- 420 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Günü geldiğinde birçok şeyden vazgeçebiliyorduk…
Çoğunda şartlarımız dediğimiz birçok olumsuzluğa katlanıyor, en çok sevdiğimizden, en çok hoşumuza gidenden mecburen uzaklaşabiliyorduk…
Hepsine de bir sebep ve bahane ilave edip, kendi kendimizi ikna etmeye zorluyorduk…
Günü geldiğinde birçok şeyden vazgeçebiliyorduk…
Çoğul vaz geçtiklerimizden kısa bir zaman sonra unutma noktasına getiriyorduk kendimizi mecburen…
Bazılarının da arkasından yıllara uzanan acılar sürüp gidiyor ve çoğunda kabullenemediğimiz olguların ardından gözyaşı döküp yalnızımsı bir yaşama sürüklenip dalıyorduk.
İstemesek de yıllar süren acılanmalarla Per perişan bir yaşamın içinde buluyorduk kendimizi.
Bağışlanmaz yanlışlıklarımızla hayatımızı ezik yaşamlara soktukça, bu düşüncelerle yıllar süren acılanmalar ile başedilemez sıkıntılar ve özlemler ile zar yaşamlarda buluyorduk kendimizi…
Hele en çok sevdiğimizden yüreğimizin kopuşamaz dediğimizden aldığımız darbelerle ansızın gelen acılanmaların içinde buluyorduk kendimizi istemesek de…
Tüm kalabalıklarımızdan kopuşarak yalnızlığın içine küskün bir şekilde dönüyorduk ve kabullenemesek de bu yalnızımsı yaşamın içinde zorunlu nefesler alıyorduk…
Birkaç cümlelik birikenlerle zorunlu bir yaşamın içinde buluyorduk çoğu zaman kendimizi…
Yüreğimizde mutluluk özlemleri olmasına rağmen yaşamın içindeki yerimiz küskün nefeslere doluşunca, artık vazgeçtiğimiz yaşamın içindeki umutlarla dolu dolu yaşamak istiyorduk…
Kimbilir dile getiremediğimiz özlem kelimelerini düşlemekle geçen yaşamın içindee vardık artık…
Belki de yaşamın özlem kısmını ıskaladığımız zamanların içinde sörf yapıyorduk…
İnsan olma veya yaşamın içinde vicdanlı kalma diyorum keendi kendime, amaç yaşamın içinde bu olmalı, bencillik ruhu sıkan tek etkendir çaresizliğin yanında…
Bazen şehirlere, sahillere ve güne kasvet basar. Tüm geçmişin köprülerinden istenmese de mecburen adım adım geçilir. Geçmişin her karesinin arasına ufak bir mutluluk anısı düşer. Basarsın öfkenin bam teline… Sadece kendine sesi ve iç gölgesi düşer içimizde bir yerlere…
Unutmak isteyip de unutamadıklarımız vardı yaşamın içinde. Bir de adı bile öfke bastıran insanlar vardır hiç unutamadıklarımızın arasındaz. Bir de ismini hatırlamak bile gülüme düşürür dudaklarımıza. Veya biri vardır ki şehirleri boşaltır içimizde. Ve teklik yaşama atarız kendimizi adeta düşüncelerin efendisi oluruz. Bazen ufak bir anının ardına saklanan iç sevinçler bir an sonra kasvetin bağını çözen ve yine gömülürsün karabasanlarla iç gölgeliklerine…
Ama biri vardır biri vardır ki adı bile sevinçten öfkeye dönüşmüştür…
Oysa dünlerin her saniyesini, her dakikasını ve saatini ona adamışsındır ki en sert tokat ondan gelmiştir. En acı düşüncelerin onunla başlamış ve sürtelaş onunla devam etmiştir.
