- 1521 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
Yar Giderse Geri Gelmez
“Kimse sormadı da zira gerçekten de kimsenin umurunda değildi Apo. Oysa nelere muktedir olabiliyor en umulmadık şekillerde hüküm süren bedenler. Bunu en iyi ben biliyorum galiba. Eğer artık yaşamıyorsam işte bu Apo’nun kaale alınmamış, boş verilmiş hatta asla akla getirilmemiş varlığındandı. Neyse...”
Lokantanın kapısında durdu. İçeri doğru tanıdık bir göz arayan bakışlarını yöneltip, ellerini bir birine sürtüp, ağzını şapırtatarak baktı. Hazır siparişi almak için tezgaha yanaşan garson, bir bıkkınlık işareti olarak havaya kaldırdığı kolları, hızla kapıya yanaştı.
* Öykümde kullandığım fotoğraf/resim bana ait değil, internetten alıntıdır.
YORUMLAR
Öykünüzün baş kahramanı Apo ' gibi dursa da ' bana göre , aslında kendi içimize birer ayna tutar gibiydiniz .
Ezilmiş insanların diğer insanlardan tek farkı hayat denen bu uzun karmaşanın adil davranmaması bana göre ' ve feodal toplum düzenin bir uzantısı ..
keyifle ve azimle okudum:) selamlar elinize emeğinize sağılık ..efendim..
nitemtran
Teşekkürler
Arada bir öykülerinizi de okumalıyız elbet..
Yazmayı sevdiğiniz uzun cümleleri öykülerinizde aramalıyız ve bulmalıyız da:
"Hayatında ilk kez ve sırf onun davetiyle girdiği lokantanın duvarlarına asılı saçma sapan kah köyde bir koyun sürüsünün başında kaval çalan çoban, kah boğazda henüz bitmemiş köprüden üretilmiş ışıklı Boğaz köprüsü, kah kapkara iri gözleriyle ağlayan masum çocuk resimlerine bakar gibi yapıp verdiği mercimek çorbası siparişini beklerken şaşkın ve heyecanlıydı."
Irk gibi, din ve mezhep gibi şeylerin altı çizildiğinde kör göze parmak sokulmuş hissi yaratıyor okuyanda. Bunları meyvenin içindeki tat gibi hal ve durumların içine saklayarak mı belirtmeli acaba?
Aşk içerikli başlıkların (ve yazıların) daha fazla ilgi çektiğini gördüm sitede. Okumaktaki önceliğimiz aşk ne yazık ki. Öyküdeki aşk biraz daha geri planda kalmış gibi, bu yüzden başlıkla içerik bende de çok örtüşmedi. Öyküde başlık olabilecek çok daha uygun ve çarpıcı ifadeler var aslında..
En çok Apo'nun karakterindeki tezatlığı sevdim, çok insanca buldum.
Çerkes, Arnavut, Kürt gibi sivrilmiş uçları bir parça törpülerseniz çok daha keyifli, çok daha akıcı olacak öykü..
Yeni öykülerde buluşmak dileğiyle..
nitemtran
Aslında öykü tamamen aşk teması üstüne kuruluydu. İsmi de o yüzden seçildi. Sonra, yani kaleme alındığı gece ne olduysa oldu, bu hale geldi. Dolayısı ile aşk ikinci plana düşerken ismi de iğreti duruma düştü. Dikkatli okurlardan kaçmamış bu.
Çerkes, Arnavu ve Kürtleri nasıl törpüleyeyim?
Teşekkür ederim vakit ayırdığınız için. Sağlıcakla,
Tante Rosa
Çerkes, Arnavut, Kürt; bir romanda olsa çok gelmezdi bu çeşitlilik, sanırım bir solukta okunacak bir öykü olduğundan çok geldi.
Apo'nun üzerinden verdiğiniz insan ruhundaki tezatlık aşktan çok daha çarpıcı bir durum. Aynı şekilde ırklardan da öyle, hepsinin paydası insan olmak, insanın gelgitleri hepsinde ortak.
Bırakın bu şekilde kalsın, Apo'yu başka bir öyküde etraflıca anlatın.
