- 1820 Okunma
- 11 Yorum
- 2 Beğeni
Tahmini Varış Saati
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Araba ilerledikçe gps ekranındaki dijital yeryüzü şekilleri de aşağı doğru kayıyorlardı. Biraz önce üzerinden geçtiğimiz Neuse nehri neredeyse haritadan çıkmak üzereydi. Çok geçmeden çıktı da...
“Şu köşedeki saat nedir? Diğer saatlerden farklı.”
Valentina, sorusunun ardından kolundaki saatle elindeki tabletinkini bir daha kontrol etti. Yanılmamıştı, diğerlerinden farklıydı.
“O gideceğimiz yere kaçta varacağımızı söylüyor.”
“Yani New Bern’e dördü dört geçe mi varacağız?”
“Aynen öyle.”
“Ama biraz önce dördü beş geçe diyordu.”
Bazen daha az sorgulayan çocuklarınız olmasını istiyorsunuz.
“Arabanın bilgisayarı aslında geleceği bilmiyor. Kafasından hesap yapıyor. Diyor ki, eğer trafik işaretlerinin gösterdiği hızla devam ederseniz New Bern’e dördü dört geçe varırsınız. Ben ise o işaretlerdekinden azıcık daha hızlı gidiyorum. O zaman da bilgisayar yeniden hesap yapıp, varış saatimizi geriye alıyor.”
Bir süre sessizlik oldu. Valentina söylediklerimi kafasında tarttı. Sonra tabletine bir şeyler girdi. Birazdan yeni bir soru yağmuruyla gelecekti; yine de o ana kadar olan sessizliğin tadını çıkardım.
“Google map diyor ki, New Bern’e 72 mil varmış. Eğer biz saatte 55 mil ile gidersek oraya... Hımm.. Bir saat on sekiz buçuk dakikada!”
“Ama biz azami hızdan beş mil daha hızlı gidersek?”
Hesabı tahminimden biraz daha fazla sürdü:
“Bir saat on bir dakika!”
Doğru hesap yapmak onu heyecanlandırmıştı. Artık hayatta uyumazdı. Elinde tableti bir sonraki varış saatinin değişeceği anı hesaplamaya çalışıyordu. Bir yandan da navigasyon ekranını kolluyordu.
"Varış vaktimiz sürekli geriye geliyor."
"Hızlanırsak daha da yakınlaşır."
"Ya çok hızlanırsak? Şu andakinden daha geriye gider mi?"
"Geçmişe mi gitmek istiyorsun? Niye ki?"
Bir açığı varmış da yakalanmış gibiydi.
"Geçmişe gidersek belki yaz tatili yeniden başlar. O zaman da ...’"
"O zaman da?"
"Hiç işte".
...
New Orleans gezisine Valentina hazırlıklı gelmişti. Haftalar öncesinden güzergah üzerinde çalışmış, bölge bölge hız sınırlarını çıkarmış, benim bu limitlerden beş mil daha hızlı süreceğim üzerine hesaplarını yapmıştı.
“Tam on iki saat elli dakikalık bir yolculuğumuz var.” diye gururla anons etti.
“Tüm bu süreyi tek seferde alacağımı düşünmüyorsun, değil mi?”
“Nasıl yani?”
“Arada bir yerde, bir motelde konaklayacağız.”
“Nerede?”
“Montgomery’de.”
Dikkati tabletine geri döndü, hesaplarını yapmaya başladı. Kendimi seksenlerin pilotları gibi hissediyordum: Arkamda bir uçuş mühendisi, rotamızı sürekli kontrol ediyordu.
“Sekiz saat yirmi yedi dakika o zaman.”
“Bu kadar çabuk mu buldun?”
“Ben bulmadım. Google map hesapladı.”
Teknoloji... Sonsuza dek sportmenliğin peşinde olacaksın, değil mi?
Yol uzundu. Valentina’nın soruları da bunu kısaltmıyordu.
“Daha hızlı bir arabamız olsa...”,
Neyse ki suçu yavaş gitmemizin suçunu bende değil, arabamızda buluyordu.
Hayali arabamızın hayali hızıyla hesaplar yapıyor, New Orleans’a ne kadar erken varacağımızı hesaplamayı deniyordu. Bir sonuca ulaşınca, aracı değiştiriyor, giderek daha güçlü, daha hızla arabalara geçiyordu. Otomobiller tükenince (Hala konaklayacağımız Montgomery’e çok vardı), uçaklara geçtik. Uçaklar söz konusu olunca hız sınırı da yoktu. Önce yolcu uçakları, sonra savaş uçakları, daha sonra deneyseller...
Dayanamayıp sordum:
“Peki bir saniyede New Orleans’ta olmamız gerekse, ne kadar hızla uçmamız gerekirdi?”
“Saatte üç milyon yüz elli yedi bin iki yüz mille!”
“Belki daha düşük bir hız bile yetebilir.”
