Kehanet - 2
İki gün sonra sınır şehri Thyateira’ya vardık. Burdan sonrası Selevkos diyarıydı. Pergamon başkent olmasına rağmen ticaret yolu ve ender bulunan boyaların üretimi şehri kalabalık ve renkli hale getirmişti. Yapılar ve yaşayan halk iyon şehirlerine nazaran daha farklıydı. Sevmiştim burayı, fazla konaklayamayacak olmamız üzücüydü. Dinlenmek için hemen bir hana yerleştik. Sabah yine erkenden devam etmek istiyordum.
Gecenin ilerleyen saatlerinde gemide gördüğüm rüyayla uyandım. Tekrar uyuyamadım. Aslında bir kabus değildi gördüğüm, ama yine de her seferinde rüyanın arkasından uyku tutmamıştı. Ne anlama geldiğini merak ediyordum.
Odamın penceresinden bulutsuz gökyüzünü ve doğudaki tepenin üzerinden yükselen dolunayı izlemeye başladım. Az sonra şehrin doğu ucunda binaların arasında ışık yansımaları farkettim. Zaten uykum da kaçtığından sırtıma pelerinimi alarak dışarı çıktım. Dar sokaklar arasında tahmini olarak ilerledim ve bir süre sonra, şehrin geneline nazaran daha döküntü evlerin ve daha ağır bir kokunun hakim olduğu bir mahalleye vardım. Işık yansımaları, ellerindeki meşalelere üfleyerek alev oyunu yapan bir gruptan geliyordu. Ben de bir duvara yaslanarak izlemeye koyuldum. Bir süre dalgın dalgın izledikten sonra yanımda duran birinin varlığıyla hafifçe titreyerek kendime geldim. Dönüp baktığımda oldukça alımlı bir kadınla gözgöze geldim. Kocaman gözleri ve dudakları ile meşale ışığında bile farkedilebilen pürüzsüz teni, hangi ırktan olursa olsun bir erkeği baştan çıkarabilecek nitelikteydi. Biraz anın tadını çıkardıktan sonra sessizliği bozdum:
-Afedersiniz...sizi farketmedim...
-Bense seni geldiğinden beri izliyorum.
-Anlayamadım.
-Evinden çok uzakta değil misin?... Asker?...
-Ne o falcı falan mısın?
-Ah evet doğru tahmin. Ben bir falcıyım ama senin bir lejyoner olduğunu anlamak için falcı olmaya gerek yok.
-Hayır ben bir tüccarım.
-Evet, her gün sakal traşı olmaktan cildi tahriş olmuş, geniş omuzlu ve bileğinde dağlanmış numarasıyla yüksüz bir tüc..
Sözünü bitirmeden boğazını sıkıp pelerinimin altından kılıcımı karnına dayadım. Tenine dokunduğumda hissettiğim duygu elimi ister istemez biraz gevşetmeme neden oldu. Boğazı gevşeyince kadın ellerini boğazındaki elime sararak konuşmaya devam etti:
-Sakin ol, düşmanın değilim. Aksine sana yardım etmek istiyorum.
-Konuş!!
-Önce boğazımı bırak, sonra beni takip et.
-Beni bir tuzağa götürmediğini nereden bileceğim?
-Şu an etrafta bizi izleyen sekiz tane silahlı arkadaşım var. Sokağın karşısına bak, şimdi karşıdaki bahçe duvarının üstünde oturana, bir tane de alev üfleyenlerin arasında, evet o, kaldırım taşında zar atanlara bak. Seni öldürmek istesem inan bana farkettiğinde çok geç olurdu. Şimdi...geliyor musun?
Korkmak değildi beni ikna eden, sanırım bastırılamaz bir meraktı. Belki de cazibe, kimbilir? Her ne olursa olsun, kadını takip etmeye başladım. Güney yönüne doğru ilerledik, bir kez batıya, bir kez güneye, iki kez de doğuya dönerek çıkmaz bir sokağın sonunda bulunan bir evin önünde durduk. Evin duvarları sarmaşık, hayvan kemikleri ve ilk defa gördüğüm çeşitli otlarla kaplıydı. Tam anlamıyla bir büyücü dedim içimden. Kadın kapıyı açarak beni içeri buyur etti. Hala tereddütlüydüm ve içeri girmeden önce kafamı uzatıp sağı solu kontrol ettim. İçeriden yayılan tütsü ve çiçek kokularını ciğerime çekmemle biraz daha rahatladım. Kadın kolumu sıvazlayarak gülümsedi.
