2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
652
Okunma
1985 yılıydı. Özal’ın telekomünikasyon devriminin ilk yıllarıydı. Gümüşhane’ye tayin edildim. Evi arayacağım. Telefon kulübesine gittim. Numaraları çevirdim. Hanım karşımda. Arada santral yok. Bekleme yok. Yıldırım telefondan da –ne hikmetse adı gibi de hiç çalışmazdı ya, neyse- hızlı. Anında görüştük.
O zaman kendi kendime söylemiştim. “Türkiye artık eski Türkiye değil, değişiyor.” diye.
Gerçekten de çok şeyler değişti aradan geçen 23 senede.
Türkiye dışa açıldı. Telekomünikasyon şebekeleri büyürken dünya küçüldü. Cep telefonları artık uzakları yakın, özlemleri aşılır kıldı.
Bu değişim insanların hayatlarında böyle de, devletlerin hayatında nasıl?
Elbette oralarda da birçok yasal ve yapısal değişimler oldu.
En azından daha bundan 30-40 yıl evvelini biliyoruz. Radyoların günlük hayatımızda başrollerde olduğu yıllar.
Hergün olmasa da en azından bir iki haftada bir ihtilaller olurdu. “^Dünyanın bilmem hangi ülkesinde ordu yönetime el koydu.” gibisinden haberler duyardık. En fazla da Orta Amerika ülkelerinde olurdu bu darbeler.
Ama nasıl? Silahlı kuvvetleri elinde bulunduran subaylar, gidişatı kendilerince beğenmedikleri her dönem yönetime el koyardı. Gidenler de subaylardı, gelenler de.
O devirlerde süper güç ABD ile komşumuz Rusya’nın başını çektiği Varşova Paktı rekabeti vardı. Hangi ülke bu paktlardan birine yanaşırsa doğal olarak diğerinin hasmı olurdu ve bu bitmek tükenmek bilmeyen rekabet dönemi içerisinde ülkeler neredeyse kaynaklarının büyük bölümünü silahlanmaya ayırırlardı.
Sonra devir değişti. Varşova Paktı sahneden çekilince meydan NATO merkezindeki asıl güç ABD’ye kaldı. ABD’liler artık kendi çıkarları için eski müttefiklerini bile tanımaz oldu.
Tükenmez bir iştah ile sağa sola saldırmaya başladı. Enerji kaynakları, su ve deniz yolları, uzaydaki gezegenler ve yıldızlar bile ABD’nin malı görülmeye başladı neredeyse.
Onları elde etmek için çeşitli senaryo ve filmler tezgâhlandı. Sonuçta tek kutuplu hale gelen dünyamızda huzur ve rahat bırakmadılar.
Ülkemizde de durum dünyadan farklı sayılmaz.
Geçmişte siyasi çatışmaların yoğun yaşandığı yıllarda olduğu gibi bugün de olaylara tek taraflı bakmaya başladık.
“Benim adamım demişse doğrudur. Seninki söylemişse yalan.”
“Demokratik haklar ve ifade özgürlüğü olsun ama benim için; sana gelince bekleyeceksin.”
Bir türlü adam gibi hoşgörü ve uzlaşı toplumu olamadık gitti. Tabii huzura da eremedik.
Oysa artık devir değişti.
Başta söylediğimiz telekomünikasyon devrimi dünyayı küçülttü. İnsanlar artık her şeyin farkında. Kimse koyun gibi bir yerlere güdülmek istemiyor. Neyi, ne zaman yapacağına kendisi karar vermek istiyor.
Halkın büyük kısmının desteğiyle iktidara gelen AK Parti hakkında Anayasa Mahkemesi’nde açılmış kapatma davası var. Bu süreç devam ederken, içlerinde birçok emekli subay, işadamı, siyasetçi, üniversite hocası ve gazetecinin de sanık olarak yer aldığı “Ergenekon” adlı dava açıldı. Bu davada sorulama ve tutuklamalar devam ediyor.
Bu nedenle her ikisi hakkında da yorumda bulunmuyoruz.
Her iki dava da diğerleri gibi “bağımsız yargı”nın kararları istikametinde sonuçlanacak.
Bizler de kararların gerekçelerini okuduktan sonra ancak bilgi sahibi olacağız ve yorumda bulunabileceğiz.
Elbette her ikisi de 85 yıllık Cumhuriyet tarihinin ender görülen vakalardandır ve önemlidir.
Sonuçta kazanan Türk halkı ve demokrasisi olacaktır diye ümit ve temenni ediyoruz. Etmek de istiyoruz.
Zira dünya tarihine göz atanlar her zaman görmüşlerdir ki, hiçbir demokrasi emekleme dönemi geçirmeden, sancısız, zahmetsiz ve sıkıntısız gelmemiştir.