- 671 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KALIRSAN
KALIRSAN
Kalırsan uçar bütün kuşlar. Bütün çiçekler açar. Sağırlar duyar. Körler görür. Yürür elsiz ayaksızlar. Kalırsan büyümeyen bütün çocuklar büyür.
Sırtın, diyor adam, ne güzelmiş senin. Sırtını dönüp yatamaz insan sana.
Sırt işte, diyor kadın. Ne farkı var başka sırtlardan.
Omurgan dimdik, diyor adam, omuzların da öyle. Dimdik yaşama isteği uyandırıyor insanda.
Acıktım, diyor kadın. Dimdik yaşamaktan yorgunum. Bana yiyecek bir şeyler hazırlar mısın?
Çay suyu koymak için kalkıyor adam. Babası eski kahvecilerden. Ondan öğrendiği bütün hünerleri sergileme zamanı. Çaydanlığı iyice bir yıkayıp dolduruyor damacanadan.
Üçte biri mutlaka boş olacak oğul, diyor babası. Buhar demliğin altında sıcak bir el gibi gezinip ikna edecek çayı. Tadını, rengini, kokusunu aheste aheste verdirecek dışarı. Çay karışıksa sekiz tatlı kaşığı, yabancıysa beş, yerliyse on tatlı kaşığı olmalı en az.
Çaydanlığı ocağa koyup porselen demliği beyazlatana kadar ovuyor. On tatlı kaşığı çayı üşenmeden sayarak koyuyor demliğe.
Bir tatlı kaşığı da şeker serpeceksin üzerine oğul. Karıştırmayacaksın. Serptiğin gibi bırakacaksın ki çayın acılığını alsın.
Kadın sırtı açık yatıyor yatakta. Başucundaki komodinde duran fotoğrafına bakıyor adamın. İlk kitabını imzalıyor adam. İlk imza kimeydi acaba? İkinci. Üçüncü. Beşinci. Onuncu. Ya en sonuncu. Gözleri o günkü gibi güzel. Işıklı. Düşlü. Umutlu. Eksiği yok. Fazlası var. Dolu. Dopdolu.
O günlerden tanıyor onu. Şiir yazdığını bilmeden. Hangi kitapları okuduğunu bilmeden. Dünyanın acısını kendi acısı saydığını bilmeden tanıyor. Nasıl bir tanımaksa bu. O kadar işte. Yolda görse kim olduğunu bilecek kadar. Ne olduğunu bundan sonra öğrenecek. Ne yazdığını. Ne okuduğunu. Ne konuştuğunu. Neyi sevip neyi sevmediğini. Bir kadını nasıl sevdiğini. Ne kadar sevdiğini.
Çay suyunu kaynamaya bırakıp buzdolabını açıyor adam. Acıktıkça atıştırmak için topluca haşladığı yumurtalardan kalan birkaç yumurtayı çıkarıp mutfak masasına koyuyor. Peynir kabında kalan birkaç parça peyniri küçük bir cam tabağa alıyor. Az ama en iyisinden peynir. Zeytin de öyle. Az ama bir kadının önüne konacak kadar kaliteli. Ekmek kabını açıyor. Yine açıkta bırakmış ekmek poşetini. Kaskatı kesilmiş ne kadar ekmek varsa. Bakkalı arayacak. Ekmekle birlikte sigara, çay, yumurta da isteyecek. Utanıyor ekmek parasını adama verirken. Sadaka verirmiş gibi hissediyor. Onca yoldan bir ekmek parası için getirtmiş, eziyet etmiş gibi.
Yatak odasına gidiyor. Soracak bakkaldan istediğin bir şey var mı diye. Kadın sırtı açık yatıyor yatakta. Üzerini örtsün diye verdiği çarşafı iki bacağının arasına sıkıştırmış. Bir sanat eseri gibi diyor. Mermerden oyulmuş gibi. Pürüzsüz. Sessizce izliyor. Uyanık kadın. Adamın fotoğrafıyla göz göze. Birden dönüyor. Çok acıktım diyor. Ne zaman yiyeceğiz.