Ev tek odadan ibaretti. Küçük bir yatak, bir ocak, pencerenin önünde masa görevi gören küçük bir tezgah vardı ve etraf bolca çiçek, tütsü, bitki ve kavanozlarla doluydu. Kadın üzerindeki başlıklı tuniği çıkardığında boynundan aşağısının ve göğsünün büyük kısmının, sırtı da dahil olmak üzere dövmelerle işlenmiş olduğunu gördüm. İlk kez gördüğüm harf ve semboller işlenmişti. Vücuduna baktığımı farkettiğinde omzunun üstünden gülümsedi, bense gayri ihtiyari boynumu büktüm.
-Bu sert bakışların altında utangaç bir çocuk yatıyormuş.
-Özür dilerim, sırtın..
-Dövmeler mi? Evet, daha önce hiç böyle bir şey görmedim sanırım.
-Galya’da öldürdüğüm bir druidin üzerinde görmüştüm.
-... Çok yazık...Peki sana saldırmışmıydı?
-Iıı...Hayır, ama elinde bir orak vardı.
-Otları kesmeye yarıyor...
-Savaştaydık.
-İşgal mi demek istedin?
-Ne yani, sen..? Sen de mi bir druidsin?
-Evet... Neden şaşırdın, kadın druid olamaz mı sanıyorsun?
-Bu konuda sana açıklama yapacak değilim!! Ayrıca druidsen sen de bir keltsin ve bu benim düşmanım olduğun anlamına gelir.
-Yanılıyorsun.
Küçük bir kasede kokusuz bir sıvı uzattı. Koklayıp tereddüt ettiğimi görünce, kaseyi çekip bir yudum aldı ve gülümseyerek tekrar benim ağzıma götürdü. Sıvı kokusuz olduğu gibi aynı zamanda tatsızdı da. Tek yudumda içtim. Sonra birden vücut sıcaklığımın arttığını ve göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim. Panikle elimi kılıcıma götürdüm. Bir eliyle elimi tuttu, sonra diğer eliyle kafamı omzuna yaslayıp çekti. Uykuya dalarken bu kadar aptal olduğum için kendime küfrediyordum.
...
Rüya bu kez daha netti. Aslan ve kartal çarpışıyorlar, aslan kartalı yere seriyor, tam son pençeyi vurmak üzereyken gökten siyah bir taş aslanın kafasına düşerek paramparça ediyor ve kartal aslanın leşini yiyor. Buraya kadar herşey aynı ve daha net. Yalnız bir müddet sonra kartal leşi yerken bir boğaya dönüşüyor. Boğanın boynuzlarının arasında da gökten düşen o siyah taş duruyor. Daha sonra kendimi boğanın üstüne binmiş şekilde buluyorum ve çevrede insan, hayvan ne varsa ezerek boğayı dört nala sürüyorum.
...
Uyandığımda handaki odamda buldum kendimi. Tan yeri ağarıyordu ve yol arkadaşlarım çoktan uyanmış, atlarımızı eğerliyorlardı. Geceyi düşündüm. Nasıl gelmiştim odama, yoksa geceye dair tüm hatırladıklarım rüyamıydı. Gidip akşam ki ziyaret ettiğim mahalleyi kontrol etmek istedim, ancak kaybedecek fazla vaktimiz yoktu. Hemen yola çıktık ve güney yolunda yirmi mil kadar ilerledikten sonra doğuya döndük. Kral Attalos Yukarı Frigya’ya girmeden güney yollarını takip etmemizi, Selevkos devriye birliklerinin ve ileri karakollarının orada daha fazla olduğunu söylemişti.
