- 852 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Eylül Günlükleri
Yorgunluk iz düşümleri gözlerime yerleşkeler kurdu, dökülmüyor yapraklar, sıkıca bağlanıyor dallarıma. Ah eylül sancımasaydın bu kadar, düşük yapmazdı umutlar avuçlarıma..
Saat 02.00’ı geçti çoktan, gözlerime inat eden bedenim ille de uyumayacaksın dercesine ağrıları batırıyor dimağıma. Zaman donuyor sanki bakışlarımda, ne zaman saate yönelik bir yola çıksa gözlerim, olduğu yerde sek sek oynuyor akreple yelkovan. Çizgiye basıyor göz kapaklarım, yanıyorum.
Sigara dumanım içtiğim kahvenin dumanıyla birleşip sise buluyor anı, insanın uykusu geçmişe kaçınca tek çare kahve gibi. Yaşam enerjisini çalan hatıralar birer sivrisinek gibi dolanıyor etrafımda, durgunluk baş ucumda duruyor, selam çakıp içeriye giriyor usulca. Gökyüzü bile an’a eşlik ediyor işte, rüzgar yok, bulut yok, yıldız yok.. Kafamın içi gibi her yer. Durgun ve siyah..
Saat 02.05’i gösteriyor. Nana geliyor yanıma. Pişmanlıklarını döküyor eteklerinden. Ben gençken diye başlıyor konuşmasına, sonra duraksıyor yüzüme bakarken, "sahi hiç genç olabildim mi?" diye homurdanıyor. Gülüyorum. İnsan kendini genç hissetmedikten sonra yaşının ne önemi kalıyor diye söyleniyorum bende asılırken sigarama. İçim emekli oldu çoktan, inzivada..
Saat 02.15 olmuş. Nana’nın tadı kaçtığından olsa gerek gidiverdi yanımdan. Oysa söylemiştim yalnızlık çift şekerli daha çekilesi olur. Tek şeker acıyla tatlı arasında, gri gibi bir ömür. Oysa Eylül sarıydı, turuncuydu, biraz yeşil biraz kahverengiydi önceleri. Sonbahara soyunurdu tüm ağaçlar. Yeni bahara beklentiler biriktirir, tekrar çiçek açmak adına çürüklerini uğurlardı. Bu yüzdendi hışırtısı, hiddetlenirdi canı yanardı çünkü.
Silkelenme vakti ömür. Yanıt veremeyecek kadar deprem enkazı altında kalan içim, sesimi duyuyor musun?
Saat 03.00 oldu işte. Ay bile pijamasını giyerek yattı. Bense çalışma masamın sol köşesine doğru, sandalyemin üstünde, kendimi iyice geriye vererek artık kendi gökyüzüme bakınıyorum. Ah Eylül yağmurların gecikecek ve teskin etmeyeceksin beni değil mi? Sancı üstüne sancı yine. Hüzün doğuruyoruz sadece, sancımayı bırak artık!
Yoruldum, düşük yapmaktan, düşürmekten umutlarımı uçurumlardan avuçlarıma.
Yoruldum, her gece uyumak için gözlerimi kapatıp kan revan olmuş düşlerimi yoğun bakıma kaldırmaktan.
Saat 05.00’dı. Ağrılarım alarm veriyordu. Masada kalan düşlerimin üzerini örtüyorum. Geçmişte bırakıyorum onları, anılar soğuk odalarda kilitli çünkü. İşte bu yüzden morg görevinden başkaca bir getirisi olmadı hiç. Gözlüklerimi bir kenara bırakıp perdeye yöneliyorum. Güneş en sarı entarisiyle gökyüzüyle buluşmaya gelmiş bile. Gözlerim bu aydınlığı reddedercesine kapandı. Gün ayamadı yine belki de 6-7 yıldır süre gelen zaman merhem olamadı hiç. İçim mezarlıklara bekçi iken üstelik. Ölüler için zamanın önemi olmuyor ki..
Saat 05.30..
Yarım saatlik uyku için ideal vakit geldi. Komşuma kaçayım bir koşu bari belki birazcık uykusu vardır.