Birazdan diyor adam. Bakkaldan istediğin bir şey var mı diye soracaktım. Süt diyor kadın. Gece uyanınca süt içmeden uyuyamıyorum tekrar. Tamam diyor adam. Arıyor bakkalı. Yumurtayı çıkarıp sütü koyuyor yerine.
Çayı demliyor.
Bir parmak boşluk kalacak oğul. Nefessiz bırakmayacaksın demlikteki çayı. Çaydanlıktaki suyu da üçte ikiye tamamlayacaksın hemen. Orta ateşte kaynattıktan sonra kısıp altını demlenmeye bırakacaksın.
Kapı çalıyor.
On sekiz lira elli kuruş diyor bakkalın çırağı. Yirmi lira verip üstü kalsın diyor. Kesmiyor ekmeği. Yalnız yaşamaya başladığından beri bölerek tüketiyor. Birkaç parçaya bölüp ekmek sepetine koyuyor. Çay bardaklarını da hazır ediyor çaydanlığın kıyısına. Kadını çağırmaya gidiyor. Kadın sırtı açık yatıyor yatakta. Çarşaf yine iki bacağının arasında. Çok yorgun. Acıkmasa hiç çıkmayacak yataktan. Taş kesilinceye kadar dinlenecek.
Hadi diyor adam. Çay hazır. Sarınıp çarşafa çıkıyor yataktan. Yıkayıp elini yüzünü mutfağa geçiyor. Ekmekleri iyi ki kesmemişsin diyor. Ben de kesmem. Sepete piramit gibi dizilmiş ekmek dilimleri samimiyetsiz gelir bana. Böylesi çok daha iyi.
Çay tamamen suyunu çekip dibe çökmüş olacak oğul. Yüzeyinde kırıntı kadar bile çay gezinmeyecek.
Bardakların üçte birini demlikten, üzerini de çaydanlıktan doldurup getiriyor masaya. Kadın şekersiz içiyor. Adam tatlandırıcıyla. Peynirle yumurtayı kaldırabilir miyiz masadan diyor kadın. Çayla zeytin ekmek yemek istiyorum sadece. Peyniri de sabah çayıyla yeriz.
Sabah kahvaltısını dışarıda yaparız. Bildiğim güzel bir yer var. Orada, diyor adam. Kalırsan alışveriş de yaparız dönerken.
Peynirle yumurtaları buzdolabına koyuyor kadın. Kalabalık bir yaşamı sevmiyorum artık diyor. Zeytinle peyniri bile aynı öğünde yiyemiyorum.
Ben de diyor adam. Bazen çayla sadece ekmek yiyorum. Katıksız. Yokluktan değil. Tokluktan.
Yedikleri değil, yaşadıkları tıka basa doyurmuş ikisini de.
Birer parça ekmekle bitiriyorlar bütün zeytinleri. Alıp çaylarını salona geçiyorlar. Adamın uzanma koltuğuna uzanıyor kadın. Üç adam şaşkın. Çoktandır dişi sinek bile uçmamıştı salonda.
Yazı masasına oturuyor adam. Kadına doğru dönüyor sandalyesiyle birlikte.
Çarşafa iyice sarınıyor kadın. Ters çevirebilir misin şu çerçeveyi diyor. Bana çok kötü bakıyorlar.
Camdan atla dese atlar ama o üç adama yapamaz bunu. Yapamıyor. Başlıyor anlatmaya. Söz büyücüsü adam. Şehrazad’ın sonu bir türlü gelmeyen masallarını dinler gibi dinliyor kadın. Bıraksa kendini uyuyacak. Bırakmıyor.