Bir kaç gün sorunsuz bir şekilde ilerledik. Ama oldukça tedirgindim. Gece olan olayların hala rüya mı gerçek mi olduğunu tam olarak anımsayamıyordum. Eğer gerçekse, kadın seyahatimiz konusunda bilgi sahibi gibi görünüyordu ve bir pusuya kurban gidebilirdik. Ama hala derinlerde bir yerlerde o kadına karşı içimi ısıtan bir his vardı. Hem çok tanıdık, ama bir o kadar da yabancı bir duyguydu. Onun da rüya olmasını umuyordum, bir yanımsa tekrar görebilmek için yanıp tutuşuyordu.
...
Gerçekten kralın dediği gibi güney yolunda hiç bir sorunla karşılaşmamıştık. Normalde şehirlere girip çıkmak fazla dikkat çekiciydi. Ancak yabancı olduğum bir diyarda dışarıda gecelemeyi göze alamadım. Özellikle de Pergamonlu komutanın uyarılarından sonra.
Thyateira’dan ayrıldıktan sonraki ikinci günün akşamı eski bir Frig şehri olan ve şu sıralar Selevkos’a ait Akmonya şehrine ulaştık. Şehrin bembeyaz duvarları gün batımında altın gibi parlıyordu ve giriş kapısındaki taş işçiliği göz alıcıydı. Selevkos hakimiyetinde şehir oldukça fazla yahudi göçü almış, yahudi nüfus hatrı sayılır bir çoğunluğa ulaşmıştı. Tabi ki yahudilerin gelişiyle ticaret de hızlanmış, şehir kısa sürede zenginleşmişti. Kalacağımız hanı da yahudi bir kadın işletiyordu.
Kadının ismi Tzipporah’ydı. Müşteriler seslenirken " Zip " diye sesleniyorlardı. Kadının sevecen tavırları, herkesle kendi ilgilenme çabası, tombul görünüşü ve hanı inleten kahkahalarının insana daha ilk görüşte samimi hissettirdiğini itiraf etmeliyim. Bizi de ilk kez görmesine rağmen aynı samimiyetle karşıladı, fazlasıyla ilgilendi ve hatta yarım yamalak latincesiyle bir kaç edepsiz espri bile yaptı. Yemeğimizi yedikten sonra fazla oyalanmadan odalarımıza çıktık. Neredeyse Pessinus’a giden yolu yarılamıştık. Gün içinde daha çok mesafe kat edip bir an önce varmak istiyordum. O yüzden adamlarıma oyalanmadan yatıp erken kalkmalarını söyledim. Söyledim ama ben yine uyuyamadım. Yattığım yerde düşünmeye başladım. Rüyamı, druid kadını, yolculuğun nasıl sonuçlanacağını... Sonuçta Pessinus’a gittiğimizde bize çok sevgili tanrıçalarını elleriyle sunmayacaklardı. Büyük ihtimal gizlice almamız gerekecekti. Yani hırsızlık yapacaktık. Bir asker olarak çok övüneceğim bir durum yoktu, ancak herhangi bir can kaybındansa hırsızlığı tercih ederim. Peki ya bahsettiğimiz şey taşıyamayacağımız kadar büyükse? İşte bunu yola çıktığımızdan beri hiç düşünmemiştim. Fena halde canım sıkıldı. Bütün bu yolculuk boşa gidebilirdi. Olmayan uykum hepten kaçmıştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde handaki son müşteriler de sızmış olacak ki gürültüler kesilmiş, tam bir sessizlik hakim olmuştu. Çıkıp yine sokaklarda adımlamayı düşündüm. Aslında içten içe imkansız olmasına rağmen o kadını yine görebilmeyi umuyordum. Bu temennime kendim bile gülmüştüm.
