DUT AĞACI
Ramazan ayının son günleriydi…
Her bir taşını, ağacını karınca misali birer birer taşıyıp, sevgiyle, emekle inşa ettiği evinin bir odasında hareketsiz ve sessiz yatıyordu.
İki yıldır rahatsızdı. Ancak evinde içeri dışarı girip çıkıyor,uzaklara gidemiyordu.Evin önünde bir tahta divanı vardı. Üzerine oturur,köyü çevreleyen dağları,yamaçları, uzaklardan görünen tarlaları uzun uzun seyreder bazan iç geçirir ; saatlerce burada oturduğu olurdu.Yoldan gelip geçen olursa selamlaşıp hal hatır soruşurlardı.
O tahta divanın üzerinde karşıları seyrederken kim bilir neler düşünürdü.Dağlarda adım atmadığı,ayağının değmediği yer yoktur belki. Kış yaz çobanlık yapardı. Bazan öyle kar yağardı ki batsan çıkamazsın adam boyu… Ayağını basacak kara yer bulmak mümkün değil. Ateş yakar,karı eritip suyuyla abdestini alır,kar üzerinde namazını kılardı. Ne soğuk, ne sıcak, ne de iş telaşı O’nu namazından alı koyamazdı. Yamaçlarda tarlaları vardı. Kara sabanla çift sürer ekin ekerdi. Bütün kazancı alın teri, bilek zoruydu.Bu zorluklar içerisinde yedi evlat büyütmüş,her birisi memleketin bir yerine dağılmış,kimi memur kimi işçi her biri ev yurt sahibi olmuş, kuş misali birer birer yuvadan uçurmuştu hepsini. Yanında hizmetini gören, sabah akşam hep görüştükleri bir oğlu kalmıştı, Cumali. Zaten bir onu tanır olmuştu son zamanlarında.Başkaları yanına geldiğinde,bir aralık tanır gibi olsa da az sonra unuturdu kim olduklarını.Artık o tahta divanın üzeri boştu,çıkıp oturmaz olmuştu üzerine.
Yemeyi de kesmişti artık sadece su istiyordu. Gelen giden, akraba bildiklerince Kur’an okuyorlardı yanında. Yerinden doğrulup namaz kılamasa da bir tespihi vardı elinde, dudaklar kıpır kıpır sürekli zikir ederdi. Çok uzun zaman önce almış olduğu virdini hiç bırakmadı.
Kendini iyi hissettiği günlerden birinde, Cumali’ye demiş ki:-“Oğlum çoktandır cumaya gidemedim. Seninle bir yıkanalım, temizlenelim,beraber gidip en ön safta bir Cuma namazı kılalım-“
Uzaklarda olan oğullarından Ahmet, bayram yaklaşıyor diye izine çıkıp,eşiyle birlikte yengesini de alarak köye gelmişti.Babası,suyu da istemez olmuş ama henüz yaşıyordu.Annesiyle ağabeyi ile biraz hasb-i hal ettikten sonra, Cumali dedi ki:”- kardeş, babamız sağlığında şöyle bir şey söylemişti:”-Ben öldüğümde mezarıma menşei belli olmayan şüpheli bir şey koymayın.Şu dut ağacının fidanını kendi alın terimle kazandığım parayla aldım.Bunu kesip mezarıma tahta yaparsınız.” Emri Hakk vaki olup başımız telaşeye düşmeden ben bu dutu kesip hazır edeyim ne olur ne olmaz-“.
Cumali, bazı dalları kardan,fırtınadan kırılmış ancak gövdesi ve bir iki dalı sağlam olan dut ağacının yanına geldi.Yola doğru uzanan dala baltayı vurduğu an, içeriden seslendiler,” ağabey,babamıza bir şey oldu!”. Az sonra, “tamam geçti” dediler. Cumali,motoru çalıştırıp dutun gövdesini kesmeye başladı.