Vakit ayırıp okuyunca da hak sahibi olup -benim gibi- bir şeyler talep ediyor okur..
Siz hepsini boş verin, nasıl biliyorsanız öyle yapın, su akar yolunu, öykü akar yönünü bulur..
Sağlıcakla..
Tante Rosa
Bir kaç yazılarınızı okuduğumda bugün, sınıfta kaldığımı düşündüm, gramer, anlatım ve yazım tekniklerini kullanımız harikayydı. İlgiyle okudum sanırım benim çok okumam lazım...
hem yorumda, hem akademik analizlerinizle hem de düz yazılarda çok başarılısınız..
Sayfaya bırakılan yorumlardan sonra bana sizi takip etmek ve tekrar okumak kalır
En içten saygılarımla hocam
hocam affınıza sığınarak söylüyorum. bu sefer ki başlık beni cezbetmezdi. yani merak ettirmezdi içeriğini. neden söylüyorum bunu. çünkü bu bamtelimi titreten kısacık harika öyküyü bu başlık taşıyamamış. hele öyle bir cümle var ki, "Oysa bırakın kızmasını, artık yaşamıyorum ben". bilmiyorum yaramı mı deşti nedir, koyuverdim kendimi.
sonuçta da bizi tamamen uçuruma sürüklemeden ucundan döndürdünüz. kızmıyor recep apo'ya. mantıklı bir açıklama arıyor. hatta son yaptığı eylemden mutluluğunu dile getiriyor. biz de böylelikle recep bile kızmazken bize mi düşer öfkelenmek diyoruz. işte böyle yazarın elinde herşey. duygularımızı istediği gibi yönlendirebilir ve siz iyi bir yazarsınız hocam.
elinize sağlık. saygılar.
nitemtran
Aslında haklısın evet. Zira uzun ve konusu hayli farklı gelişen bir öyküyü evirdim güncele. Pek de doğru bir şey olmadığını anladığımda çok geçti. Tabiatıyla asla aklıma gelmeyen bir detaydı başlığı. Gerçekten de başlık ve öykü ne kadar alakasız kalmış.
Bu öyküyü topyekün bir rektifiyeye almak farz oldu.
Sağlıcakla,
Hüzünlü bir hikaye.
İnsanı hayal aleminin derinlerine sürüklüyor cümleler.
Ve,
insan sevgisinin varabileceği doruk nokta.
Cesedini mezardan çıkar,
git, Eyüp Sultan Camisinin haziresine defnet.
Kim istemez böyle mübarek bir mekanda ebedi uykuya yatmayı?
Büyük şehirlerin kocaman mezarlıkları hep korkutmuştur beni.
Biz alışmışız yüce dağların başında, deniz manzaralı, göçmen kuşların geçerken bir soluk almak için dinlendikleri, kuzey rüzgarlarının sarıp sarmaladığı, yağmurların sabah akşam yıkayıp suladığı özgür mezarlıklara.
Kocaman servilerin yanında,
eğrelti otlarının sarıp sarmalamasını isteriz biz mezarımızı baharda.
Kendi başına yetişen, yağmurla sulanan kır çiçeklerinin renklendirdiği mezarlıklara alışığız biz.
Eşimin amcası vefat ettiydi İstanbul'da, çocukları alıp köye, belki de Karadeniz bölgesinin en güzel mezarlığına götürme yerine, Eyüp Sultan Camisinin mezarlığına defnetmişlerdi.
Bir gün ziyaretine gitmek istedik.
Caminin arkalarında bir sokağa çıkardılar bizi önce.
Zar zor aracımızı park edecek bir yer bulduktan sonra,
mezarlığın içindeki taş kaplı bir yoldan,
yaya olarak Haliç istikametine yürüdük biraz.
Daha sonra, mezarların duvarları üzerinden sıçrayarak,
epeyce de bir zahmet çekerek bir mezara ulaştık.
Sanıyorum uzun zaman önce ölen bir başka kişinin üzerine defnetmişler.
Ve,
burada mezar yeri bulmak, öyle her babayiğidin işi değilmiş.