Kalkıyor uzandığı yerden. Çarşafın yerde sürünen ucuna basmamaya çalışarak birkaç adım atıyor. Kitaplarına bakıyor adamın. Sayısını tahmin etmeye çalışıyor. Edemiyor. Kaç kitabın var diye soruyor adama.
Bu gördüklerin bin beş yüze yakın. Bunlar okuduklarım diyor. Bir bu kadar da yatak odasında var. Okunmayı bekliyor onlar. Yazlıktakiler var. Kimi okunmuş. Kimi okunacak. Gittikçe okuyorum bir yandan.
Okuduğum kitapları biriktiremedim ben diyor kadın. Başkaları da okusun diye verdim hep. Biriktirebildiklerim de… deyip susuyor. Getiremiyor devamını. Kitapları da, fotoğrafları da kendini zor kurtardığı yangın yerlerinde kalmış. Bir tek fotoğrafı yok geçmişinden. En eski fotoğrafı iki yıl öncesine ait. En eski kitabı da.
Kalırsan yazlığa da gideriz bir gün diyor adam. Oradaki kitaplarımı da görürsün.
Öyle bir kalırsan diyor ki adam. Her dediğinde sesi ılık bir su gibi akıp doluyor kadının yüreğine.
Tazeliyor çayları adam. Gel hadi çayını iç. Soğutma diyor. Dönüp uzanıyor kadın kalktığı yere. Elinde adamın şiir kitaplarından biri. Seçtiği bir dörtlüğü gülümseyerek okuyor adama.
"gökte hiç bir şey yok
aradığın ne varsa yerde
hemen şuracıkta
yürecikte.."
Bugüne kadar gördüğü en güzel bakışlarla bakıyor adam kadına. Bakışları da şiirleri gibi. Dokunaklı. Derin. Anlamlı. Bozuyor kadının ezberlerini.
Bu kadar güzel hiç kimse bakmadı bana diyor. Ne annem. Ne babam. Böyle bakmadı. Onların bile göremediği bir şey görüyorsun bende. Ne olduğunu söylersen kalırım diyor.
Hemen söyleyemem ki diyor adam. İlk kez gördüğüm bir şeyin ne olduğunu nasıl söylerim hemen. Ben bile bilmiyorum ne olduğunu. Ama kalırsan bilebilirim zamanla. Ve ne olduğunu söyleyebilirim sana.
Kalkıyor kadın. Sarındığı çarşafı yerde sürüyerek yatak odasına doğru yürüyor. Gelirsen söylerim kalıp kalmayacağımı diyor.
Gelirsen yalın ayak kalmaz ağaçlar. Kimsesiz kalmaz taş duvarlar. Zarif bir hoşnutluk çöker damların üstüne. Gelirsen dinlenir yorgun şehirler.
Tante Rosa
***
Diyor ki:
Johann Wolfgang Goethe: Beni sevindiren, acı veren ya da ilgimi çeken her olayı bir imgeye, bir şiire dönüştürme ve böylelikle olaylarla arama mesafe koyma huyumdan ömrüm boyu vazgeçmedim. Bu nedenle de bildiğiniz yapıtlarımın tümü büyük bir itirafın parçacıklarıdır.
***
YORUMLAR
Hem kadının hem erkeğin duygularını ve hele de özel olarak kaygılarını okura hissettirecek ustalıkta, oldukça güzel aktarmışsınız. Duvardaki resimle ilgili cümle de ayrı bir renk katmış yazıya. Ancak okur,kahramanlar üzerinde hala oturmuş toplumsal bir konsensüs oluşmadığından siyasi bir duruşa itilebilir. Bu ise öykünün ana temasını flulaştırabilir. Oysa çerçevedeki kahramanlar bir film ya da başka bir yerden olsa, kadının ustaca verdiğiniz psikolojisi daha vurucu olurdu.
Tabi bu benim fikrim.
Kelime seçimleriniz, kelimelerin yüklendiği cümleler yine çok güzeldi.
Tebrik ederim.
Tante Rosa
Çok teşekkürler..