POŞETTEKİ BİR BAŞ SOĞAN
Eylül kışın habercisiydi. Yakında yağışlar başlardı. Çocukların kışlık giyecek bir şeyleri yoktu. Sabah erkenden tuttu giysi yardımı yapan büronun yolunu. Daha kimse gelmemişti. Duvara oturdu. Şişmanlığını hatırladı yine. En çok oturunca farkına varıyordu kilolarının.. Acaba bu sefer kaban falan veririler miydi ki.
Bu şehre geldiğinden beri konu komşunun verdikleriyle yaşıyorlardı üç çocuğu ile. Bir türlü bir iş bulamamıştı. Elinden dikiş nakış işleri gelirdi. Öyle makine başı iş beklediği de yoktu. Bulaşıkçılık ta yapardı, hamur da açardı. Gittiği yerlerde cüssesine bakıp biz seni ararız diyenler çok olmuştu.
Geldiği şehirde Halk Eğitimde çalışmıştı usta öğretici olarak. Eline ne geçerse alınmış kumara verilmişti. Kaderine razı olamadı, aldı çocuklarını geldi bu şehre. Komşuları ile birlikte kardeşleri de karınca kararınca yardımcı oluyorlardı. Ama taşıma suyla değirmen nereye kadar dönecekti.
Düşünceler gözlerinden aktı. Tutamadı kendini ,hüngür hüngür ağlamaya başladı. Nasılsa kimse yok diye düşünüyordu. Zaten şu anda dünyada yapayalnız hissediyordu kendini. ….yapayalnız… Yalnızlığını haykırıyordu adeta gözyaşları.
Bir ses duydu . Döndü önce tekerleklerini gördü sandalyenin.
Benim kendime hayrım yok, sana ne yapabilirim der gibi baktı adama. Otuzlu yaşlarda esmer, kıvırcık saçlı, üstü başı özensiz bir adamdı. Üzerinde pelerine benzer bir üstlük ayağında pijama . Pijamanın altına ayakkabı giymemişti .Giyemezdi ki .
Küçük parmağındaki Oltu taşlı yüzüğe kaydı bakışları kadının. Bu halde yüzük takabilmek nasıl bir şey acaba, derken kendine kızdı ; adamın ayakları yok ,el parmakları değil dedi kendi kendine.
Elindeki mendili burnuna bastırıp ara verdi hıçkırıklarına, “bana mı dediniz “ dedi.
“Poşetleri oradan çekebilirsen iyi olacak” dedi adam.
Sonra sandalyesini yaklaştırıp,
“neden ağlıyorsun ?“ diye sordu. Üstü başı ile sözcükler uymuyorlardı birbirlerine. Yüzü traşlı, kırışığı azdı alnının. Alt kısmını görmesen az sonra masasına oturacak vergi memuru havası vardı. Kelimeler ne kadar özenli çıkıyorsa ağzından kılık kıyafeti biraz daha perişan bir hale bürünüyordu. Kadın hem şaşkın hem ürkek bakıyordu adama.
Adam kadının düşüncelerini okumuş gibi. “Her zaman kılık kıyafet insanın ne olduğunu anlatmaz , görüyorum ki siz beni zavallı yerine koydunuz” dedi .
Hayır hayır diye itiraz etti kadın. Lütfen …öyle değil de, sıkıntılarımı anlatmak istemiyorum.
“ Ben yine de soruyorum” dedi adam .
Kocasının terk ettiği kadın üç çocuğu ile, hiçbir geliri olmadan yaşam savaşı verdiğini söyledi . Sustu. Yersiz bir şey mi söyledim mi acaba diye düşündü.
Adam , mavi gözleri ,oval yüzü, bembeyaz teniyle birkaç kilo verse ne kadar güzel bir kadın olurdu ….. derken ….düşüncelerini geri çağırdı. Ne yapıyorsun diye çıkıştı kendine.. Sırası mıydı….