Sessizce kapıyı aralayarak odamdan çıktım. O an karşılaştığım ve bana yıl gibi uzun gelen manzara karşısında tüm uzuvlarımın dermanı kesildi adeta, donakaldım. Odamdan çıktığımda, miğferlerinden Selevkos askeri olduğu anlaşılan silahlı dört askeri ikişerli grup halinde adamlarımın odalarından çıkarken gördüm. Şaşkınlığımın onlardan daha çabuk geçmesini fırsat bilerek, kapının solunda daha yakınımda olan ikisini bir tekmeyle yere yıktım. Onlar daha yerden kalkamadan karşı odanın önündeki diğer ikisini biçtim. Sonra hızla yerdekilerin üzerine çullanıp işlerini bitirdim. Tüm bunlar bir bardak Ancona şarabının mideye indirecek süre zarfında tamamen asker içgüdüsüyle gerçekleşti. Daha olayın heyecanını atlatamadan, koridorun başında bekleyen Tzipporah’yı farkettim. Korkmuş ve duvara yapışmıştı. Fırlayıp boğazına sarıldım. Devamlı özür diliyor, askerlerin onu tehdit ettiğini söylüyordu. Yalvaran görüntüsüne acıyıp boğazındaki elimi gevşetmemle bağırarak aşağıdaki askerlere kaçtığımı söylemesi bir oldu. Tüm sempatisine, sevecenliğine, sevimli görünüşüne aldırmadan kılıcımı çenesinin altından sokuverdim. Merdivenlerden ayak sesleri gelirken ben çoktan pencereden yan binanın çatısına geçmiştim.
Şehrin kuzeyi olduğunu tahmin ettiğim yöne doğru bir çatıdan diğer çatıya geçerek koştum. Ay dolunay olmasa da çevre dikkatli gözlerden kaçamayacağım kadar aydınlıktı. Kuzey kapısındaki muhafızların henüz olaydan haberdar olmadıklarını düşünüyordum ki, borazanlar çalınmaya başladı. Muhafızlar demir kapıyı indirmek üzereyken üzerlerine atladım. Birini kılıcımın kabzasıyla bayılttım, ama diğer miğfersiz olanın kafasını çok sert bir biçimde duvara çarptım. Şehrin hemen dışındaki ormana ulaştığımda şehirden gelen borazan sesleri had safhadaydı.
Artık bir kaçaktım ve tamamen yapayalnızdım.
==========================================>
YORUMLAR
Henüz ilk konakladığımız yerde görevde bir başına olduğumuz gerçeğiyle yüzleştik.Kimseye güvenemeyeceğimiz gerçeğide tokat gibi yüzümüze çarpsada bu görevi yardımsız başarabilmekte nerdeyse imkansız ama kime güvenebiliriz ? Bir görünüp bir kaybolan ve tanıdıklığına olan inancımıza sarılarak o druid kızla yine yolumuzun kesişmesini ve rüyalarımızdan çıkaracağımız ipuçlarını izleyerek bu görevde ilerleme kaydedebileceğiz gibi.Bunları tahmin etmek çok zor değil evet,en azından yazının gidişatı o yönde ancak her bölümde yaşadığımız sürpriz karakterler,olaylar ve derinliklerle okuyucu nasıl şaşıracağına olan inancını koruyarak bir sonraki bölüme geçmekte hiçte zorlanmıyor bu hikayede ve bu bölümü okurken özellikle hissettiğim bir diğer detayda hikayeyi derinleştirirken o karmaşayı(karakterler,mekan çeşitliliği,farklı olaylar ve birbiriyle olan bağlantıları) bunları bir güzel dağıtıp sonrada gayet iyi toparlıyorsun.İlham perilerini,kalemini kıskansamda bak yüzüne söylüyorum ve her zamanki gibi tebriklerimi bırakarak kaçıyorum..
grafspee
Rüya paragrafına geçtiğimde olamaz o kadın rüya mıydı, dedim içim rahatlayarak ve tabiî bu rahatlık uzun sürmedi. O da anlamamış. Ve sanırım bu öykünün yazarı o hâtunu ilerleyen bölümlerde ya da bölümde daha korkunç bir hâlde karşımıza çıkaracak.. Tütsü ve çiçeklerle donanmış tek odalı bir ev -papatya da var mıdır- ve bir tas garip bir içecek ardından handa, kendi odasında uyanması. Bir çöl ve serap gören bir bedevi olduğunu sanmıyorum.. Yine de umuyorum ki.. Öykünün seyri üzücü olmaz umarım..