“Nasıl yani?”
Montgomery’e kadar olan yolu Valentina’ya göreliliğin temel prensiplerini anlatmayı deneyerek geçirdim. Belli ki görelilik ile tanışmak için sekiz erken bir yaştı.
...
Ama on iki yaş o kadar da erken sayılmazdı. Artık ön koltukta oturabiliyordu. Elinde daha gelişmiş bir tableti arabanın navigasyon sistemine bağlamış, artık kaba hız hesaplarını bir kenara atıp, yıldız haritalarından faydalandığı parallaks hesaplarıyla hızımızı tahmin etmeye çalışıyordu.
Gökteki bir yıldız olması gerekenden ne kadar farklı konumdaysa onu kullanarak hızımızı hesaplayabiliyordu.
“Dünyanın dönmesini de hesaba katıyorsun, değil mi?”
“Aman baba, sen de bizi iyice çocuk yaptın.”
Kızımla gurur duyuyordum. Davranışlarında ergenliğin gölgeleri belirmeye başlayalı birkaç ay olmuştu ama o hala benim sekiz yaşında, sonsuz soru soran kızımdı.
“Biz hızlandıkça arabanın içindeki zaman da yavaşlıyor.”
Sonra benim yıllar önce sorduğum soruyu hatırladı. Eğer bir saniye hedefimizde olmak istiyorsak ne kadar hızla gitmemiz lazım?
“Kime göre bir saniye? Araçtakileri mi, bizi otelde bekleyenlere göre mi?”
Problemi her iki taraf için de ayrı ayrı çözdü. Nedense o gün muzip tarafımdan kalkmıştım ve yangına körükle gitmek istedim:
“Ya oraya çıktığımız zamandan önce varmaya çalışsak? Ya navigasyonda gösterilen zamanı geriye başladığımız noktadan da geriye gitmesini istesek? O zaman ne kadar hızla gitmeliyiz?”
“Zamanda geriye gitmek mümkün mü? Ben değil sanıyordum.”
“Phoenix’e kadar uzun bir yolumuz, senin elinde de maaşımın üçte birine mal olan tablet var.”
Phoenix’e kadar olmasa bile Nashville’e kadar sesini çıkarmadı.
...
Gözlerinin parıldamasını bekliyordum ama sadece onlardan yorgunluk akıyordu. Elindeki kadehle oynuyor, tersine bir izlenim bıraksa da içmiyordu.
“Senin mahzenden 2012 rekoltesini getirdim. Doğru dürüst ağzına bile götürmedin.”
“Biliyorsun baba, şarapla aram o kadar iyi değil.”
Hiç bir zaman sevmedi, ne şarabı, ne de birayı. “Sarhoş olmak için teleskoptan bakmak yeter” diyordu. “Beyin hücrelerimi öldürüyor” deyip Noel’deki sıcak şarabı elinin tersiyle iterdi. Şimdi yaptığımız kutlamanın yüz suyu hürmetine eline kadehi almıştı ama içmiyordu.
“İçimden bir ses ileride bu kadehi arayacağını söylüyor.”
“O ses yanılıyor baba. Arayacaksam seni ararım, kadehi değil.”
Uçuş arifesinde insan duygusallaşıyordu. Gözyaşlarıma engel olamıyordum. Kızımı o akşamdan sonra bir daha görmeyecektim.
“Ama ben seni yeniden görebilirim” diyor. “Hesaplarımıza doğruysa bu solucan deliği bizi tam yirmi yedi yıl öncesine götürecek.”
Yıllar önce ona sorduğum, zamanda geriye gitmekle ilgili sorunun cevabını bulmuş gibiydi. Uzaya çıkıp, Jüpiter’e doğru dört yıl kadar uçacaklar, orada yeni keşfedilen solucan deliğinden geçip geçmişe döneceklerdi.
“Geçmişe dönseniz bile Güneş sistemine döneceğiniz garantisi yok. Bunların hepsi hayatında solucan deliğinden geçmemişlerin hayali hesaplarından ibaret.”
“New Bern yolundaki hesapları da oraya hiç gitmemişken yapmıyorduk? Ne farkı var?”
O yolculuğu hatırlıyordu.
“Hatırlıyorum tabii. Hatta o yolculukta aklıma gelmişti de sormamıştım varış saatinin geriye giderken başladığımız saatin öncesine geçip geçmeyeceğini. O günlerde de zamanda geriye gitmek istiyordum.”
“Sekiz yaşında niye geçmişe dönmek istiyordun ki?”
“Fazla değil, sadece birkaç ay öncesine, yaz tatiline gitmeyi hedefliyordum.”
“Büyükannelerdeki tatil mi? Güzeldi değil mi?”
İlk defa o sene annesiyle babasının doğduğu topraklara gitmişti. Ege deniziyle tanışmış, Bodrum kalesini gezmiş, tekne turlarına çıkmıştı.
