- 656 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CİDDİYET
CİDDİYET
Ciddiyet, zihin eksikliklerini örtmek için icat edilmiş bir tavırdır. François de la Rochefaucould
Ağırbaşlılık olarak da tanımlanan ciddiyet, toplumumuzda oldukça yaygın bir tutumdur. Çocukluk dönemlerimizde tüm davranış ve sözlerimiz tamamen içsel, samimi ve doğaldır. Günler neşeli, sevinçli, hoşluklar içerisinde geçer de geçer. Çocukken yaptığımız her ne olursa olsun, her şeyi neşe içinde yaparız, aynı zamanda yaptığımız o şeye gereken önemi de veririz. Öyle ki, yaparken tüm kalbimizle, tüm benliğimizi vererekten yaparız her ne ise yaptığımız. Çocukluk dönemlerinde ciddiyet kesinlikle yoktur. Büyüdükçe ciddiyet, ağırbaşlılık hayatımızda etkisini göstermeye başlar.
Büyüdükçe doğallıktan uzaklaşmaya başlarız: Bunun nedeni de büyüklerimizdir. Her fırsatta, bize, artık büyüdün, biraz ağırbaşlı ol derler. Sanki, ciddi olmazsa insan değerinden kaybedecektir.
Çocukların oyunlarını seyredelim. Evcilik oynayan çocuklar, büyüklerini taklit ederken, takındıkları tavırları, yüz ifadelerini, sözlerini izleyelim. Tamamen ciddi bir tutum sergilerler. O halde ciddiyet bize sonradan öğretilen, dayatılan bir davranış şeklidir.
Ciddi olmak, iki türlü algılanır yetişkinler tarafından. Birincisi; yüz ifadesi, beden dili ve hareketlerimiz ile; sözleyiş tarzımızda, kararlı, taviz vermez, konuya hakim olduğunu hissetiren bir tutum içerisinde olmakla. Öyle bir tutum sergilenmelidir ki, karşımızdaki kişi veya kişiler bizim dediğimiz veya yaptığımız davranışı onaylamalıdırlar. Zaten amaç, çevre tarafından kââle/dikkate alınmak değil midir? İkincisi; herhangi bir şey yaparken, yapılan şeye gereken önemi vermekle ilgidir. Ciddi olmadan bir konu, bir iş gerektiği gibi yapılamaz onlara göre. İş yapılırken, asla basite indirgenemez, neşeli olunamaz, hafife alınamaz. İş çok kısa bir süre içerisinde bitirilmemeli, tam tersine son derece güç olduğu sıkıntılı bir tavırla etrafa hissettirilmelidir.
Ciddiyetin diğer bir adı, ağırbaşlı olmaktır. Yani başı o kadar doludur ki; etrafla ilgilene-cek, tebessüm edecek bile zamanları yoktur. Eski dönemlerde kavuk, sarık gibi başlıklar kullanılırdı. Mevki, mâkam derecesi arttıkça kavuğun boyutları da büyür, dolayısı ile ağırlaşırdı. Kişi bu durumda başını kolay kolay hareket ettiremediğinden, ağırbaşlı deyimi buradan geliyor sanırım. Aynı zamanda, kavuk, bilgi, saygınlık, gücün sembolüydü. Bu kişiler toplumda oldukça fazla saygınlığa sahipti. Yani çevre tarafından kabul görmek, onay-lanmak, saygınlık ciddiyetle atbaşı giderdi.
Yukarıda tarihsel geçmişini anlatmaya çalıştığımız ciddiyet, halk arasında o kadar kabul gördü ki, çocuklara hep ciddi olmaları öğütlenmeye başlandı. Başlar dik, mağrur, asık surat, hep düşünceler içerisinde olma gibi imajlar öğretildi. Ciddi görünmenin püf noktaları uygu-lamaya koyuldu. Başak taneleri içleri boşken dik dururlar, ne zaman ki içleri dolar, olgunlaşırlar işte o zaman başaklar eğilirler. Yani, dik, mağrur duran ciddi kişileri aslında içleri boş başaklar gibidirler, bu kişiler sanki dünyayı kendileri yaratmış gibi bir tavır ile yürürler. “Öyle horozlar vardır ki, öttüklerinde güneşin doğduğunu sanırlar,” diyen H. Dunanat’ın söylediği söze uygun haldedirler.
