturup sevinen ülke düşmanları.
Bu konuda ben de bir şeyler okudum, dinledim . Fakat, hiç birini körü körüne kabullenmedim. Aklımda irdeledim, süzdüm ve kendimce bir kanıya vardım. Bu kanmın doğruluk derecesinde de oldukça iddialıyım. Şimdi anlatacaklarıma, öncelikle sitedeki uzman tarihçi arkadaşlar ya da bir türlü tarafsız kalmayı başaramamış fanatik Kürt ve Türk Milliyetçisi arkadaşlar itiraz edeceklerdir. Bu durum, bu işin fıtratında var. Belki kırıcı yorum bırakan arkadaşlar da olacaktır. Olsun. Ben bütün bunları göze alıyorum. Beni tanıyanlar, karakterimin bu olduğunu, doğru konuşmakta , yazmakta fazla ısrarcı olduğumu, biraz da aşırı dobra olduğumu zaten bilirler.
Osmanlı döneminden başlayalım. Mülkiyet hakkı diye bir şeyin olmadığı dönemler. Güneydoğu, Kürdistan bölgesi olarak adlandırılıyor. Alevî Türkmenlerin başında Şah ismail Osmanlı’nın başına
belâ. Padişah Yavuz Sultan Selim, tavsiye üzerine Kürt komutan Bitlisî’yi, Şah İsmail’in üzerine sürüyor. Bitlisî, elli bin Alevî Türkmen’i katlederek Yavuz Sultan Selim’i rahatlatıyor. Bunun karşılığında, Osmanlı tarihinde ilk defa bu Kürdistan bölgesinin mülkiyet hakkı Kürtlere veriliyor. Bu günkü anlamıyla Özerk Kürdistan kurulmuş oluyor. Bu durum Kanunî devrinde de aynen devam ediyor.
İstiklâl Savaşımızın başladığı yıllarda, burada, bu Özerk Kürdistan’da halk tamamen malaba hayatı yaşıyor. Güya Osmanlı’dan halka verilmiş mülkiyet hakkı ağaların, şıhların elinde. Halk malaba olarak bu ağalara, şıhlara çalışıyor, yarı aç, yarı tok sürünmeye devam ediyor. Tabii ki memnun olan da bu ağalar, şıhlar, dervişler vb. ( Bakın, bu günkü Kuzey Irak’ta kurulan Kürdistan’da da bütün varlıklar Barzani sülâlesinin elindedir. Yani halk yine malaba, yine malaba. )
İngilizler, Kürt ağaları, şıhları, dervişleri ile görüşüp Atatürk’e karşı savaşmaları karşılığında, bu defa Bağımsız Kürdistan devleti kurma sözü veriyorlarsa da, onlardan çok daha büyük zekaya sahip Atatürk onları ikna edip kendi safında savaşmaya razı ediyor. ( Burada, fazla ileri gidemeyip, O da Bağımsız Kürt devleti sözü vermiş olabilir diyemiyeceğim. Siz isterseniz, vermiştir diyebilir, öyle kabul edebilirsiniz. )
Sonuçta, az ya da çok sayıda Kürt vatandaşımız gerek Çanakkale’de gerekse diğer cephelerde, bu vatan için, Atatürk’ün saflarında bizim dedelerimizle birlikte omuz omuza savaşmışlar, şehit olduklarında da bu toprakların bağrında koyun koyuna yatmışlar ve yatmaktadırlar. Bunu inkâr etmek kimseye bir fayda sağlamayacağı gibi, nankörlükten başka da bir anlama gelmez.
Hiç tartışmasız, tüm Dünya tarihçilerinin ve halklarının da çok iyi bildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti, Türk, Kürt, Arnavut, Lâz, Çerkez, Boşnak, Zaza, Abaza vb. halklardan oluşan ve adına Türk Milleti denilen halklar tarafından, alınların akı ve al kanlarıyla kazanılarak kurulmuştur.