“Tatili tekrarlamaktan çok birisiyle karşılaşmayı istiyordum.”
“Birisi mi?”
“Anımsıyor musun, biz oradayken insanlar akın akın Yunan adalarına geçmeye çalışıyordu.”
Mültecileri hatırlamak için hafızamı zorlamam gerekmişti.
“Hani onlardan bir grubun teknesi devrilmiş, bir çocuğun ölüsü de sahile vurmuştu. İşte o çocukla karşılaşmak istiyordum. Onun tekneye binmesini engelleyebileceğimi düşünüyordum.”
“İki yaşındaki bir çocuğa ailesine rağmen müdahele mi edecektin? Aman ben ne diyorum! Sekiz yaşındaki bir çocuğun hayallerinden bahsediyoruz.”
Sessizlik oldu. O elindeki kadehe, ben terasın parmaklıklarına bakıyordum. İkimiz de zamanda yolculuk yapıyor gibiydik.
“Baba... Hala o güne geri dönmeyi hedefliyorum. Belki gerçekten o çocuğun tekneye binmesine engel olabilirim.”
“Nasıl yapacaksın bunu? Çocuğu kaçıracak mısın?”
“Zamanda geçmişe gitmişim de sorun olmamış. Birilerine engel olmam mı sorun?”
...
Bu kızımla en son konuşmamızdı. Birkaç gün sonra uzay aracına bindi ve yola çıktı. Beyaz astronot kıyafeti içinde gelinlikli kız gibiydi.
Bu öyküyü Cumartesi günü New Bern yolunda tasarladım (Buradan Saint-Exupery’e selamlar) Navigasyondaki varış saatinin geriye gitmesi, hatta yola çıkış saatimizin de öncesini göstermesi 2011 deki bir başka yolculukta yaptığımız şakaya aitti.
Ana hatlarını tamamladıktan öykünün Carl Sagan’ın Contact adlı romanına ne kadar benzediğini farkettim. Bu noktada okuyucudan ve Carl Amcadan özür dilerim. 1992 yılında okuduğum roman o gün su yüzüne mi çıktı, yoksa benzerlik tamamen tesadüften mi ileri geliyor; bunu ben de bilmiyorum.
YORUMLAR
Baba kızın ilişkisi ve diyalogları harikaydı. Hayal gücünüze hayran kaldım.. Final ve duygusallık müthişti.
Kutluyorum başarınızı. Sevgilerimle...
İlhan Kemal
canandemirel
Mutlu bayramlar dillerim. Sevgilerimle...
Öyküde üslup sıradansa içeriğe kayıyor insanın aklı. Rölativite, gençlikte bir hayli günümü ardında tükettiğim büyülü sözcük. En son, askerdeyken, 1987 yılında bir fizik mühendisiyle tartışmıştık Lorentz dönüşümlerini.
Üstünde düzeltmeler yapmış olmalısınız ki kurgu bana pek çetrefil gelmedi. Çocuklarla ilgili yazılar hep etkiler beni. Okurken kendi çocuklarım aklıma gelir ki dört çocukla bir alkışı hak ettiğimi düşünürüm dost meclislerinde.
Solucan deliğinden insan değil, eğer üreten beyni tekrar bulursa ancak düşünce geçer. Eskiye dönüş ise bir öyküde mümkün müdür bilmem ama masalda hala olası.
Geçmişe dönüşü tahrik eden olay ne kadar korkunçsa, kötü şeylerin olmasına müdahale için ona zaman ayıran yürek o kadar güzel değil midir?
Ben işte o güzel yüreklerin şerefine, belki varlıkları acıyı bal eyler diye, Şili'den 20215 rekolte Carmenere kadehimi kaldırıyorum.
İlhan Kemal
88 deki Morris, Thorne, Yurtsever makalesine göre çift yönlü geçişin (Sadece düşünce değil) yapılabildiği deliklerin varlığı mümkün. Hatta sonuç bölümünde bunun nedensellik, kişisel iradenin varlığının sorgulanması gibi sorunlarına yol açabileceğinden bahsediliyor.
Yine de öykü bilim-kurgusal bir yaklaşımdan çok öte lineer ilerleyen bir zaman boyutunda babanın kızını seyretmesi temel alıyor.
Klavye sürçmesi de, "Şili'den 20215 rekoltesi", yorumunuzun bir solucan deliğinden bize ulaşmış olduğu izlenimi vermiş. Çok şık olmuş.
http://authors.library.caltech.edu/9262/1/MORprl88.pdf
nitemtran
H.sonu ve eğer daha çok edebiyata ve siyasete yönelmiş kafamı ikna edebilirsem yolladığınız linki tıklayacağım.
Teorinin, inanılmaz bir hızla gelişip, pratiğin çok önünde geçtiği zamanımızda olmaz demenin ne kadar zor olduğunu biliyorum elbet.