İki türlü ciddiyet sergileyen insan vardır. Birinciler; doğuştan beri yüzü gülmeyen, hiçbir şeyden hoşnutluk duymayan, neşesiz, her şeye kara gözlüklerle bakan, her şeyin kendi etrafında döndüğünü zanneden, kişilerdir. Bunlar için yapılacak hiçbir şey yoktur. Yaşamları boyunca hem kendilerine, hem de çevresindekilere gün yüzü göstermezler. Devamlı bir şeyle meşgul olmalıdırlar. İkinci gruptakiler ise; ciddiyeti bir maske olarak kullanırlar. İçi başka, dışı başka kişilerdir tam anlamıyla. İçleri boştur, boşluklarını belli etmemek için bu yolu seçerler. Mümkün olduğunca az konuşmaya çalışırlar: Konuşmalarını çok yavaş veya ,eee, ııı, gibi seslerle sürdürmeye çalışırlar. Anlaşılmaz ifade tarzını seçerek boş olduklarını gizlemeye çalışırlar.” Ciddiyet, zihin eksikliklerini örtmek için icat edilmiş bir tavırdır “ diyen, François de la Rochefaucould’’un bu düşüncesini sanki hayata uyguluyorlarmış gibidirler. İş hayatında, sözlü medyada bu maskeyi kullananlar oldukça fazladır
Ciddiyetle beraber, incelik, sempatiklik, espirili bir yaklaşım her zaman ilgi çeker. Özel-likle siyasiler hep ciddi olmak zorundadırlar sanki. Ülkemizde siyasi liderleri içerisinde Süleyman Demirel ve Necmettin Erbakan konuşmalarını hep espirili, sempatik, cana yakınlığı ciddiyetle iç içe kullanmayı başaran iki liderdir. Bu liderlerin her konuşmaları daima ilgi çekmiştir. Diğer liderler ise tam bir ciddi siyasetçi örneklerini temsil etmişlerdir.
Aslında evrensel zamanda, insanın yaşam süresi o kadar kısadır ki ; “Hayat ciddiye alınamayacak kadar kısadır. Hayat duygulananlar için bir trajedi, düşünenler için bir ko-medidir,” diyen La Bruyere’e hak vermemek elde değil.
Ciddi olmakla, lâubâli olma sınırı arasında çırpınıp duruyoruz. Lâubâli : Saygısız, çekin-mesi olmayan, senli benli, teklifsiz, aşırı samimi bir biçimde, teklifsizce davranan kimseleri tanımlar. Bir bakıma, yılışık, umursamaz, arsız olarak da tanımlanır bu kişiler. Oysa gerek konuşmalarımızda, gerekse de davranışlarımızda nâzik, ince olabilen, yeri geldiğinde espri yapabilen, yeri gelince susmasını ve dinlemesini bilen, güven veren, karşısındakine değer veren bir profil sergileyebiliriz.
Bizler sınırlarımızın bilincinde değiliz. Uç noktalarda dolaşmaya bayılıyoruz. Yaşamı ne çok ciddiye, ne de çok hafife alalım. Mutluluğu getiren, amaçlara ulaşmak değil, o amaçlar peşinde koşma süreci, yani gelişimdir. Bu süreci hoş, neşe içerisinde, zevk duyarak, bir şeyler başararak, insanlığa faydalı olarak geçirmek güzel olmaz mı? Büyük şair Bâki’nin: “Bâki kalan bu kubbede bir hoş sâda imiş” beyitine uygun olarak, arkamızda nefis bir melodi bırakarak yaşamaya ne dersiniz ?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.