Bir kaç gündür sudan başka bir şey istemiyordu. Son zamanlarda onu da istemez olmuştu. Bu gün zemzem suyu verdiler birkaç damla, onu reddetmedi. Baş ucunda Kur’an okuyorlardı. Cumali, dutun gövdesini kesti ve dutun devrilip yere düşme sesi duyulurken o da son nefesini veriyordu!
Babaları yoktu artık!. Dolanıp gölgesine sığındıkları ulu çınar, devrilmişti. O an, Mehmet, Cumali ve Ahmet, annelerinin yüzüne baktılar, baba diye seslenecekleri biri kalmamıştı,biri birine sarılmış üç yetimdiler.
İmam İsmail, öğle namazını kıldırmış,eve gelmişti. Her gün olduğu gibi köyüne telefon edip ağabeyi ile konuştu. -”Kardeşim, yeni bir şey yok, görevine devam et,ortalık ramazan, senin görevinin başında olman lazım”- dediler.Hava sıcak olduğundan dışarı çıkılacak gibi değil,evde istirahat ediyordu.Vakit ikindiye yaklaşırken telefonu çaldı,arayan Ahmet idi.”-Ağabey, lafı uzatmaya gerek yok babamızı kaybettik”-dedi. Babasının yaşlı, biraz da rahatsız olduğunu bilen İsmail,her ne kadar iki senedir bu haberi duymaya kendini hazırlamaya çalışsa da gözleri doldu,burun direğinin sızladığını hissetti ve gözlerinden akan yaşlarla birlikte “-İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn”.diyebildi.
Günlerden Perşembe,Ramazan bayramı arefesiydi.Biraz da şair olan İmam İsmail’in dilinden dökülen ilk sözler:
“ Babamın ön adı Cumaydı Cuma,
Tecelli ki yarın günlerden Cuma
Gurbet elde yetim kaldım bu sene
Bir günden az kalmış iken bayrama…”
Kalkıp hazırlanarak dışarı çıktı, önce dairesini arayıp durumu haber verdi, izin aldı.Sonra memleketine gidebilmek için uçak bileti soruşturdu.Akşam saat dokuzda bilet bulabildi.Eşi ve çocuklar,çok önce gitmiş olduklarından gurbette yalnızdı.Acı haberi alıncaya kadar pek önemsemiyordu ama işte şimdi gurbetlik dokunmuştu doğrusu.
İkindi namazını camisinde kıldırıp cemaatiyle haberi paylaştıktan sonra eve gelerek, aklının erdiği elinin yettiğince hazırlanıp yola çıktı. Havaalanına varıp uçak saatini beklemeye başladı. İftarını yapıp uçağa bindi.
Bir bayram günü,köye geldiklerinde babasıyla sohbet ederken, babası”-oğlum ne zaman yola çıktınız” diye sorduğunda,”-Bayram namazını kıldırdım öğleye doğru yola çıktık”-.diye cevap verince,bayramın ikinci günü akşam sırası eve gelen oğluna, “-oğlum baban öldü diye duysan sen gelene kadar ben kokarım”demiş, o da babacığım, o zaman şimdiden hakkını helal et ne olu ne olmaz diyerek şakalaşmışlar,”kat kat helal olsun, Mevla’m kandım diyene kadar sizden razı olsun diyerek mukabele etmişti.”. Sık sık helalleşirlerdi.”- Yerden göğe kadar helal olsun-” derdi hep.Hatırladığı en küçük yaşından son günlerine kadar ne varsa bir bir gözünün önünden geçti gitti..Yine bayram günüydü amma babasının dediği gibi olmuştu…”baban öldü” demişlerdi,ve gidiyordu…
Biraz sonra uçak, Adana havaalanına iniş yaptı.Gece on bir buçuk arabasıyla yeğeniyle Kozan’a geçtiler. Gece saat üç sırası Çatak köyüne varabildiler.