Aslında unutamadıklarının arasındaydı, nefesiyle içime girip, nefesiyle çıkardı… Ayrılmaz parçası ve beyninin uyum sağladığı tüm algılamalar onunla doluşurdu iç dünyana. Ve korkuların olmuştur…
Yarınlara sakladığın düşünceler iken şimdilerde bu günlerden yarınlara uzayan öfke ve korkuların olmuştur…
Hayatını hayatına sakladığın bir gölgeliktir oysa o…
Ve onun iç dünyası…
Her şey onla başlar, onla dönüşürdü yaşamın huzuru…
Ve
Onunla gök yüzü siyahımsı kasvet renginden onunla tüm gökyüzü mavi göğüm olur ve sanki ruhumun titremeleri yapışırdı bedenime…
Ansızın içimde uyanan hisleri inkar edemezdim…
Ve
Hadi gel oynat bedenini de bir nefes gibi gel yanıma da çünkü yaşam sanıldığı kadar da kolay değildi…
Çünkü şehirlerde veya kulvarlarda her şey yaşıyor, çok şey ölüyor…
Çoğunda da şehirler mutluluktan kasvete boşalıyor…
Bakıyorum da yaşamımda dünler vardı ve o dünlerde kekik kokan nefes almalarım vardı…
O dünlerin çoğunda hayatımı terk edebileceğim sevgili vardı… Ve ben o sevgili nefesleri ile yaşamın çoğu zaman uzağına uzandım. Gün geldi sevgililer bitti, sevgililer değiştiyeniden doğuş gibi yaşam, yaşam başladı…
Oysa her giden, bedende, derin bir yırtık bırakırdı…
Her gelen de o yırtığı onardıkça yaşamla kocar ve kocatırdı…
Yani yaşam her kesiklikle yeniden onarılır, yeniden başlardı ezik düşünceler…
Bu gün sahil beldesinde rüzgar doğudan serinletici özelliği ile esiyor… deniz uzaklara doğru koyulaşıp maviden yeşile dönecekmiş gibi üstünde çok ufak köpükler beliriyor… Ve yüreğim denizin ilerlerine, derinlerine gidiyor…
Kocaman ahşap sandaslım yalpalıyor… Burnu karaya, yani bana bakıyor…ismini dilimin ucu ile haykırmak ve titretmek istiyorum, ruhumun en özgür olduğu zamanlarda adını kolay haykırayım veya denize açıl emri vereyim diye “FORA” takmıştım. Benimle yıllar yılı kafa çalmıştı denize. Taki kaptanlık belgesi alıncaya kadar onunlaz denizle hep savaştık…
Daha sonra onu bırakıp hep uzaklara, hep uzak denizlere denizi yararak gittim ama o hep özgüvenim olarak arkada kaldı. Çünkü onunla ben üç kişiydik hep. O, ben ve ikimizin de sevdiği diğer O…
Her şey bir gün mutlaka değişiyor, her şey soluyor, renk değiştiriyor ve her şey günü gelince çoğu zaman bitiyor…
Düşünceler değişiyor, uzaklıklar değişiyor, sevgiler bitiyor, çoğunda öfke ve kızgınlığa dönüşürken, yaşamın çoğul kısmı kopuşuyor…
Ve sevgiliden can, canım dediğinde yüreği yırtılarak kopuşuyor insan…
Güneşe doğru yürüyorum çıplak ayakla son deniz suyunda izler bırakarak sahil beldesinin gün ışımalarında…
Ve gölgem arkamda ıslak kumun kıyılığına doğru uzanıyor…
Kulaklarımda eski bir şarkının müzik ritmi, günlük sahile konaklamış bir aracın içinden geliyor bu ses, ved ben bu gün olsun eksikli değilim kendime ve ezik düşüncelerle artık savaşmıyorum…
Güneş yüzünde yakarak gölge bırakıyor arkamda. Keşke tüm düşüncelerimin de gölgesi olsa…
Neden hiç benzemiyor iç yanışlarının acısı güneşin yüzümü yakmasına…
Biri aniden bastırıyor acıyı diğer zamana yayıyor ve her iki acı da birbirine çoğu zaman üstünlük sağlıyor…
Bir anda içimdeki çocukla konuşmaya başlıyorum… Neden hep özgür bırakamıyorum içimizdeki istekleri veya ruhsal düşünceleri?