Gelelim Atatürk’ün Kürtlere verdiği söze : Bunu sadece o ana, o görüşmelere bire bir tanık olan kişiler en doğru olarak bilebilir. Fakat tüm Dünya halklarının, tarihçilerinin ’ Asrın Lideri ’ olarak adlandırdığı Atatürk, verdiği sözü tutmayacak, Kürtlere nankörlük edecek bir insan asla olamaz. Onlara, özerklik, ya da bağımsızlık vermemesinde, bence en büyük neden Kürt halkını malaba , köle olarak görmeye, çalıştırmaya devam etme ihtimali yüksek olan ağalara, şıhlara, dervişlere değil de, gerçek Kürt halkına ödül vermek istemesidir.
Bu ödülle, tüm Kürt halkına Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde eşit yurttaşlık hakkı verilmiş, ülke sınırları içinde herkes gibi serbestçe dolaşmaları, yerleşmeleri, çalışmaları, okumaları, mal, mülk sahibi olmaları sağlanmıştır. Bu durum elbetteki sömürü düzenine alışmış ağaların, şıhların, dervişlerin işine gelmemiş ve yıllardan beri Kürt halkını, yalan yanlış bahanelerle kışkırtarak isyanlar çıkartmışlar, sonuç olarak da hem onlara hem de tüm ülkeye zarar vermişler ve vermeye de devam etmektedirler.
Çok yavan gelebilir bu anlattıklarım. Saçma da gelebilir. Çünkü çoğunuz tarihleri benden iyi bilebilir, inançlarınız, görüşleriniz farklı olabilir. Fakat, bırakın ön yargıyı da, bir kez de aklınız ve vicdanınızla düşünün. Bunun için elbette ki bu güne kadar okuduklarınızı, dinlediklerinizi yeniden irdelemeniz gerekecektir.
Kürt kardeşlerim ! Çok çektiniz , evet. Bunun sebebi de asla sizi asimile etmek isteyen Fanatik Türk Milliyetçileri falan değil, sizi bu ülke aleyhine kışkırtan, isyanlarınıza sebep olan, sizi yıllarca sömüren ve bu sömürge düzeninin bozulmasını sindiremiyen başınızdaki, içinizdeki emperyalist yılanlardır.
Düşünün bir defa ; neden bu ülkede insanların Lâzca, Arnavutça, Boşnakça vb. konuşması yasaklanmadı da Kürtçe yasaklandı ? Neden başka etnik gruplarla sizin gibi sorunlar yaşamadı bu ülke ? Size, sırf Kürt olduğunuz için düşman olan varsa eğer, hepsine lânet olsun. Ama sizin adınıza birileri askerimize, polisimize, halkımıza kurşun sıkıyorsa, sıkarsa eğer, ve bu kavga devam ederse, ister istemez bu halkın büyük çoğunluğu Kürt düşmanı olacak ve birlikte, kardeşçe yaşamamız zorlaşacaktır...
Tüm Dünya globalleşmeye doğru giderken, Avrupa’da sınırlar kalkarken, sizi bizden ayırmak isteyenlerin gerçek amacını lütfen bir kez daha düşünün....
Fikret...
YORUMLAR
Değerli Fikret bey,
Ben şimdi yazınızın sadece bir yerini yorumlamak istiyorum...
Devletler, var oluşlarının gereği, yurttaşlarını her türlü saldırıdan korurlar...
Saldırganlar yurttaşlarını ayartmış, silahlandırarak karşısına dikmişse, durum değişmez...
16.yüzyılda Anadolu birliğini sağlamaya çalışan Y. Sultan Selim'in, düşmanların, birliğini dağıtmaya yönelik silahlı müdahalelerini engelleme çabasını "katliam" şeklinde nitelendirmek, bugün karşı karşıya bırakıldığımız terör ortamını doğru algılayamadığımız, doğru anlatamadığımız anlamına gelir...
Maalesef, bu yanlışa sık düşüyoruz...
Dolayısiyle, bu konuda söz alınıyor, yazı yazılıyorsa, meseleyi bütün boyutlarıyla değerlendirmek gerekir...
Okumayan insanlar bile, tv sayesinde, konunun uzmanları tarafından yeterince aydınlatıldı...
Farketmişsinizdir ki, incitici olmamak için, bazı kelimeleri kullanmadım...
Selam ve saygılarımla.