- 564 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
EMRE...
Hayalimdeki kendim’den uzağım kaç zamandır. Kendimi bildim bileli tüm çözümlemeler olası ihtimallerle zihnimin odalarını tıkış tıkış doldurdu.
Öncesi var mıydı da sonrası demek geçiyor içimden her seferinde. Peki, sonrası var olacaktı da neden an’ın üzerini çizdim? An bellediğim ara duraklarda inip binme telaşı ile deviriyorum günleri hatta ömrü.
Katran karası hükümlerle gölgelenirken belli belirsiz üstelik…
Hep var mıydım da yokluğa icabet ettim? Yoktum madem onca yıl neden varmışım gibi davrandım? Ya, hayatımdan geçen insanlar hiç mi olmadı da şu an yanımda değiller peki onların bende bıraktığı izler neyin nesi?
Emre… Hatta soyadı bile hatırımda ki akılda kalıcı idi fazlasıyla tıpkı kendisi gibi. Kim mi Emre? İlkokuldan sınıf arkadaşım.
Çocuğun gözleri yeşildi ki en bariz kalan aklımda belki de gözleri ve hep yeşil kıyafetler giydirirdi annesi önlüğünün içine. Yeşil harici hiçbir renk barındırmazdı. Yeşilin her tonu pantolon ve kısa paçaları.
Boyu uzadıkça daha da çekerdi paçaları pantolonunun. Yoksa gelişen kemikleri miydi isyan eden bunca dar bir kalıbın içine sığmaya çalışırken?
Ben de sürekli bir şeyler sığdırmaya çalışırdım ama çantamın içerisine. Çantamdı hep ama hep ağır çeken hatta tam bir külçe. Ama Emre’nin pantolonu idi hep boydan çeken. Bir gün bir yıl derken okul hayatımın neredeyse ilk yarısında annem getirip götürürdü beni okula her ne kadar isyan etsem de. Emre ise tek başına gidip gelirdi. Ve diğer çocuklar…Ne var ne yok tıkardım çantaya belli ki çoğunluğun dolduruşuna geliyordum. Lakin sınıfta çanta taşımayan tek kişi idi Emre. Nasıl da dalga geçerdi sınıftakiler. Ve beslenme çantasında sadece su bulunurdu. Kimseden de bir şey talep etmezdi ki önemsemezdi etrafındakileri her ne kadar mercek altında incelendiğini fark etse de çocuk aklıyla. Biz fazlasıyla önemserdik ama özellikle de renk renk pantolonlarını.
Güzel gözleri hüzün ile dolarken birkaç kez rast gelmiştim koridorda sessizce ağlarken:
‘’Emre, ne oldu ağlıyor musun?’’ demem kalmaz hızlı adımlarla uzaklaşırdı yanımdan.
Garip olan Emre miydi yoksa bizler miydik sanırım acımasızlığımız daha o yaşta esir almıştı ufacık bedenlerimizi ve ruhumuzu.
Öğretmen farklı davranırdı Emre’ye her nedense. Geçiştirirdik çocuk aklımızla. Ve her beslenme saatinde yanına çağırırdı Emre’yi. Fısır fısır konuşurlardı.
Sınıfın en haşin iki yumurcağı sık sık sıkıştırırlardı Emre’yi bir köşeye ve karın boşluğunu yumruklarlardı zavallının.
‘’Muhallebi çocuğu, hadi anlat. Ne dedi öğretmen sana?’’
Ağzını bıçak açmazdı oysa ve kırmızıya çalardı suratı. Hep mutsuzdu ve hep suskun. Vardı bir derdi lakin tek kelime çıkmazdı ağzından. Derse fazlaca iştirak etmese de hiç mi hiç üstelemezdi öğretmen.
Sınıftakiler delil toplama peşindeydi Emre’nin deliliğine toz kondurmazken. Ne acımasızlık!
‘’Oğlum, uzat paçalarını. Ne o kumaş mı yetmedi yoksa?’’
Artık slogan bellemişlerdi. Kendini bilmezler ne zaman Emre’yi tek başına görseler cürümlerini sürdürüyordu.
Yaz tatiline şunun şurasında kaç gün kalmıştı demeye kalmadı ki bizler iyice sermiştik postu. Sıcak ve bunaltıcı havada öylesine pestilimiz çıkmıştı ki yaramazlığa bile fırsat bulamıyorduk. Hele ki verilen yaz ödevleri akla zarardı. Belli ki koca yıl yaptığımız yaramazlıkların acısını çıkarıyordu öğretmenimiz.
Devamsızlık had safhadaydı. Bir yandan tatil planlarımız havada uçuşuyordu.
Zile az bir zaman kalmıştı ki bir hışımla sınıfın kapısı açıldı ve gençten bir ada girdi sınıfa. Ne kadar da Emre’yi andırıyordu.
‘’Hoca hanım…’’demesine kalmadı ki öğretmenimiz inanılmaz kızgın gözlerle bağırmaya başladı:’’Burası Dingo’nun ahırı mı?’’
‘’Çok çok özür dilerim. Bu…’’
Tıktı öğretmen lafı adamın ağzına.
Adamın da yeşil gözleri vardı ve hüzünle bakıyordu.