Neden korkuları yenemiyoruz, neden korkuların gölgesinde yürüyoruz?
Hep sorarlar, giden mi daha çok mahzunlaşıp acılara bölünür, kalan mı acılanmalarla kıvranır, ağlar diye…
Aslında tek gerçek vardı, her kim acılanmışsa muhakkaksevgi adına zamanla öfkeden hıçkırır, haykırır, bir yerleri sızlar, kırılır ama kalan da, giden de aynı acılanmaları çeker ve çoğu zaman giden bir anı paketini hediye eder kalana. O da zaman zaman onun kısımları ile boğuluncaya kadar ağlar…
Gidense ömrünce taşıyabileceği bir yük vardır omuzlarında. Önce kendi yükü ağır gelir, bir de yaşamında mutluluk hediyeleridir diye çoğul yaşam zamanlarında onları hep omuzlarında, yüreğinin diplerinde taşır ve sevginin şiddetli mutlulukları o derece acılanmalara da dönebilir…
Evet yaşarken sevebilirdik, tıpkı “FORA” adlı teknemle denizlere kafa atarak köpük çıkarırcasına…
Biz sevmek için yaşayanlardan ve ölmek için acılanmalardan pay alarak geldik bu yolculukla bu günlere…
Sevmek çoğu zaman acılanmak demekti ve onun kadar da yaşamaktı…
Bize içinde aşırı sevmekle aşırı acılanmalar birakan bir hediye paketi sunuldu.
İnkâr edilemez sevmelerde hep inkâr edilemez acılanmalar vardı. Ve biz iki yaşamda da farklı nefesler aldık…
İşte bu yüzden çoğu zaman öfkeli ve sinirli yaşadık bu hayatı…
Ben ve “FORA” yaşamın sevinç ve acılanmalarını ve de sevinç ve öfkelerini beraber yaşadık. Şimdi hayatın yorgun nefeslerini alıyoruz karşılıklıkıpırdayan maviden yeşile dönmeye çalışan denizimize bakarak…
Kendimle ve onlarla konuşarak saatin ilerleyişine öfke ile bakıyorum dedim ya artık her şey öfkenin ardında yaşıyor kendi düşüncelerimde… Kendi hacmimle…
Ve her zaman ayrılık vardır, her zaman acılanmalar vardır, ve her şeyde yaşam boyu risk vardır. Biz bunları yaşarken hep gördük ve hep içinde yaşadık…
Hayat süprizleri ile devam ediyordu bu yaşam yolunda. Çoğuna itiraz hakkımız bile yok sadece katlanma çabalarımız vardı ardına umut saklanan…
Kendi düşüncelerim, kendi sınırsız özgürlüğümdü veya tutukluğum…
Hatasız zamanlara özgürce ulaşmam gerekti…
Düşlediğim veya hissettiklerim, güneşe yürümek ve gölgeni kendi bedeninle sınırlı gölgeni hep arkada bırakmak ve sınırsız düşüncelerle adımlamaktı hayatı, geçmişin kâbuslarına meydan okuyarak…
Pes edilemeyen düşüncelerle hayatın kâbusundan sıyrılıp, mutluluğa ulaşmak bedensel ihtiyaç olduğu gibi ruhsal yumuşamaya ulaşmaktı gizli, gizli umutlanmak…
Yol kenarına sıkıştırılmış bir parkta oturuyorum…
Eskiden olsa şimdi sığara elimde olur, düşler kurarak yaşamın istediğim kesitine gider, o günlerde yapamadıklarımı bu günlerde tüketmek isterdim…
Oysa şimdi onun tek başına yürüdüğü sokaklarda ve caddelerin sağ tarafındaki yaya geçitlerinde yürüyor oluyorum…