Ama hala Einstein'in doğrulanmış teorilerinin yanında diğer bir yığın teorinin önünün açık olduğunu bilsem de şimdilik kaydıyla, Einstein'in olmazlarının yanında durmak daha rahatlatıcı geliyor bana.
Bunun sebebi de olasılıkla üstüme gelip beni edebiyatın kadife kollarına bırakmış ataletimdir. Yoksa bunca değerli insan bilmez mi Einstein'in imkansızlarını?
Sizle tanımaktan çok memnun oldum İlhan Bey.
Sağlıcakla kalın,
Metin Nart
giriş ve gelişme biraz sıkıcı olsa da sonuç itibari ile güzel bir varış güzeldi.Okuyucu olarak edebiyatın sabır gerektiren bir yolculuk olduğunu biliyorum.Yazınızın içeriğe uygun bir sonlanışla bitmiş olması güzeldi.Tebrikler efendim.Saygılar...
İlhan Kemal
Düzenlenmiş halini okudum ve bir önceki yorumum hükümsüz kaldı. Ne yaptınız öyküye böyle bilmiyorum ama sanırım anlamadım diyen herkesin yorumunu gözden geçirmesi gerekecek. Zaten çok başarılıydı. Şimdi başarının yanına anlayarak okuyabilme keyfi eklendi. (Benim açımdan. Bu arada yazıyı sıkıcı bulduğumu ima bile etmedim ben. Halil Cibran'ın Aşk Mektupları'nı ben beğenmedim, lise yıllarımda daha güzellerini yazdığımı düşünüyorum ama edebiyat öğretmeni arkadaşım bu eserin edebiyat tarihinin en iyilerinden olduğunu söylüyor. Meseleye böyle bakmak lazım. Rakamların bol olduğu hikayeler bana göre değil. Diyaloglar önceki halinde de sıkıcı değildi. Sıkıcı lafı nereden çıktı anlamadım zaten. (Yahya Beye yaptığınız yoruma dayanarak)
Dediğim gibi çok iyiydi, fazla iyiydi.
Tebrik ediyorum.
Saygılarımla.
İlhan Kemal
Amerikalılar istatistik sevmemekten öte istatistikten korkar. Öte yandan ulusal sporları beyzbol sadece ve sadece istatistik üzerine kuruludur. Hatta son yıllarda onlardan ithal ettiğimiz istatistik saplantısı kendi futbol maçlarımızda görebiliriz: "Daha önce Avrupa kupalarında hiç bir Türk takımı Arnavutluk temsilcilerine yenilmedi. Ortalama 2.7 gol atarken, kalelerinde 1.1 gol gördüler" (Sanki 1984 deki maçların sonucu bugünkünü etkileyecekmiş gibi)
Yorumlardan gördüğüm kadarıyla okuyucular öyküde rakam görmekten hoşlanmıyorlar. Ama eminim ki Kırk Haramiler adını duyduklarında hikayeden soğumamışlardı. Ya da gökten üç elma düştüğünde elmaları takip ederken zorluk çekmemişlerdi. Yedi Uyurlar okuyucunun uykusunu getirmiş, Yedi Cüceler bile onu uyandıramamıştı. Yine eminim ki Afacan Beşler ya da Gizli Yediler'de sıkıntı çekmemişlerdi. Fakat öykümdeki rakamlar onlara yaramadı.
Biraz daha açık konuşayım: Amacım okuyucuya serzenişte bulunmak değil, rakamları sevmedikleri için. Sadece uzak durduklarının rakamlar olmadığını, aslında zihinsel alıştırmadan kaçtıklarını belirtmeye çalışıyorum. Kaçındıkları alıştırma da rakamsal değil, kavramsal.
Aynı öykü uçakla Amerika'ya giderken saatlerini geri aldıklarını farkeden bir çocuğun Acaba ne kadar batıya gidersek geçmişe gideriz? sorması olarak da anlatılabilinirdi (Bu cümleyi yazarken de Eco'nun Önceki Günün Adası'nda bu konuyla bir roman boyunca nasıl oynadığını hatırladım) Ama ben navigasyon cihazından yola çıkmayı tercih ettim ve ister istemez biraz rakam karıştırdım.
Şu andaki haliyle oldu diyorsanız olmuştur. Saygımlarımla.
Yazının keyfini iyice alabilmek için iki kez okudum.i... kurgu zordu, ama müthişti... sizin her öykünüz öyle... Paylaşmanız vesilesiyle yazınızı okumak imkanım olduğu için mutluyum...
Konuyu işleme şekliniz ve tarzınız okumaya keyif katmış.
Güzel paylaşımınıza,edebiyata verdiğiniz emeğe ve
yaşattığınız okuma keyfine teşekkürler...
Tebriklerimle... Saygıyla...
NOT::
Bir şiir veya yazı okunur ve yazarı nezaketen tebrik edilir.