Öğretmen bas bas bağırmaya devam ediyordu adamı dinleme zahmetine bile katlanmadan. Belli ki sıcak iyice germişti sinirlerini.
‘’Emre’yi götürmeye geldim’’ demesiyle tiz bir çığlık çalındı kulağımıza:
‘’Dayı yoksa yoksa anneme…’’
Bağıran Emre’ydi. Adam kürsüye yaklaştı:’’Çok özür dilerim ama acil.’’
Emre koşarak gelmişti dayısının yanına ve döndü öğretmene:’’Çıkabilir miyim?’’
En az öğretmen kadar şaşkın ve merakla olaya kitlenmiş ve olanlara akıl sır erdiremiyorduk.
Ertesi gün gelir diye bekledik Emre’yi ve bir sonraki güne ve daha sonraki günler. Ne var ki Emre’yi bir daha hiç görmedik.
Karnelerin dağıtıldığı gün yine bekledik Emre’yi ve boşa çıktı umutlarımız.
Bizler tüm acımasızlığımızı unutmuş Emre’nin yolunu gözler olmuştuk ve bir o kadar özlemiştik.
Toplu halde resim çektirirken okulun son gün öğretmenimiz titrek bir sesle konuşmaya başladı:
‘’Çocuklar keyfinizi kaçırmak istemezdim ama Emre aramıza dönmeyecek.’’Ve kısa kesti konuşmasını sarf ettiği son cümle ile:’’Maalesef Emre’nin annesi…’’tamamlayamadı sözünü. Yığılıp kalmıştı sınıfın ortasında.
Güç bela yetişti imdadına diğer öğretmenler ve veliler. Zorla da olsa kadıncağız ayılmıştı. Sapsarıydı yüzü giydiği etekten bile sarı. Ve bu konu bir daha asla açılmadı.
Yaz tatili su gibi akıp geçmişti. Yeni eğitim döneminin ilk günleriydi. Diğer sınıftan kulağı delik bir kız çocuğu çekti bizleri bir kenara ve:’’
‘’Emre var ya’’
‘’E, ne olmuş Emre’ye?’’
‘’Onun annesi annemin terzi. Bilmem bilir misiniz?’’
‘’Bize ne ki bundan.’’
‘‘Nesi var mı? Annemin tüm gece elbiselerini o dikiyordu. Bilin diye söylüyorum.’’
‘’Demek terzisi öyle mi?’’
‘’Dedim ya.’’
‘’İyi de mademki terzi niye paçaları hep kısa?’’
‘’Annem artan kumaşları hep verirdi sırf yardım olsun diye. Neyse bilin diye söyledim. Anlayın artık neden öyle garip giyindiğini.’’
Derken çirkin bir kahkaha attı. Belli ki daha diyecekleri vardı:
‘’Size bir sır vereceğim gerçi annem söylememem için tembihledi ama…’’
Sınıfça kızdan pek haz etmesek de meraklanmıştık doğrusu:
‘’Hadi, çıkar ağzındaki baklayı.’’
‘’Emre’nin annesi çok hastaydı.’’
‘’Bize neden söylemedi ki? Ya, şimdi nasıl?’’
Lafını bitirmemişti ki biri gelip çekti kızı kolundan.
‘’Ben sana ne demiştim, unuttun mu?’’
‘’Ama anne.’’
‘’Çocuklar siz bakmayın Leyla’nın densizliğine.’’
Biz hala çocuk aklımızla oturtmaya çalışıyorduk bulmacanın dağınık parçalarını.
‘’Söylesenize şimdi nasıl hem Emre de görünmedi hiç.’’
‘’Üzgünüm çocuklar. Ama bilin ki Emre yeni yuvasında çok mutlu olacak.’’
O senenin neredeyse tamamını düşünmekle geçirdim daha doğrusu hepimiz zira fazlasıyla etkilenmiştik bu olaydan. Ve ilerleyen süreçte öğrendik ki akrabaları Emre’yi yetiştirme yurduna yerleştirmişler. Bir daha ne Emre’yi gördük ne de bir haber aldık ondan. Ama biliyorduk ki her nerede olursa olsun o bizim Emre’mizdi, güzel gözlü arkadaşımız. Gözlerindeki o hüzün ve kısa pantolon paçaları ile ki sebebini ve anlamını seneler sonra anlayacağımız.
YORUMLAR
Yazınızdan sonra ta eskilere, ilkokul yıllarıma uzandım ben de. Hani tıpkı o eski aranjmanda olduğu gibi, kimler geldi, kimler geçti...O zamanlar ayırdına varamamıştım ben de. Oysa çok sonraları, aklım başıma, merhametim gönlüme oturduktan sonra ne arkadaşlarım olmuş meğer, hayata daha başından yenilgiyle başlayan. Bazıları zekaları sayesinde yırtmış, yenilgiyi galibiyete çevirmişti evet, ama onun da yoksulları vardı ki yenilgileri sürekli kendini üretiyordu. Artık adı neyse bunun...
İnsanın içini burkan bir konu, tarzınız ise her zamanki gibi hüzün dolu, size özgü.
Kaleminize sağlık.
Gülüm Çamlısoy
Selam ve saygılarımla...