Onun alış veriş yaptığı giysi satılan mağazaların vitrinlerine bakarak düşünceler içinde yürüyüşünü hissediytorum…
Geçmişin anısını düşlemek, bazen gelecekte kısık gülümsemeler hediye ediyor insana…
Hele gülmeyi unutmuş olduğumuz bu günlerde, başka bir haz veriyor şu an bana…
Oysa ona olan kızgınlıklarım ve de kırgınlıklarım çok çabuk kesiyor bu kırık gülümsemeyi…
Asla unutulamaz düşünce hırsları ile yaşam, gerçekten zor anlar yaşatıyor insana…
Düşüncede bile kırgınlıklar, kırık ve kesik nefesler aldırıyor insana…
Belki de filmin kahramanına kızmak, filmi erken terk ettiriyor sanki…
Onun caddelerde dolaştığı anları o caddelerde dolaşınca insan çoğu zaman azap çekiyor…
Belki de bazı düşünceler anılarda azap haline dönüşüyor insan benliğinde…
NE KADAR DA ÇOK UZAKLIK OLUŞTU ONUNLA ARAMIZDA…
Hem yaşam yerlerimizde, hem de anılarımızı sahiplenmelerimde…
Eskilerden kalma düşüncelerimde. Hep öncelikli sıralarda iken şimdilerde bu sahiplenme sanki çok uzaklaşıyor benliğimden…
Ama her şeye rağmen kaybolup silinmiyor gene göz diplerimde dikilip duruyor gözlerimin önünde…
Garipsediğim bir ruh hali bu ona olan saygı galiba yavaş yavaş önemini yitiriyor ama asla tükenmiyor çoğu zaman tiksinmelerime, çoğu zaman öfkeli kızgınlıklarıma ve çoğu zaman da ruhsal yıkılışlarıma sebep oluyor…
Ve etkisi günlerce sürüyor ve kaçışlarıma, kaçaklıklarıma sebep oluyor…
Ansızın çekip gidiyorum bu kentin yaşam yerimden ücralarına ve yalnızlık beldelerinde ıssızlaşmaya…
Şimdilerde bu düşüncelerle nefesler alırken, galiba beni, ben bile kurtaramayacağım. Ve çetin savaşlar süreceğim kendi kendime, kendi benliğimla…
Her gün bir gün daha yaşlanıyorum ve her gün bir çocuk bir gün daha büyüyor…
Bitmeyen tek şey anılara dahi, eskiden kalmış sevinçler ve ardından gelen acılar…
Nedense her günsonu kendi kendimi bir kez daha suçluyorum. Nedensiz bir sevginin peşinden ne3densiz düşüncelerle her gün bir kez daha içim acıyor…
Hayatın heyecanlarının bırakılmışlığının bu zamanlarında içimde kopan titremelerin fırtınalı bir deniz görüntüsünün sesini andıran uğultular içinde kendi kendime verdiğim mücadelelerin okunması biten bir kitabın ardından duyulan hislerle bedensel bir mücadeleye benziyordu sanki ruh halim…
Ağlamakla gülmek, öfke ile kızmak, sakin bir şekilde ağlarken ansızın, hıçkırıklarla boğulmak veya var güçle ve sesle gereksiz kahkaha atmak gibi kararsız düşüncelerin sakinleşmesini bekliyorum…
Artık tahammülü çok zor olan bir yaşam yaşam yalnızlığı içindeyim. Ve hatırladığım tüm olgular derin bir boşluk bırakarak acı veriyor ruhsal benliğime…
Dünlerin yaşanmışlıklarının yarınsızlık zamanlarına atlayış fırsatları kollayan benliğim, bu dar düşüncelerle artık yaşamımı zorlaştırıyor.