İlim nasıl ki deryâ ile tasvir ediliyorsa tarih de öyle sanırım.. Fakat ben tarihin hakîkatine ulaşmanın imkânsız olduğunu düşündüğüm için sanırım okumaktan uzak tuttum kendimi.. Bu bir özür olamaz ama şu an önemli olan hâlâ bu öykünün epey yolu olduğudur.. Muhakkak ki nasıl yazacağınızı en iyi siz bilirsiniz ancak, sanırım okur mükkelliyetçilikten yana... Betim, tasvir.. Kahramanların tanımı, yer ve olay hakkında biraz daha detaylı olursak çok daha ileri bir seviyeye taşırız yazdıklarımızı.
Bu hâliyle de inanın iyi ama neden çok daha iyi olmasın..
Kelt için soru işâreti bırakmıştım. Roman ve öyküler yazarın olduğu kadar okurun da hayâl gücünden payını alır. Açıklama için teşekkür ederim ama benim kast ettiğim farklı bir şeydi. Gerçekliği değil. Şu an hatırlayamıyorum hani şu kuzey'de yaratık türü bir şeyler vardı ya. Neydi onlar uyurgezer, aygezer, unuttum işte. Siz hatırlarsınız, onlar gibi mi acaba demiştim. Olmaması iyi geçmiş belki ama şimdi çok da cezbedici değil..
Dikkatimi çeken husus için biraz daha zaman gerek sanırım. Gerçi önceki yazdıklarınızı düşününce.. Zamana bırakmak en iyisi..
Devamının gelmesi çok uzun sürmesin..
Teşekkürler.
grafspee
evet haklısınız biraz tasvirleri kısa kestim, okuyanlar sıkılmasın diye, ama yazdıktan sonra da hatamı anladım. coğrafya her ne kadar anadolu olsa da isimler şehirler yabancı, buraların insanın gözünde canlanması gerekiyor haliyle.
kuzeyde bahsettiğiniz yaratıkları anımsayamadım. yecüc mecüc olamaz değil mi :)
devamının gelmesi uzun sürdü. bir kaç gün arayla tamamlamak istiyordum ama kafamı toplayamadım. normalde yazdığım her öykü 1-2 saat zarfında tamamlansa da dediğim gibi kafam yerinde değil pek. beğenmenize sevindim. teşekkürler, saygılar.
**Havin_**
Yecüc mecüc değil tabi, gerçi öyle olmadığını anladık mâdem söz geçmesin..
Siz hazır olduğunuzda öykü tamamlar kendini, okur acele eder ama siz etmeyin..
Teşekkürler..
Sevgili Fatih
Harika gidiyor hikâye heyecan verici ve emin ol usta kaleminden o çağları bire bir yaşıyor okuyucu.
Anlaşıldığı gibi ben geç yorum yazmak durumunda olduğum için hoş görüne sığınarak yorumlarımı bazen gecikmeli yapacağım)))
Neyse tekrar yazıya döneyim inan her satırını hemen bitmesin diye sindire sindire okudum, muhteşem bir yeteneksin.
Kalemine emeğine sağlık
Saygı sevgilerimle
grafspee
açıkçası edebi açıdan çok güçlü bir yazım dili yakalayamıyorum. benimki basit bir şekilde hayalimdekileri aktarımdan ibaret. ama hayalgücü olarak ortak noktayı yakalayabildiğimiz için çok memnunum. bu da beni motive ediyor.
teşekkür ederim hocam, saygılar, selamlar.
Harita, bana bir şeyler anımsatıyor; Antik kentlerin Frigya, Lidya kralıkların bronz çağlarını anımsatırken bu tarihi-savaş kurgusu çok ustaca yazılıyor, bir önce devamı gelsin de eski tarihin kokusuyla farklı, ilginç hikayeyi okuyalım diye sabırsızlık içinde bırakıyor insanı...
grafspee
Biraz geç oldu ama iyi ki sakin kafayla okumuşum gerçi anlatım diliniz o kadar hoş ki insanı yaşıyormuşçasına içine çekiyor hemen.
İyice merak uyandı içimde devamında ne olacak diye..
Hayal gücünüz ve araştırmacı ruhunuza ait kültür seviyeniz var olsun!
Tebriklerimle
Saygılar selamlar..
grafspee
Güzel gidiyor hikaye.
Heyecan ve merak dozu gittikçe artıyor.