Bunun için her seferinde tekrar tekrar yazmaktan kurtulmak için kopyala-yapıştır yöntemi kullanılması nezaketsizlik değil, zaman kazanmak için baş vurulan bir yöntemdir...
Yazılara ve şiirlere YORUM YAPMAK detaylı bir çalışma olup konuya vakıf olmayı ve zaman ayırabilmeyi gerektirir.
Ben o birikime ve zamana malik olmadığım için, yorum yapamıyorum...
Siz saygıdeğer yazar dost; bu notumu Yorum yapmak değil, LÜTFEN bir TEBRİK ETME ve Teşekkür etme olarak kabul ediniz...
İlhan Kemal
"Bana hitap etmedi" ya da "İkinci paragrafta beni kaybettiniz" gibi tek cümlelerin de başımın üzerinde yeri var (Özellikle ikincisi bayağı bir şey söylüyor)
Ben de teşekkür ederim gelip okuduğunuz ve ziyaretinizle ilgili not düştüğünüz için. Saygılarımla.
tek düzelikten sıyrılmış ve hayal gücümüzü zorlayan öykülerinizi özlemişim. öncelikle biz de saint exupery'e selam edelim, sonra da bir iki çift kelam edelim :)
4 yılda sahiden o kadar ilerler mi dersiniz teknoloji diyecektim ama 2000 yılından günümüze kadar olan değişiklikleri düşündüm de vazgeçtim.. hakikaten ilgi çekici bir hikayeydi..
hmm bir de dipnotta yazdıktan sonra başka bir romana benzediğini fark ettiğinizi söylemişsiniz ya, öyle oluyor gerçekten de. geçenlerde seri halinde yazdığım ve kendimce gayet özgün bulduğum bir hikayemi başka kitaplarını okuduğum, ancak her nasılsa o kitabını gözden kaçırdığım bir yazarın aynı kurguyu o kitabında yerleştirdiğini gördüm. üstelik iki sayfalık bir denemenin içine :) ne diyelim, "heey yazar! sen benden çok yaşayacaksın"
İlhan Kemal
"4 yılda sahiden o kadar ilerler mi dersiniz teknoloji diyecektim"
İlk sahne Valentina 8 yaşındayken yaşanıyor. Öykünün ilerleyen bölümlerinde aynı senenin yazında Türkiye'ye gittiğini ve Suriyeli çocuğun ölümü sırasında orada olduğunu öğreniyoruz (yani yıl 2015 iken 8 yaşında).
Son sahnede ise Valentina uzay yolculuğuna çıkarken 29 yaşında. Uzaya gönderme 2036 yılında gerçekleşiyor. Solucan deliğine deliğine vardıklarında ise tarih 2040 olacak (Bu açıkça belirtilmiyor ama artık çoktan erişkin olduğu ortada. Okuyucu bilmek zorunda değil ama 1962'den bu yana uzaya gönderilen en genç Amerikalının 32 yaşında olduğu düşünülürse Valentina'nın yirmilerinin başında olmadığı da ortaya çıkar).
Konular konusunda bazen bizim gibi düşünmüş, bizden önce yazmış kişilere rastlıyoruz. Dediğiniz gibi onları takdir etmekten başka şey gelmiyor elimizden. Saygılarımla.
küsss
Yani ondandir ki, 4yilda bu kadar gelisir mi teknoloji deyisim:) sanirim biraz karisiklik olmus...
Saygilarimla...
İlhan Kemal
öyküdeki hesaplamaların olduğu kısım bana da başta biraz fazla sıkıcı geldi. kısmen o yaştaki bir çocuğun bu zor hesaplamarı yaptığını görmek öyküdeki gerçekçi dili zedeliyor.( yıldızların konumlarından mekan belirlemek, sicim teorisi vb.) itiraf edeyim ki bunları araştırıp okuduğum halde pek anlamış değilim. fakat birdenbire solucan deliği nereye varacağını kestiremediğimiz öyküye anlam katıyor. çünkü bir solucan deliği her yere çıktığı gibi sahile vuran bir çocuk cesedinin olduğu mekana çıkabilir. çok etkileyici bir öykü okudum, tebrik ediyorum.
İlhan Kemal
Yalnız yorumunuzda katılmadığım bir nokta var: Çocukların belirli konularda yeteneklileri çıkıyor. İçten patlamalı motorları anlattığım sekiz yaşındaki bir çocuk çizdiğim modeli beğenmeyip krank milinin bu koşullarda düz bir çubuk şeklinde olamayacağını söylemişti. Aynı yaşta bir başkasının yaptığı üç boyutlu dizaynlara tanık olmuştum.