Her gün biraz biraz daha azalan bu dirençlerimle baş etmeye çalışıyorum yaşamı…
Artık ötelenmiş, ertelenmiş yaşama dair isteklerin belki de yaşam zamanında nefesler alıyorum. Zaten bundan sonra ötelenecek veya ertelenecek yaşam isteklerimde gözüm yok çünkü hangi isteğim ötelenmişse farklı acılar içinde yıllar ve yıllar sonra tekrar önüme dikildi ve artık benim pek fazla öteleme isteğim yaşama dair bulunmamaktadır…
Geçmişteki kaybedilmiş zamanların içinde kalan isteklerim tekrar yakalama sansım yok sanırım. Bu yüzden hayıflanacak hakkım da yoktur inancıma göre. Ben dünleri yaşarken, kaybettiğim yarınların içinde yaşadım belki de…
Hep uzun oldu yalnızlıkla geceler.
Ve hep düşünceler uzadı da uzadı sabaha…
Çoğunda canımın yandığı eskimiş geceler ve onların ardından acelesiz gelen eski gecelerdeki nefes aldığım yalnızımsı yaşamın geceleri…
Bazen boğulası gelir insanın o gecelerde, bazısında da kusmamak için yutkunur durur insan düşünce girdabı ile. Ama umutludur, ama sabırlıdır insan olmakla, insan.
Aslında çoğunda endişe barınır, çoğunda da öfke dişlerini gıcırdatır insanın. Ama her seferinde umut yarına saklanır…
Düşüncede yorgunluk değişken olayların beyin diplerinde geniş analizi ile doğuyor…
Ve ben vazgeçilebilecek zamanlardan sadece umut enerjisi ile diriliyorum.
Aslında tüm vazgeçişler her ne olursa olsun güçsüzlük doğuruyordu. Ve artık hiçbir zamanda yaşam kurtuluş olamıyordu. Ve sadece umut ettiğim günlerin heyecanı kolluyordu yaşamı…
Kaybettiğim her şey, çocukluğumdan bu günlere uzuyor. Ve ben her kaybedilişte çocukluğumdan bu günlere uzanıyorum, yorgun, pişmanlıklar, üzüntülerle bedenime yapışan en çok sevdiğimin hasret duyguları ileyaşarken, sevmek ve sevilmek duygularından kopuşarak…
Bazen hiç olmak, hiç kimse olmak, hiçliğe sarılıp, boş vermiş olmakgerekiyor yaşamın tahmin edilemeyen ve savunmasız olduğumuz kendimize yetemediğimiz veya üzerimize atılan neyse onu taşıyamaz veya artık birçok şeye pes edip, boş vermişliği kendimize güç peylemek istiyor insan…
Çoğunda buna çaresizlik deniliyor. Böyle zamanlarda sigara içenler bilir peş peşe dumanı üflemek isteriz, gereksiz bir tutunuşla…
Aslında bu tam tamına kendine güvensizlik veya kendine acımasızlık gibi bir girdaptır. Sanki içinde dönüp durduğu kendine kızdığın veya kızacak birisini bulduğunda artık kontrol edilemez düşüncelerle bu türbülansla sallanıp durduğun yaşamın zor anları ile cebelleşir insan…
İşte bu anlarda kendini belki de kendinden veya en yakınından bile soyutlar, yalnızlık zamanlarının limitine ulaşılır…
Çoğu zaman ben böyle zamanlarda gülümseyebileceğim bir anıya veya beni gülümsetebilecek birinin bana yazdıklarını okurum… Bilirim ki böyle anlarda bana söylediği veyazdığı bir cümle vardır ki o cümle çoğu zaman beni bu türbülanstan çıkarmıştır…
Yum gözlerini ve sana en son söylediğim veya yazdığım cümleyi düşün veya oku. Unutma her yalnızın aklında onu düşünen bir yalnız daha vardır, bil ki o da şu anda yalnız ve girdaptadır, hadi ona bir ses ver…”
İşte yaşam sessizlikte kalanlara da bir sesle kalabalıklık vermiştir…
Bu cümlelerden sonra içimde sanki patlayacak hislere bürünüyorum…
Onun gidişinden sonra veya onu kaybedişimden sonra dönüşümlere uğrayan yaşamımdaki iniş ve çıkış hali ile öfke ve bunalmışlıklar, geceden güne düşmüş rüya yorgunlukları ve korkuları ile sabahın ilk ışıklarını omuzlarıma yüklerken, bedenime düşen hırs titremeleri ile kendimi korumaya almış kasılmışlıklarımla, adeta bedenimle günün ilk savaşını veya cebelleşmesini veriyorum…
TÜM HAK EDİLMEMİŞ BEDENSEL ACILANMALARLA KİN VE ÖFKE DOĞURGANLIĞI ARTMIŞ BİR BEDENE SAHİP OLMANIN PİŞMANLIĞI İÇİNDE VER YANSIN ETTİĞİM TÜM SEVGİYE DAHİL HİSLERLE, GECEDEN GÜNE ZAMAN ATLAYIŞINA GAYRET EDİYORUZ…
GECELERİN ÜRKEK RÜYALARI İLE GÜNDÜZÜN ALINGANLIKLARI İLE YAŞAM SAVAŞINDA VAR OLMAK İÇ ACILARININ YANGIN YERİ TALANLIĞI İLE HAYATA YORGUN VE HAYLAZ BAKIYORUM…
Garip olan çok sevme duygusunun an be an yoğunlaşması ile aradaki yaşamda var olan ikilemli düşünceler...
