- 495 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
YANILMA PAYI...
Düşünsel yetilerimin ahenkle kabından taştığı ilk gün…
Tanışıklığımın evrensel hitabet edimi altında ve yansıtabildiğim ölçüde geç kalınmışlığın telaşıyla devinen satırlar her biri benden ve evrenden fazlaca parça taşıyan. Kalbimin durağan atışlarına eşlik eden yaratıların arzu dolu isteklerinde hüküm giymiş ve sorumlu kılınmış varlığımın bir türevi bir o kadar sıkılgan ve doğurgan.
Nedensiz söylemler hep sıkmıştır canımı: Yargısız infazlar, mütereddit ruhların işgali altındaki yeryüzü ve tahakküm gücüyle sayısız donatının kaynağı ve müsebbibi yine insanoğlu.
Bölük pörçük hatırladığım anların ve suretlerin izdüşümü olması gerekiyordu an itibariyle yazmakta olduğum. Gizil tanıklığında Tanrı’nın ve evrenin, yolumun kesiştiği ulvi bir yaratı dürtüsü. Yaratıldığıma duyduğum şükür duygusu ve saklı yanımın pervasızlığı belki de iç dökümünde en temel etken. Diğer bir deyişle aşk’ın izafi bileşkesi ve dokunuşu.
Yaratıcı’nın hükmündeyken her bir varlık ve sorumluluğumuzda iken geliştirdiğimiz her bir davranış.
Bireysel olmamızın ötesinde psiko-sosyal varlıklarımız ile hibeli iken evren denen kaosa.
Gerçekler ve içinde yanılma payı bulunan her bir ritüel, her bir dokunuş eşsiz bir nüansla hayat çemberine bizleri müdahil eden öbek öbek ve iniltileri ile yürek burkarken ölü ruhların yarattığı o karmaşa ve nitelendirilirken ‘’düzen’’ denen mefhumla. Her bir düzensizliğin koşullu birlikteliği belki de adına düzenek denen.
Aşk’ın hafif meşrep tanısı soyutlanamadığımız ve o cilveli, nazenin tınısı duymaktan kendimizi alamazken. Neden sorgulayıp betimlemeye çalıştığım sorusu ise sonraları şahit oldum ki; aşk çemberinin içine kıstırılmış bir keşiş gibi devinmekteyim kendimi bildim bileli. Hiçbir dayanağı olmadan ve kayıp iken tüm o somut veriler rağbet görmediğim ya da görüp de muhatap olmadığım. Oysaki tek kıvılcım yetmekte alev alev yanmak için.
Yanıp tutuştuğum ateş çemberi ve kıstırıldığım, duyumsayıp nakledemediğim görüp de intikal edemezken ve devre dışı kalmış bir mekanizma yetilerimden bihaber yetisiz addederken kendimi hatta addedilirken özgürlüğün çağrısı, o yanık kokusu ve Tanrı’nın size dokunuşu ne bir farkındalık ne bir serzeniş ama çağlayan bir yürek sesi var olduğunun bilincinde ve ispatında anbean uzaklaşırken tüm soyut varsayımlarla ve yaklaşırken o gizil birlikteliğe adsız, tanısız, istifli, muğlâk ama tek gerçek.
Kıyısından geçip düşmekten son anda kurtulduğum o dipsizlik hatta nice teşebbüs yokluğa dâhil olmak adına ve varlığına kani olmak kalemin her haykırışında.
O kadar bariz ki: Tüm olup biten özgürlüğümü ilan ettiğim o beyaz bulut yığını mürekkebin varlığı ile tümlenirken ve ilerledikçe dakikalar dolup taşan ve dingin bir huzurluğa ramak kala.
Arada gelişen ataklar satır arasında duraksadığım her yeni cümlede hatta farkında dahi olmadan.
Gerçekçiliğin yanılgısı mı yoksa tüm olup biten gerçeği her seyredişimde duyduğum kaygı belki de.
Evrenin vazgeçilmezi olmak adına vazgeçtiklerim mi ya da vazgeçilip seçeneksiz kalan bir korkuluk…
Bir öğe mi bir hiç mi?
Yoksa neye tekabül ettiğini bilmeyen sıradan bir imge mi haksızlıklara muhatap ve alabildiğine edilgen…
Yap-bozun bir parçası tüm kaybolmuşluğumla nereye ait olduğunu bilmeden vermiş iken benliğini ulu orta.
Kimliksiz düşlerin dökümü mü türlü çılgınlığa olan tahammülsüzlüğüyle normal tanımlamasına denk olmak adına soyutlanmışken hayallerinden ve yüreğindeki aşktan…
Bir bilinç kaybı belki de her yaşadığım ve yitik aklımın nazarında anlamakta zorlandığım tüm o davranış kalıpları ödün vermemek adına canhıraş bir telaşla öykünürken çocuk ruhuma.
Suskunluğun gölgesinde mağduru oynamak kazan kaldırmış iken benliğim. Sırıtık bir yüzün aslında tek tesellisi değil mi o döktüğü gözyaşı?
Sıradanlığında ya da sıra dışılığında ne varsa sahip olduğunuz o koruma içgüdüsü belki yetersiz ama en azından hakkaniyet ölçüsünde sahip çıkmak.
Yazdığım her paragrafta yitirdiğim hafızamın bana oynadığı oyunun kayıt dışı kurallarında hayat bulmak.
Gerçek dünya her ne kadar vazgeçilmezimiz olsa da unutmamalı ki şu sefil varlıklarımızla sıradanlığında evrenin asla vazgeçilmez değiliz.
Keşke’lerden ve ama’lardan örülü bir dünyanın ironik bir tanımı belki de algıladığımız her kavram ve türevi iken her bir edim. Ve eşlik eden her kim ise sahip olduğu o estetik bilinç ile kelimelere ruh katan ve kelimelerin öznel dünyasının bir uzantısı olduğunu algılayıp gelişen o diyalektik varoluş. Kısaca iki özgür irade ve dünyanın somut işbirliği ki kralcı bir dünyanın oksijensiz kaldığımız her bir santimetrekaresinde soyutlanmış iken istilasından tüm o gerçek dışı varsayımların. Farkındalık kazanırken gelişen o bakış açısı: Zor belki de ya da tahmin edilenden kolay ama tek gerçek varlığın yadsınamaz tepkisi.
Kendi özgürlüğümüzü hissettiğimiz ölçüde başkasının özgürlüğüne saygı duyarız; başkası bizden ne kadar çok şey beklese de biz de başkasından o kadar çok şey bekleriz.(Alıntı)
Kimliğimizin yadsınamaz gerçekliğinde her yazınsal yapıtın bir çağrı olması varsayımından hareketle özgün ruhumuzun özgürlüğünü ilan etmesi kadar net ve yalın belki de görüntüde eşlik eden o karmaşa.
YORUMLAR
Paylaşmanız vesilesiyle yazınızı okumak imkanım olduğu için mutluyum...Konuyu işleme şekliniz ve tarzınız okumaya keyif katmakta. Güzel paylaşımınıza,edebiyata verdiğiniz emeğe ve yaşattığınız okuma keyfine teşekkürler... Tebriklerimle... Saygıyla...
Gülüm Çamlısoy
Yüreğiniz dert görmesin.
Selam ve saygılarımla değerli hocam...