Burada da sekiz yaşındaki kız ilk olayda basit ortalama, ikincisinde ise ağırlıklı ortalama alıyor. Yapılmayacak şeyler değil diye düşünüyorum (Aynı yaşlarda ben iki boyutlu haritalardan üç boyutlu yeryüzü şekilleri yapıyordum)
Görelilik için on iki yaş yetebilir. Sonuçta zamanın ne kadar yavaşladığını basit bir formülden hesaplıyor. Yıldızlara bakıp ne kadar yol gittiğini bulmaya gelince: Yıldızın iki ayrı noktada kaç derece farklılık gösterdiğini bulmak bugün için iş değil: Cep telefonlarımızın bu fonksiyonu var (Amatör olarak astronomiyle ilgilenen biri olarak bunu ben kullanıyorum). Bundan sonraki için ise temel trigonometri (En azından kosinüs'ün ne işe yaradığını) bilmesi gerekiyor. Bu da genelde 12 yaşın eğitim programında yok. Fakat öyküdeki özel bir kız. Temel bilimlerde kariyer yapıp uzaya gönderilecek bir bilim kadını olacak (Bir olasılık uzay navigasyon uzmanı olacak. Dediğiniz gibi deliğin onları nereye çıkaracağı belli değil) Bu yüzden müfredatın önünde gittiğini varsayabiliriz.
Solucan deliği zamanı geldiğinde ise (Gerçi on iki yaşında konuyla ilgili araştırma yapıyor ama öyküden bir sonuca varıp varmadığını çıkaramıyoruz) zaten kariyerini yapmış bir yaşta.
Katkilariniz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.
Sayın grafspee gibi teknik bir yorum yapabilmeyi çok isterdim ama havada uçuşan terimler bana çok yabancı. Mil hesapları da öyle. Bahsettiğiniz romanı da okumadım -ki yüz kişiye sorsanız on kişi çıkar mı okuyan bilmiyorum.( Filmini izledim, makbule geçer mi bilmem. Adı geçen eser izlediğim filmle aynı mı diye kontrol edeyim dedim de Sagan, Ahmet Büke'nin ikizi. Bence zamanda yolculuğu bulmuş bu adam.) Biz daha çok, giriş gelişme sonuç bölümleri kesinlikle düşünce gücü gerektirmeyecek şekilde açık yazılmış romanları tercih ediyoruz. Hatta o kadar tembeliz ki "keşke yazar, benim yerime de okusa" diye düşünenlerimiz vardır. Sitede de çok böyle okur. O yüzden bizden, çok güzel bir şekilde kurgulanmış ama çıtası siteye göre biraz yukarıda kalmış öyküyü anlamamızı beklemeyin.
Son bölüm bana göreydi. Rakamlar yoktu. Böylece hayal gücüm serbest kaldı ve hikayenin bana çağrıştırdığı şeyler fazlalaştı.( Bunları olumsuz anlamda söylemiyorum. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki, bu hikaye çok iyi yazılmış. Yalnızca hedef okuru ben değilim. O yüzden siz sayın grafspee'nin sözlerini değerlendirme bakımından dinleyin. ) Öykü bittikten sonra yıllardır aklıma düşmeyen Pippa Bacca gözlerimin önünde belirdi. Belki de o Valentina idi. O da beyazlar içinde bir gelindi. Tıpkı Valentina'nın babasının hayal ettiği gibi. Ancak bir zaman yolculuğu iyi yürekli bir kadını o ıssız yere düşürebilirdi. Keşke onu kurtarmak için de planlar yapan birisi olsaydı.
Saygılarımla.
Aynur Engindeniz tarafından 9/9/2015 11:30:00 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
Öyküye gelince... Anlatının çıkış noktası kızımın kendisi. Övünmek gibi olmasın, kızımın matematiğe özel bir yeteneği var. Bunu ben değil, öğretmenleri söylüyor. Ben de bir baba olarak gurur duyuyorum. Diğer taraftan, az buçuk sağduyulu birisi olarak da sormadan edemiyorum: On aylık kızımın matematiğe olan yeteneği nasıl keşfedildi diye. Öğretmenlerinin cevabı hazır: "Kızınızın müziğe yeteneği var. Müzik yeteneği olanların da matematikle arası iyidir."
Kızımın müzik yeteneği ise tescilli. Defalarca öğretmenleri onu müzik sınıfına kaydettirmemizi istedi. Kim bilir, kaç defa günlük raporlarında "Bugün çeşitli müzik aletlerini denedi" ibaresini okuduk. Sonunda dayanamayıp eşimden öğretmenlerle görüşmesini rica ettim; hangi alete yatkınlığı varsa ona yönelelim diye. Benim gönlüm viyolonselden yana. Ama eğilimi piyano yönündeyse büyükannesine yüklenip ona bir kuyruklu piyano aldırma niyetindeyim.
Eşim görüşmelerini yaptı ve eve gelip raporunu sundu:
''Kızın zillerle ve çıngıraklarla oynuyormuş''
Yüzümdeki ifadeyi görünce de sordu:
''On aylık bebekten ne bekliyordun ki?''