Bazen sırasız gelmez mi başımıza gelenler. . Sırası değilken duyduğumuz bir koku alıp götürmez mi… aşık oluvermez miyiz ….sırası değilken .. çocuğumuz doğuvermez mi ? tam ev parasını denkleştirmeye çalışırken…. Sırası değilken oğlumuz tutturmaz mı evleneceğim diye. Babamız ölmez mi? Zemheride. Üstelik “ beni köye gömün şehri istemem “diye vasiyet etmişken. Sırası değilken fırlar önümüze bir çocuk …sırası değilken bizden bir parça alıp götürür acı bir fren sesi…Sırası değilken yağmur yağar bazen….olur işte …şimdi sırası mı ? dersin , ama önüne geçemezsin.
Bencilliğimiz hep öndedir. Her zaman. Kadıncağız zor durumda besbelli …. ben nelerden söz ediyorum dedi içinden adam . Utandı bundan.
Adamın konuşması ile giyimi ne kadar tezat dedi kadın. Kelimeleri, cümleleri nasıl da insana güven veren akıcılıkta. Dikkatini toplamaya çalışıyordu. Ağlamasını kesmişti.
Bu adam da kim ? Benden ne istiyor diye düşündü.
Adam ,elindeki telefonla ha bire bir yerlere telefon edip duruyordu.
Sonra birden kadına uzattı,” al karşındakine anlat bana anlatamadığın sıkıntını “ dedi.
Karşıdaki ses vekil, danışman falan diyordu. Toparladı kendini. İş istiyorum diyebildi. Başvurduğum yerlerden cevap alamadım. Ona telefonda ne sordular ne söyledi farkında değildi ,şaşkınlığı üzüntüsünün önüne geçmişti.
Döndü teşekkür etti , adam bir poşet uzattı” bunu yersiniz “ diyerek. Düşünmeden eli uzandı ,aldı poşeti. Ona acıyıp vermiş olmalılar, o da bana veriyor , bu nasıl şey yarabbi dedi. Yine ağlama bulutları kaplamıştı yüzünü.
“Ha unutmadan “diye ekledi adam ben ayın altısında maaş alıyorum, uğra da bu ayın kirasını ben ödeyeyim , derken üzerinde telefon numarası yazılı bir kart uzattı. O nu da aldı kadın. Gelirim diye mırıldandı, para için değil, sizi ziyaret etmeye.
Yardım bürosunun kapısı açıldı ,içeri girdi yardım torbalarından işaret edilenleri aldı. İçlerinde kaban ve bot bulunur inşallah çocuklara göre diye dua ederek.
Poşetler elinde dışarı çıktı . Adamı orada bıraktığı gibi bulacağı ümidindeydi. Sanki oraya ait gibi rahat yemekteydi simidini çünkü. Ama hiçbir iz yoktu. Ne banka serili gazete kağıdı, ne yediği simidin kırıntıları.
Yine gözyaşları boşandı gözlerinden. Yürüdü….
Torbalar da ağırdı. Ama hiç birini uyandırmaya kıyamadı çocuklarının… Nasılsa götürürdü.
Aklına adamın verdiği poşet geldi. Açtı, bir kere daha afalladı. Poşette bir ekmek, üç domates, birkaç yeşil biber ve bir baş kuru soğan vardı…
Bir baş kuru soğana sığdırmıştı adam koca yüreğini.
Umudunu yitirme, hayat güzel , vazgeçmek yok demişti.
Kadın doğru düzgün bir ayakkabıya sığdıramadığı için , hor gördüğü şekilsiz ayaklarına baktı.. …. yürüyorlardı......
YORUMLAR
Hayatta neler var, dedirtti yazinız. Şükredecek çok şeyimiz var aslında.
Allah, kimseyi çaresiz bıraskmasın. Çok güzel bir yazı, tebrik ederim
Sevgilerimle.