- 1067 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ibrahim Geçgil: Sevdası Devrimci Yol
İbrahim Geçgil: Sevdası Devrimci Yol
Muhittin ÇOBAN
Nasıl da kıydılar sana be arkadaşım?
Nasıl da aldılar seni bizden, seni annenden, seni babandan, seni kardeşlerinden?
Bu nasıl bir kindi, bu nasıl bir öfkeydi, bu nasıl bir nefretti?..
Oysa sen en saflarımızdan, en masumlarımızdan, en günahsızlarımızdan ve sen en yakışıklılarımızdandın.
Kalın ama hiç çatıklaşmayan yumuşak kaşların vardı. Gözlerin gökyüzü gibi bitimsiz maviydi. Ya yüzün? Huzur veriyordu, dinlendiriyordu. İnce karanfil dalı boyun vardı. Uzundu boyun, selvi gibi uzun. Severdin futbolu, en çok da çalım atmayı, bacak arasından gol atmayı.Neşeliydin, neşelendirirdin.
Seni tanıdım, iyi ki tanıdım seni İbrahim!
Aynı okulu, Borsa Lisesini paylaştım seninle; aynı yüz yılın meyvaları olduk; faşizme karşı mücadele verdik, kavgadaşlarından biri oldum; aynı kıza sevdanlanmadık ama, hem kendimiz için, hem insanlık için devrimci olduk, iyi ki de olduk!
Kıyılır mıydı sana?
Kıyılırmış demek, kıydılar!
Sevmezsen insanı,sevmezsen güzellikleri, sevmezsen kendini kıyarsın bir başkasına, alırsın hiç almaman gereken canı, canları!
En son görüşümdü seni. Okulun zili çalmıştı. Öğrenciler sabırsızca sınıflarını boşaltıyordu. Kimileri okul çıkışı sevgilileriyle buluşacak, kimisi çok acıkmış bir an evvel evine gidip karnını doyuracak, kimisi mahallelerindeki toprak sahaya gidip bir topun peşinden koşacak, kimisi yarınki sınavına çalışacaktı. Biz ise grup olarak okuldan çıkıp Ray taksinin önündeki kavşağa kadar yürüdük. Ey Dev-Gençli, Ey Dev-Gençli marşını söyleyerek. Ray taksinin önünde ayrılırdık. Sen bir grup arkadaşınla Ziya Paşa Mahallesi ‘ne gittin, ben bir grup arkadaşımla Sümer Mahallesi ‘ne. Sen benim kadar şanslı değildin. Ben faşistlerin egemenliğinde olmayan bir mahalleye, sense faşistlerin işgalindeki bir mahalleye gidiyordun. Eviniz mülktü, bırakıp gitme şansınız da yoktu; ve sen bunu hiç düşünmemiştin. Kaçmak değildi düşüncen, mahallenizi faşist işgalden kurtarmaktı. Ara sokaklardan geçerek Zilli Dede ziyaretinin kapısının karşısındaki, yolun başındaki ikinci katı yeni yapılmış, henüz dış cephesi boyanmamış evinize gittin.
O geceyi, o zalim, o hayın, o kalleş, o insanlıktan arınmış geceyi yıllar sonra şöyle anlatacaktı bana, gözleri sana benzeyen, yüreği sana benzeyen, duyguları, düşünceleri sana benzeyen kız kardeşin Tülün:
“Bin dokuz yüz yetmiş dokuzun yirmi iki Mayısıydı, günlerden Salıydı. Hava güzeldi, serindi. Zillidedenin türbesinin etrafında başı yazmalı, ayağı şalvarlı kadınlar vardı.Dua ediyorlar, kuran okuyorlar, türbenin etrafında dolanarak, göbek atarak istekte bulunuyorlardı. Kızlar olarak arkadaşın evinde toplanmıştık. Herkes tatlı bir neşe içindeydi. Oysa ben de en az onlar kadar neşeli, cıvıl cıvıl bir kızdım. Ama nedense o gün bir ağırlık, bir durağanlık, bir sıkıntı vardı içimde. Ev beni çekiyordu. Oysa evde beni bekleyen iş de yoktu, dersim de yoktu. İzin de almıştım annemden, hava kararıncaya kadar kalabilirdim de. Çekiyordu ev, dar geliyordu, bunaltıyordu arkadaşın evi, kahkahalar toplu iğne olup batıyordu bana.
“Kızlardan müsaade isteyip çıktım evden. Yürüdükçe açıldım, açıldıkça yürüdüm yolu uzatarak. Akşamın serinliği iyi gelmişti bana, dağıtmıştı içimdeki karabasanları. Her zaman garip gelen, hiç bir zaman anlamlandıramadığım ziyaretin etrafında dolanarak “Al sana bir göbek, ver bana bir bebek, Al sana bir göbek ver bana bir koca” diyen kadınların hali bu kez bana çok sevimli gelmişti. Merdivenlerden zıplaya zıplaya yukarı çıktım. Kapının önünde, merdivenin başında abim oturmuş, serinlemek istercesine gömleğinin iki düğmesini açmış“Aldırma gönül, aldırma” şarkısını söylüyordu. Sesi akşamın melteminde sokağa yumuşak yumuşak yayılıyordu. Benim neşelice, zıplaya zıplaya merdivenlerden çıkmamın nedeni bundandı, Aldırma Gönül şarkısı hep neşelendirirdi beni. Bu esnada şarkıyı duyan annem kapı önüne gelip abime kızarak içeri geçmesini söylüyor. Tedirgin oluyor şarkıdan. Abim söylenerek içeri geçti.