Artık gerçek olan, dünlerin acınılası korkak yaşamı ile yarınların hırçın nefesleri beni kendi kendimle savaş halinde yaşatıyordu…
Aslolan, “HİÇBİR ŞEY BANA AİT DEĞİLSE BENİMLE OLAMAZDI…”
Düşüncelerle süregelen bir yaşam zorlamasıydı tüm bu yazılanların ardında saklanan yaşamın yalnızlaşmış hali…
Aslında var güçle nefes almalarra çalışılan bu yaşam kesitlerinin ardında korkuların kâbuslara dönüşmesini engellemek için, bedensel düşüncelere rağmen, irade gücünün beden gücünü zayıflatyması ile sadece bir yaşam kararlılığı ve geçmişin üstünü örtme çabalarının galip gelmesine uzanıyordu bu hayat…
Yaşamı inkâr etmek gelecekte bedensel yorgunluklar ve eziklikler meydana getiridi.
Yaşam her kesiti ile sahiplenildiğinde saygın hale gelirdi…
Şehir aynı şehir ve aynı ben… Sadece zaman kendi yalnızlığında yol alıyor. Ve beni sürüklercesine yelkovanla akrep arasına daldırıyor…
Sadece kendimi kendimle çekiştiriyorum. Veya onu onunla çekiştirerek sonra kendime dönüyorum…
Sebepsiz veya gereksiz bir bocalama bunların tümü, sadece kendime güven vermek ve kendimi kendimle ödüllendiriyorum zamana var güçle direnerek…
Her şeyin bir kavşakta son bulması şüphesiz inanıyorum ama daha çok uzun girdaplı yaşam var, içinde kalacağımız…
Artık kendime susmak istiyorum… Kaleme, kelimelere ve tüm olayların ardından bakarak, yarınlara susmak istiyorum. Yarınların kaba gücüne, kalabalıklarına, yalnızlığımın tüm anlarına, anılarına susmak istiyorum… Ayağımın ucu ile var güçle vurmak, tüm hıncımı bir tekme ile çıkarmak, bana ait geçmişin bam telini koparmak, kırgınlıkların tümüne, kızgınlıkların bir kısmına söylenecek ne varsa söyleyip susmak istiyorum…
Altı üstü yaşamıma dahil olmuş bir bedene söylenecek fiilleri söyleyip, dönüp arkamı basıp gitmek istiyorum kayıplara…
Ve her gün artık diğer bir günün benzeri iken, ben bu benzerliklerden sıyrılmak istiyorum…
Önem ve değer verdiğim çoğul düşüncelerden de vazgeçip, yaşamın arda kalan kısmına soluk bir yüzle ulaşmak istiyorum…
En önemlisi dünlerin saygınlığında kalarak yaşamımı çoğaltmak istiyorum… Yarınların güzelliklerine gülümseyerek ulaşmak istiyorum…
Ve gecenin sessizliğine susmak istiyorum…
Artık çoğul düşüncelerden kaçıp öz benliğimle gülümsemek istiyorum…
Yaşamın bana ait kalacak kısmına susmak istiyorum…
Bu gece AY dolunay halinde ve yarın belki de sıcak bir gün olacak…
Geçmişin gölgelikleri kararmış bir kuytuluk ve ben uykunun yalnızlığına dahil olmak istiyorum…
Yaz aylarının son günleri artık yavaş yavaş güneş battığı bölgeden daha berilerde kızarmaya başlıyor…