Daha sonra,
İstanbul'dan temelli ayrılma zamanımız geldiğinde,
vedalaşmak için gitmiştik de,
bulamamıştık merhumun mezarını.
Hikayenin sonu,
bu anımı getirdi aklıma.
Gerçekten de,
büyük şehir mezarlıklarında, mezar havası var.
Bizimkilere vardığında ise,
yaylaya çıkmış gibi oluyor insan.
Enteresan bir yazıydı.
Bayağı bir mezarlık muhabbeti yaptırdı bana finali.
nitemtran
o anlattığın mezarlık manzaraları eskidendi. Osmanlıdan miras ya, hepsi kendi kaderine terk edilmiş birer çöplük halindeydi. Şimdi bir görsen!? Çok şaşırır, belki de mutluluktan ağlardın.
Tüm hazireler tek tek mezar taşlarına kadar onarıldı, duvarları örüldü. Tertemizler...Kim nerede yatıyor tüm kayıtlar bilgisayar ortamına geçildi. Şimdi gelseniz mutlaka bulurdunuz merhumun nerede yattığını.
Öykülerimden de anlamışsındır, ben Eski Yarımada'nın hayranıyım. Moskova'da yaşıyorum ve her geldiğim de ilk fırsatta oralara, camilere, mezarlıklara atıyorum kendimi. Nasıl bir mutluluk yaşıyorum, işte onu bu gönül bilir. Ben de bunu yapan Tayyip'e oy vermeyi iki elim kanda olsa bile atlamam, gerekirse bir saatliğine İstanbul'a uçar, oyumu verir geri dönerim.
Sevgiyle kal dostum.
günümüz sinemasının ve de romanının artık çokça kullandığı sonuçtan başlayıp bölüm bölüm olayı aydınlatma tekniğiniz çok hoştu. fakat ben bir cinayet için yeterli sebep sunmadığınıza inanıyorum. o kısmı çok kısa kestiğinizi düşünüyorum. gerçi insanları iyi kötü diye ayırmak çok önceki dönemlerin saçmalığı. iyi tam iyi, kötü tam kötü şeklinde olan öyküleri okumam bile. çünkü bu saçmalığa inanan bir yazar gerçek anlamda yazar olamaz. siz apo'yu serseri, utanmaz, kaba belki kıskanç olarak çizdiğiniz portresini cani olarak tamamlıyor ama sonrasında pişmanlık duymuş içli (keman) bir insan olarak baştan çizdiniz ve affedildiğini maktulün sözleriyle ikrar ettiniz. cümleler çok yerindeydi. yalnız bence bir öykü yazılırken mümkün olduğunca konuyu çok çetrefilden korumakta fayda var. çok karakter öyküyü sıkıcı yapar. olayı çözmek için okur çok uğraşmamalı. çok karakter kullanılacaksa bunların bağlantısı üzerinde daha çok kafa yorarak daha basit bir dille yazmak en iyisidir. bunlar benim görüşlerim. çok yazmakta becerikli değilim, hızlıca da yorum yazamam. bundan dolayı ancak çok beğendiğim yazı ve şiirlere yorum yazıyorum. tebrik ederim, saygılar.
nitemtran
Kesinlikle haklısınız. Cinayetin sebebi hayli zayıf hatta zorlama oldu. Bir kere böyle meczup bir adam için milliyet asla bir cinayet sebebi olamaz. Üstelik Apo ismi de düşünülmeden konuldu. Dikkat etmeliydim. Yakışmamış. Elime bir daha alacağım.
Apo,Recep,Leyla ve Bakkal, karakterler gerçekten de çok mu? Yoksa başka bir şeye mi dikkar çekmek istediniz?