“Evde annem, Teyzem ve iki küçük kardeşim vardı. Annemle Teyzem birlikte mutfaktaydı, hem sohbet ediyorlar, hem yemek yapıyorlardı. Birikmiş ütüler aklıma geldi. Annem hadi kızım şu ütüleri yapta aradan çıksın demesini beklemeden, kardeşim İlhan ve Ferhan’ ın oyun oynadığı odaya geçerek ütüye başladım. Önce babamın sonra abimin pantolonlarını ütüledim. İbrahim abimin kısa kollu kareli gömleğine sıra gelmişti. Annem komşularını bir başka severdi. Yaptığı yemekten bir tabak koyarak komşuya gitti.Teyzem mutfağı toparlıyordu. Bahçe kapımız oldum olası hep açıktı, komşularımız çat kapı gelebilecek şekilde. Bunu fırsat bilmişler, sessizce yukarı çıkmışlar. Evin kapısı açık mıydı kapalı mıydı hiç bilmiyorum, kapının ziline bastılar mı basmadılar mı hiç duymadım. Kardeşim İlhan’a “abin evde mi? Abini çağır” demişler. İlhan koşarak İbrahim abimin yanına salona gidiyor, “seni arkadaşların çağırıyor abi diyor”, tekrar koşarak odaya, benim yanıma geliyor İlhan. İbrahim kalkıp kapıya bakıyor.
“Annem ne zaman eve geldi farkında değilim, dalmışım ütü masasının başında ha bire gömlek pantolon ütülüyorum.
“Silah sesleri gelmeye başladı evin içinden. Durmak bilmiyor. Yankılanıyor sesler. Boşa giden mermiler duvarlarda sekiyor. Belli ki silahı sıkanlar kapıdan bir iki adım evin koridoruna kadar girmişler. Etrafıma bakıyordum, silah sesleri neren geldiğini kestirmeye çalışıyorum; kestiremiyorum. İlk aklıma geleni yaptım, yere çöktüm, yere çökerken kardeşim Ferhan’ın elinden tutup çektim, üzerine kapandım. Silah sesleri kesildikten on, on beş saniye sonra dizlerimin üzerinde sürünerek kafamı uzatıp koridora baktım. Bir buçuk metre ileride abim kanlar içinde yatıyordu. Deli gibi bağırarak yanına süründüm. Neresinden kurşun aldığını bulmaya çalışıyordum. Ağzından burnundan kanlar oluk oluk boşanıyordu. Dışarı çıktım, merdivenin başından sokağa “yardım edin, abim ölüyor” diye bağırıyordum. Bağırırken aşağıya baktım. Babam bahçe kapısının önünde yerde kanlar içinde kıvranıyordu.
“Abimi vurup çıkarlarken kapıda babamla karşılaşmışlar. Etkisiz hale getirmek, müdahalesini engellemek için babama da sıkıyorlar. Kurşunlardan biri başını hafifçe sıyırarak geçmiş, diğeri kalp hizasından girmiş kaburgasına saplanmıştı. Ben bu kez olanca gücümle bağırıyordum sokağa “yardım edin”diye. “Yetişin, kurtarın abimi, kurtarın babamı” diyordum. Çok sonra birileri teker teker gelmeye başladı. Çok geç kalmanın ve bir de bedenine çok kurşun almanın sonucunda abimi kaybetmiştik, babam ağır yaralanmıştı. Alıp hastaneye götürmüşler. Ben ve İlhan şoktayız, koridorda abimin kanlarının içine çökerek kala kalmışız uzunca süre İlhan’la”.
Dalga dalga yayılıyor ölüm haberi, Sümer Mahallesi’ne kadar ulaşıyor.
İbrahim Geçgil’i vurdular!
O an baksalardı çocuksu mavi gözlerine, o an baksalardı huzurlu yüzüne, o an konuşsalardı seninle, duysalardı suçsuz sesini tabancalarını bellerinden çıkartamayacaklardı, tetiğe basamayacaklardı, seni bizden alamayacaklar, bizi arkadaşsız, bizi yoldaşsız, aileni de sensiz koymayacaklardı.
Sensizdik artık, öksüzdük artık!
Sensizliği duyan kavgadaşların evine gidiyor.
Mahallende bu kez senin arkadaşların dolanıyor.
Senin haince katledilmen faizme karşı mücadelemizi daha bir harlandırıyor.
Faşistlerin işgal ettiği sokaklarda arkadaşların bir daha gitmemecesine, bir daha mahalleyi faşistlere terketmemecesine, bir daha halkı faşist katillerle baş başa bırakmamacasına nöbete durmuştu.
Şimdi senin gözlerinle hayata mavi mavi bakıyoruz İbrahim. Umutla, inançla, neşeyle...
Sevdan sevdamız artık!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.