Bu öyküde ise çıngıraklara ilgisi sayesinde matematik dehası olduğu keşfedilen kızımı biraz daha ileriye götürmek istedim. Böyle olunca da matematik fikri gereğinden fazla ön plana geçti. Dahası Aylan'la olan bağlantısı da zayıf kaldı. Gerçek hayatta bazen böyle olur. Çocuğunuz sizin dikkat etmediğiniz bir detay on yıllar sonra hatırlar. Ama öyküde böyle yapamazsınız. Yoksa bu öyküde olduğu gibi bir anda gökten düşen finallerle karşı karşıya kalıyorsunuz.
Yorumları kişisel olarak almaya ya da almamaya gelince. Bir noktaya kadar kişisel almayı anlayamıyorum. Kişisel alınacak nasıl bir yorum gelebilir ki?
"Sizin gibi sığ birisinden başka bir şey beklenmezdi zaten" ya da ''Dün Aynur Hanım'ı taklit ediyordunuz, bugün Chaotica Beyi. Bir gün kendiniz olabilecek misiniz acaba?'' Hadi biraz bel altına gidelim: ''Halit Kıvanç için ağız ishaliydi derler; sizinki de kalem ishali olmuş.''
Bunlardan mı rahatsız oluyoruz? Olmayalım. Vermeye çalıştıkları mesajı almayı deneyelim. Gerçekten sığ mı yazılar yazıyoruz? Kendimize has bir stilimiz yok mu? Çok mu lafa boğuyoruz? Niye olmasın, bunların hepsini yapıyor olabiliriz.
Daha da fazla lafa bulanmadan burada kesmeli. Saygılarımla.
grafspee
yorumuma değer verip referans olarak kullanmanız büyük incelik teşekkür ederim, saygılar.
Aynur Engindeniz
Bunu değiştirmeniz doğru olur mu ki? Hikayenin sırrı orada değil mi? Bence değiştirememeniz isabet olmuş. Yoksa öykünün son bölümüyle ilk bölümler arasındaki bağı da koparmış olurdunuz bana göre. "Geçmişe yolculuk." Detay işine gelince, sanırım detaylandırmayı en çok seven birisi olarak size bir şey diyemeyeceğim. Hep çok gereksiz olmadıkları sürece detayları severim. Bazı okurlar detaydan hatta tasvirlerden bile sıkılır. Eski romanların o ustaca tasvirleri yerini paragraftaki iki üç ip ucu cümleye bıraktı. İpuçlarını alan okur kişinin saçı uzun mu kısa mı, hava nasıl vb. gibi konuları tasvire gerek duymaksızın anlayabiliyor, gözünde canlandırabiliyor. Bunda teknolojinin payı büyük diye düşünüyorum. İnsanların hayal güçleri yaşadıkları kentlerden çıktı, hatta evrenden bile çıktı. Eski zaman okurlarının sınırlı görsel hafızaları için tasvirler birebirdi. Sizin detay dediğiniz şeyler farklı.
İki defa elden geçirdim diyorsunuz; bu gerçekten çok belli. İnanılmaz fark var arada. İlk halinin de okuru çok olurdu ama bu hali gerçekten herkesin ilgiyle okuyabileceği gibi olmuş. Yalnız, keşke yorum ve cevapları silme şansımız olsaydı. İlk önce yorumları okuyan çok okur var, burada yazdıklarımız ister istemez onları etkileyecek, belki de gözleri korkacak. O yüzden son yorumumu ayrı yazma gereği duydum.
Küçük kızınıza maşallah. O zaman ben de iki yaşındaki kızım için aynı şeyleri ümit edebilirim. Çünkü o da sizin kızınız gibi. Kulağı çok iyi, 1,5 yaşında ona kadar saymayı kendi kendine öğrendi. Belki de dedikleri doğrudur. Ortanca kızım mucit, büyüğü gönüllü sağlıkçı adayı, küçüğü bari matematikçi olsun. Sizin miniğin zilleri sevmesi gayet normal. Eşinizin rapor sunuş anındaki yüz ifadenizi tahmin edebiliyorum. Güzel anekdottu, bence birgün bunu da değerlendirebilirisiniz. İnşallah bebeğiniz hayırlı, sağlıklı, mutlu ve başarılı bir insan olur. Bizim için kızınızı öpün. Sayesinde böyle bir hikaye okuduk.
Yorumları kişisel olarak alma meselesine daha fazla girmeyeyim. Yoksa bitmeyen tartışma buraya da sıçrar ki bunu asla istemem.
Sayın grafspee, rica ederim. Bence gayet güzel bir yorum yaptınız. İlhan Bey her zaman böyle mütevazi. Evet aynı dili konuşan iki insana Fransız kalma oldu bizimki. İşin tuhafı bu hep bizde oluyor, İlhan Bey kim ne konuda yazarsa yazsın hiç yabancılık çekmiyor. Bu duruma hem hayranlık duyuyorum hem içten içe sinir oluyorum. Bir tane de bilmediğin bir şey çıksın be yazar diye çıkıştığım (kendi kendime tabi) çok oldu. Kıskandığım çok oldu. Haset duyarak değil elbette. Ama yazarımız hep mütevazi.