Yazarın akıcı anlatımı,
sıkı sıkıya bağlıyor insanı satırlara,
bir çırpıda okuyup bitiriveriyorsunuz paragrafları.
Bir tarih-macera filmi gibiydi.
Olayları, kişileri ve mekanları hayal etmek güzeldi.
Eski radyo tiyatrolarını getirdi aklıma.
grafspee
Madem kentler bu çağdan değil, daha da merak uyandırması, okurun hayal gücünü canlı tutması açısından daha mı çok tasvir edilseydi?
“Tenine dokunduğumda hissettiğim duygu elimi ister istemez biraz gevşetmeme neden oldu.” Galiba bu her çağda anlaşılacak bir duygu.
İlk bölümü de bağlantılı olarak okudum. Tabi ki kalem sahibinin dediği olur fakat nedense, öykünde geçen dönemlerin çakışmıyor olması ilerde başına bela olacak gibi geldi bana. Nihayetinde yazdığın bir masal değil bir öykü ya, böyle düşündüm.
Kurgun, anlatımın yine harika…Okuru efsunlu bir yola çekmede ustalığın şahane.
Ve yazılarını okumak hoşuma gidiyor.
Varol
grafspee
hocam yalnız öyküde geçen dönemlerin çakışmaması kısmını anlayamadım, anakronistik bir hata mı var, yoksa bir mantık hatası mı var, ona göre elimden gelirse düzeltmeyi yapayım.
her türlü yapıcı eleştiriniz beni motive ediyor, çok teşekkür ediyorum. selamlar saygılar.
nitemtran
Diğer hususta yanılıyor da olabilirim. Öyküde geçen uygarlıklar aynı zaman dilimlerinde değil gibi sanki! Aslında bence hiç bir sakıncası yok. Fakat, eğer ğyleyse yani farklı zaman dilimlerinde ise, izlediğim fantastik filmlere yapılan eleştirilerde bolca okudum, nedense sırf bu yüzden bir hayli eleştiri yağmuruna tutulmuşlardı. Yoksa aynı dönemin uygarlıkları mı işlediklerin? Öyleyse zaten sözümün hiç bir kıymeti kalmaz.
Diğer yandan Yahudi kadını kullanman süper yaratıcıydı.
Sağlıcakla
nitemtran
Kocaman bir özür dilerim.
grafspee
roma kartaca savaşı dönemi bunu zaten biliyorsunuz. anadolu'nun ise roma egemenliğine girmesine, daha 30-40 yıl kadar var. kahramanın güzergahında ise küçük bir krallık olan pergamon ve batıdaki en geniş sınırlarında olan selevkos var. ancak galatyalı kabileler ve frig kalıntısı halklar hala mevcut. yani kelt asıllı azınlıklar. sanırım sizin bahsettiğiniz frigler. m.ö. 200'lü yıllarda her ne kadar frigya artık mevcut olmasa da, hala o bölgenin ismi frigya'ydı ve frig halkları yaşamaya devam ediyordu.
geçen midas anıtının bulunduğu yazılıkaya köyünde frig iskeletlerle yerel halkın karşılaştırmasını yaptılar ve oradaki köylülerin yüzyıllardır ayn kökten geldiğini tespit ettiler. ne kadar doğru bilmiyorum. yani frigler hala orada :))
hatam varsa affedin. yanlış hatırlıyor olabilirim. ilginize teşekkürler
grafspee
nitemtran
nitemtran
grafspee
eski bir hikaye yazarken, onların tanıklıklarından faydalanmazsak haksızlık etmiş oluruz.
Şu saatte bu psikolojime çok iyi geldi bu yazı.
Bunları yazabilmek için hayal dünyasının çok geniş olması gerek insanın.
Sıradan yaşayan ve düşünenlerin bu derece heyecan verici şeyler üretmesi zor bana göre
Gerçi kimi duygu adamıdır,kimi maceraperesttir,bazısı da her ikisinden biraz.
Üslubunu ve çizgini daha da genişleterek sundun bize ve büyük bir heyecanla takip etmekteyim
Bakalım ne maceralar bekliyor bizi.
Ellerine sağlık.
Çok güzeldi,tebrikler.
Takip ediyorum.