Sağlıcakla
Giriş, gelişme, sonuç klasiğinde giden yazıları -eğer çok ama çok etkileyici yazılmamışsa- okumaktan sıkılırım. Hele hele hemen hemen eli kalem tutan herkesin yazdığı cümlelerden ibaret öyküleri gördüğüm yerde kaçarım. Dünyada söylenmemiş söz, nakledilmemiş hikaye kalmadığına inananlardanım. O yüzden bilineni farklı yollarla anlatmaya çalışan yazıları severim. Sizin yazınızda olduğu gibi. Giriş gelişme sonuç sarmal bir halde. Okuru sürekli uyanık tutuyor bu tutum. Tek noktayı kaçırdığınızda öykünün anlatmak istediğini de kaçırmış olursunuz. Klasik anlatımlarda yazıya şöyle bir bakınca bir sonraki gidişatı tahmin etmek mümkünken bu tür anlatımlarda bu çok zor iştir. Yalnız bir noktaya takıldım: Olaya ırk işi girmese imiş daha iyi olurmuş sanki. Malum, popüler bir konu. Geri kalan herşey güzel bana göre.
Acıklı bir son. İnsan öldürmenin bu kadar bedava olduğu çağımızda hala acı son diyebildiğime de şaşırıyor ve şükrediyorum.
Kutluyorum sayın yazar. Sizden beklediğim değerde bir çalışmaydı.
Saygılarımla.
nitemtran
Sonra fırsatım olduğu öğle üzeri sitede okudum. Bırakın adamın adının Apo olmasını (tüm gece hiç farketmedim inanırsanız.) , ne kadar çok mantık hatası buldum anlatamam. Aslında sizlerin yorumu olmasa ve sayfamda garip şekilli boşluk kalmasa kaldırmayı bile düşündüm.
Emek verip okuduğunuz için teşekkür ederim.
Merhaba Nitemtran,
Bu gün okuduğum öyküler gerçekten güzeldi, okuduğuma değdi.
Herhangi bir yazıyı okuduğumda sonunda bir şeyler anlatmak istediğini bana haykırmıyorsa, salt etrafta gördüklerini cilalı cümlelerle anlatıp geçiyorsa, kısaca bir sona ya da amaca hizmet etmiyorsa yazıyı okuyunca, akşama kadar kan ter içinde çalışıp akşam eve giderken gündeliğini düşürmüş bir işçi hissi uyandırır bende.
Bu yazı öyle değil, örnek; “Hayatın acı veren yönlerini herkesten çok hissetmesini sık sık dostlarına anlatırken sebep olarak hayatında bir gün olsun çalışmamış olmasını değil, yaşlılığını öne çıkarıyordu.”
Bu karakterlerden ne çok var etrafımızda değil mi? Çoğumuz saf saf dinleyip bir de yetmezmiş gibi ‘Dokunmayın şu garibana’ deriz.
Tembelin adı ne çabuk gariban oluyor, şaşarsınız beri tarafta.
Marlo Morgan’ın Bir Çift Yürek adlı romanında Aborjinler derki, ‘Hiç kimse işe yamayacak kadar yaşlanmaz’ Bir de, ‘Bir insan ölmeden önce yeteneğinin farkına varamaz ise o insan boşuna yaşamıştır’
Oysa kahramanlarımızdan Apo’nun keman çalma yeteneği var ama o bu yeteneğini kullanacağı yerde kendince doğru, bize göre yanlış olan körü körüne inançları uğruna sefil bir hayat yaşamakta.
Kendince bu inancı öyle kuvvetli ki, öldürdüğü adamın mezarını değiştirecek kadar. Mezarı değişince ölünün daha rahat uyuyacağını mı düşünüyor, yoksa sızlayan yüreğinin sesinimi kısıyor kemanıyla orası muamma.
İşte bu öykü günümüz Türkiye'sini çok güzel anlatmakta.
Tam da bu günlerimizin öyküsü… Okuyup ders alınası bir çalışma.
Eline, yüreğine sağlık, çok beğenerek okudum. Yevmiyem cebimde duruyor :)
Saygılar.
nitemtran
Saygı bizden efendim.
Tezatlardan çıkan güzellik.
.... gibi yle biten cümlelerdeki benzetme ustalığı...
Hasan Hüseyin'in dediği gibi,
"Acıyı bal eylemiş" bir yazı.
Yorumlara verdiğin emek tartışılmaz.
Ama arada da olsa yaz ki, susuzluğumuz giderilsin...
Selamlarımla sevgili Dostum...
nitemtran
Ayırdığınız zaman ve güzel sözleriniz için teşekkür ederim Bedri Bey.
Değerli dostum