Saygılar grafspee.
Saygılar İlhan Kemal.
İlhan Kemal
Detaylar... Metinleri değil de filmleri bir süredir detayları için seyrettiğimi farkettim. Bazen çekildikleri mekan, bazen de kullanılan cisimler için. Sadece kol saatlerine bakmak için seyrettiğim bir belgesel dizisi var (Afganistandaki bir operasyonu konu alıyor) Belki de görüntünün verdiği zenginlikle yarışamadığı için sözlü tasvirler bana zamanımın boşa harcandığı hissini veriyor. Dakikalarca Versailles'daki Aynalar Salonun tasvirini okumaktansa resimlerine, flmlerine, hatta sanal turlarına katılabiliyorum. Dönemin müziği kulağımda. Hangi sözlü tasvir bunu orijinalini verebilir? Kaldı ki dediğiniz gibi bulunmadığımız bir çok ortamı görmüş durumdayız. Neyi, kime tasvir ediyorsunuz sorusuna geliyorsunuz.
Son noktada 19. yüzyıl klasiklerinin bir çoğu tefrika olarak yayınlandığı unutmamak gerek. Yazarlar ister istemez tasviri uzatıp daha fazla para alma fikrini de göz ardı etmiyorlardı.
ilk başlarda soğuk hatta sıkıcı gibi gelse de sayılar rakamlar peş peşe ..devam ettikçe nefes alamaya çalıştım uzun süre ..:) duygusal final okşadı yüreğimi ..elinize sağılık. keşke kıyıya vuran hayallerimizin katilini bula bilsek ...her şeye çok daha çok geç kalınmadan. üzerini örtmekle gecmiyorki acılar.
İlhan Kemal
güzel bir "road trip"le başlıyoruz,
baba kızın arasında geçen hem hoş, hem de ortamın sıradanlığını bozan diyaloglar,
öyle ki ilerleyen araçla birlikte çevrede kayan manzaranın yanı sıra rakamlar da havada uçuşuyor.
küçük kızın büyümesine, teknolojinin gelişmesine, diyalogların seviye atlamasına şahit oluyoruz,
biz de tıpkı baba gibi ufaklıkla gurur duyuyoruz bu aşamada.
sonra birden interstellar'dan gözlerimizi yaşartan sahneye benzer bir sahne,
ve öyküdeki solucan deliği bizi aylan'a götürüyor.
yürek burkan bir haber ve bir flashback'ten böylesine güzel bir öykü de ancak sizin kaleminizden çıkardı.
bu arada interstellar ve contact'da oynayan matthew mcconaughey 3. olarak benim gözümde bu öyküde de oynadı, çünkü küçük kız astronot olduğunda baba çoktan gözümde matthew'a bürünmüştü.
elinize sağlık, saygılar..
İlhan Kemal
"rakamlar da havada uçuşuyor"
İçimden bir ses fazla rakam ve hesap koyduğumu söylüyordu ama kendi dinletemedi. Sizin yorumunuz ise tartışmaya nokta koydu. Öykülerde hep bu teknik detaylara takılma riski vardır. Sizin öykülerinizi okurken de nasıl ustalıkla bunları atlattığınıza tanık oluyorum. Ama özellikle bu öyküde ben atlatamadım. Elimden geldiği kadarıyla öyküyü elden geçirdim ama nafile.
Bir ikinci nokta da öykünün sonunda, duvarda olmadığı halde patlayan bir tüfek vardı. Elden geçirirken öykünün başına tüfeği asmadım ama en azından duvara çivisini çaktım.
Siz böyle deyince Matthew Mcconaughey'i arabamın direksiyonuna geçirdim ve yola çıkardım. Gayet şık (ve benden ilgisiz) durdu (Gerçi Interstellar'daki Dodge Ram de benim arabadan daha şık duruyordu). Kızıma ilham verici bir baba olacağından ise kuşkum yok. Saygılarımla.
grafspee
ama öykü o kadar güzel sonuca bağlanıyor ve sonuç öyle beklenmedik ki, eminim sayılarla arası hiç iyi olmayan biri bile fikrini anında değiştirir. çünkü o yolda geçen diyaloglar hikayenin ve aynı zamanda küçük kızın gelişiminin önemli parçası.
matthew'a gelince, hayalimde başta dionysos'u(umarım yanılmıyorum) oturttum direksiyona ama new bern yakınlarında elinde şarapla başının derde gireceği aşikardı. doğal olarak matthew'a sen kullan dedi hayalimde. o yüzden sizi tanısaydım, eminim matthew bu öyküden rol çalamayacaktı. saygılar, selamlar.