Perşembe günü ölüm haberi duyulunca,akrabalar dostlar,birer ikişer gelmeye başladılar.Hem acılarını paylaşmak,hem ne yapabiliriz, yardımcı olalım düşüncesiyle istişare maksatlı gelen gençler,Cumali’ye ağabey,mezar yeri bellimi,birilerine söylediniz mi ne yapalım kimi çağıralım yollu sual ederken; mevsimin yaz,toprağın kuru olması,bir de ramazan dolayısıyla,işin zor olacağı düşüncesiyle gençlerden biri diyor ki “ağabey falanca kişiye de seslenelim.”Orada bulunan gençlerden biri hemen müdahale ediyor. “arkadaş, Ömer amcamızın kabrini kazmaya, oruç tutmayan bir adamı çağırmak ona saygısızlık olur, biz yaparız merak etmeyin” diyor.
Bayram sabahı, camide sabah namazı kılındı, ardından İmam efendinin sohbeti,vakit gelince bayram namazı kılındı.Namaz sonrası,bütün köylü sıraya girip bayramlaştılar. Her gelen,”bayramınız mübarek olsun, başınız sağ olsun” diyordu.Öyle bir hal ki,sanki önüne bir tabak bal koymuşlar,içine de biber atmışlar.Hayat böyle bir şey, acı da tatlı da bir arada.
Saat dokuz sıraları, Cuma Ömer amca, acı tatlı anılarıyla dolu dünya evinden bir daha dönmemek üzere ayrılıyordu. Geride altmış seneden fazla birlikte yaşadığı, bir an bile ayrılmadığı eşi, çocukları ve sevenlerini bırakarak ebedi aleme gidiyordu.
Cenazeyi evden alıp ğasilhaneye getirdiler. Köyün İmamı, kendi oğlu imam İsmail ve diğer oğlu Mehmet,birlikte yıkayıp hazırladılar.İsmail,zaman zaman gözleri doluyor, o bayram günü konuştuklarını hatırlıyor-“Baba, bak geldim” diyordu içinden.
Belki de o güne kadar böyle kalabalık bir cenaze merasimi olmamıştır. Belki hem bayram hem de Cuma olması da bunda etkiliydi.Ancak gelen herkesin,taziyelerini belirtirken “babanız gibisi çok zor gelir.”demesi oğullarının bir yandan teselli olmasına, bir yandan da acep O’nun yerini doldurabilir miyiz.Sorusunu kendilerine sormalarına sebep oluyordu.
O kalabalık cemaatin önüne tabut yerleştirildi .Günlerden Cuma,hem de bayram;Cumali’ye demişti ya “oğlum hazırlanır gideriz, en önde bir Cuma namazı kılarız” diye…Evet öndeydi işte! Ama imamın da önünde…
Yıllar yılı emek verip okuttuğu,umut bağladığı,zaman zaman sohbet ettiği, sohbetini dinlemeyi çok sevdiği,mihrapta minberde gördüğü zaman,sevincini “elhamdülillah” diyerek ifade ettiği oğlu İmam İsmail,yine görev başındaydı,Önce helallik aldırdı,s onra,Allah için salâta,Rasulüllah için salâvata, meyyit için duya er kişi niyetine…Diyerek babasının cenaze namazını kıldırdı.
Biraz sonra dostların omzunda yola çıkan Cuma Ömer amca, Oğulları Cumali ve İsmail Hakkı’nın kollarında,dut ağacından kesilen tahtaların arkasında Cuma namazından önce istirahate çekildi.
Gidenin yeri dolmuyor, hatırlandıkça ince ince bir sızı çöküyor insanın yüreğine.Ve İmam İsmail Hakkı acısını mısralarla paylaşmaya başlıyor…
Toplandık sılaya bayram sabahı
Koydu sinemizi derde babamız.
Durup dinlemedi ahı eyvahı.
Mekan kurdu kara yerde babamız.
Serin yaylaların yıkık damları,
Cana koydu kederleri gamları,
Kıraç tarlamızın kızıl çamları
Deyin bana hani nerde babamız
Ekin tarlamızın tozludur yolu,
Harmanın kıyında bir karaçalı,
Hasreti gönlümde gözlerim dolu
Hayalimde perde perde babamız…
*Tüm geçmişlerimiz için Üç ihlas bir Fatiha…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.