Sahil birkaç hafta öncesine göre daha tenha ve sakinleşmiş. Rüzgâr durmayasıya arkamdan baktığım yöne doğru zaman zaman sertleşerek bedenimi, yani sırtımı kum zerrecikleri ile hırpalıyor. Ve ben uzaklara, daha önceleri baktığım zamanlardan da uzaklara bakıyorum. Adeta zamanı parçalıyorum. Gözlerimi güneşin battığı yere doğru gözlük camlarının arkasından sabit düşünce ve duruşla sanki zamanı geçmişin belli günlerine götürüyorum…
Biliyorum kendime haksızlık ediyorum ama ben geç kalınmış zamanları yaşamak için eskiden kalmış özlemlerimi bu anlara taşıyorum…
Çoğu kez seninle dolaştığım şekilde ve o bakış açısındaki yerdeyim. Ve yalnızlığın o bilinen gizemi ile zaman zaman gtözlerim ıslanıyor…
Aslında bunlar geçmişin bu günlere sarkan özlem veya öfke kırıntıları içimde sevgiye dair küf kokan yüzlerce kanama var ve ben hâlâ gaqliba öfkenin sarsıntıları ile sallanıyorum…
Bedeli çok ağır ödenmiş bir yaşam artığı bu başımı döndüren…
Aslında kendi düşüncelerimle kıyılasıya bir savaşın artığı galiba bu vaz geçilemeyen hüsranlar… Belki de bu geçmişten kalmış benlik savaşıydı, kendi kendine kızgınlaşma… Bu düşüncelerin ne eksiği ne de fazlası olabilirdi. Bunlar kemikleşmiş hırsların kırılma sesleri olsa gerek bunca öfkeli cümleye hâlâ sığamayan…
Bunların sorgulanması olamadığı gibi, yarınları da yoktu…
Bir gölge gibi ortaya çıkıp, sessiz ve isteksiz kayboluşu…
Oysa bedenimde bıraktığı düşünce tahribatını da tarif etmek mümkün değildi…
Cümlelere sığmayan bir yaşam tarifinde elbette eksik yaşamların küf kokuları kalacaktı. Ve bunların çoğu gizemli yalnızlığımın içine sığdırılıyordu.
Yarını çok uzaklarda bile gözükmeyen düşüncelerin uzaklarla aranmasının da garipliği ortaya atıyordu kendini…
Üstün körü ve dipsiz bir yaşam gerekiyordu ruhun dinginliğe erişmesi için…
Ben dünleri kaybederken yarınsızlıklarla da yaşamın içinde nefes alıyordum artık…
Ve bu bedel çok ağırdı
Ve bunun da tek sebebi sendin sevgili…
Yaşamın sessizliğine ve nefeslerime karışmış sen düşünceleri ile dünlerin huzursuzluğu ile yarınların kaygılarına karışmış bir yaşam biçimi bu güne göre bu nefes alışlar…
Aslında yaşanan sessizliğin de, kendi kendine konuşmalarında, içe gömülen, sessiz seslerle, titreşimlerle ve el ve yüz işaretleri ile sadece içe gömülen acılardı tüm hayatını bu bu yaşamın içinde titreterek tutan… Belki de aitsizlik hissettiğin kendini ait olduğun yer ve zamana ulaştırma çabalarıydı tüm bu kıskaca alınmış yaşam zamanları…
Mustafa yılmaz
Çandarlı İzmir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.