- 519 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
KÂHTA’YA GELEN AMERİKALILAR
KÂHTA’YA GELEN AMERİKALILAR
Sefer ile Hacı Arap berberdi…
Hasan ve Demir tellaldı…
Mehmet Evci, Halil Bey, Abuzer köşkerdi…
Mustafa Aydın, Emin, Emirhan renk renk basmayı, metre metre ölçerdi…
Osman, Sabri bakkaldı; helva, zeytin tartardı…
Hacı İbrahim, Hasan Boğa, Ahmet Yıldırım fırınlarında sıcak pide çıkarır, satardı…
Hasan Dayı çarşının ortasında lore lore diye bağırıp çarkıfelek çevirirdi…
Kahveci Osman Özdemir, Ramazan Terzi tavşankanı çayı demlerdi…
Mustafa Cantekin, Nuri Usta, Abuzer usta sabahtan akşama kadar demirci dükkânlarında çekiç sallardı…
Ali Tanış, Mehmet Genç, Nazif Güllü manavlarında her nevi sebzeyi satardı…
Ayhan Terzi, Halil Terzi iğne ile kuyu kazardı…
Kâhta’nın gülleri Deli Osman, Mejo, Deli Rıza saf saf dolaşırdı…
Osman Özdemir’in kahvesinin köşesinde, yaz aylarında buz satılırdı…
Mezatta kollar koparılacak şekilde sallanıp mallar pazarlanırdı…
Adıyamanlı Boncuk Mehmet, lokantasında Nuri Sesigüzel’in plaklarını arka arkaya çalardı…
Kâhta Belediyesi, ilçedeki kanalizasyon çukurlarını vatandaşa (herkese kendi evinin önünü) kazma kürekle kazdırırdı…
Melek kadar saf, temiz, güzel fakir insanlarım kamyonların üzerinde, çoluk çocuk Adana’nın sıcağına, sivrisineğine rağmen ekmek parası için pamuk tarlalarına yolculuk ederdi…
Başka şehir görmek hevesi ile Mahmut’a, Adana’nın Mercimek köyünde çapa sallamak kısmet olmuştu…
Kumarcı Eyüp bul karayı, al parayı diye üçkâğıdı yere sererdi…
Gerger ilçesine at sırtında posta kolileri, mektuplar giderdi…
İstanbul’dan gelen Gergerliler, getirdikleri teyplerin son sesini açarak, Kâhta çarşısında gezip insanlara bedava müzik dinletirlerdi…
Hacı Demirel okullarda müdürlük yapardı…
Aşağı caminin gölgesinde, Kuran-ı Kerimi topal Mahmut Hoca’dan öğrenirken, çocuklar yedikleri sopaları sayardı…
Ormancılarla oduncuların kavgalarını çoluk çocuk izlerdi…
Köroğlu ailesi ile Turanlı ailesi taraftarlarının kavgalarını, öğrenciler sınıflarının pencerelerinden üzülerek izlerdi…
Öğrenciler öğretmenlerine, nergis tarlasında deste deste nergis toplardı…
Çocuklar çamurlu sokaklarda güle oynaya topaç çevirirdi…
Şeyhin torunuyum, ocak sahibiyim diyen üçkâğıtçı, dağ köylerinden gelen hastaları iyileştireceğim diye ağızlarına tükürürdü…
Kâhta-Adıyaman arasında, belediye kamyonu ile cepler çalışırdı…
İşte bu günlerde beklemediğimiz konuklar Kâhta’ya geldi…
Bu konuklar Amerikalılardı.
Amerika nere, Kâhta nere!
Bizler gündüzü yaşarken, sizler geceyi yaşıyorsunuz, diyemedik. Geldiler…
Kangenik mahallesine zenginlik gelmedi ama Amerikalılar geldi.
Kangenik’i geçtikten sonra iniş, inişten sonra yokuş başlardı. Yokuş bittikten sonraki düzlüğe, Amerikalılar kamp kurdu. Kampın etrafını tellerle çevirdiler.
Niye geldiklerini merak ettik. Çok geçmeden petrol aramak için geldiklerini öğrendik.
İlk konserve kutularını, plastik bardakları ve yabancısı olduğumuz birçok şeyi bu Amerikalıların kampın dışına döktükleri çöplüklerinde gördük.
Kazılar yaptılar. Petrol yok, dediler. Çekip gittiler.
Kâhta’nın taşı, toprağı petrol. Bunlar yok, dediler. Acaba neden yok, dediler?
Bugün bile hâlâ neden yok dediklerini bilmiyorum. Öğrenmek, bilgi sahibi olmak isterim.
Türkiye’deki petrolün yüzde altmışı bugün Kâhta ve Adıyaman’da çıkarılıyor.
Petrolün yüzde altmışının çıkarıldığı il, bugün gelişmişlik bakımından sondan kaçıncı il?
Hortumcularla işbirlikçilerini benim Kâhtalım hâla göremiyor mu?
Canınız sağ olsun temiz, saf, güzel hemşerilerim…
Bir gün mutlaka siz de gerçeği görürsünüz…
Buna inanıyorum!
Çocukluğumuzda gönderilen Amerikan yardımlarını unutmadım.
Amerikalıların gönderdikleri yağları, süt tozlarını ve hapları bizim çocukluk arkadaşlarımız ve büyüklerimiz anımsayacaklardır.
Yağlar, hükümet konağında dağıtılırdı.
İki ve beş kiloluk tenekeler olarak hatırlıyorum.
Üzerinde iki el tokalaşıyordu. Türk ve Amerikan bayrağından çıkan iki el…
Okulda da süt tozu ve vitamin hapları denen haplar dağıtılıyordu.
Amerikalıların gönderdikleri süt tozunu içmedim hapları yutmadım... Sevmedim. İyi ki içmemişim.
Yıllar geçti. Büyüdük. Okuduk. Öğrendik ki Amerikalıların gönderdiği sözde bu yardımlar insan beyninin gelişimini engelleyen, geri zekâlı insanların yetişmesini sağlayan süt tozu ve haplarmış.
Açıkçası beyine zararlıymış.
Bazen düşünüyorum: Kâhta’yı ve Kâhtalıları sevmeyenler kimlerdir?
Kâhta’ya ve Kâhtalılara ihanet edenler, bedava diye Amerikalıların yağını, sütünü ve zekâ geriletme haplarını yutanlar ile onların çocukları mıdır?
Kâhtalıları üç kuruşluk çıkarı için satan keklikler Amerikan yağı, sütü ile beslenenler olmasın?
Geri zekâlı olmayanlar, doğdukları topraklara ve o toprakların insanlarına ihanet edemezler…
İdeolojik kılıflar, cilalanmış sözcük ve tümceler ya da başka bahaneler Kâhta’ma ve Kâhtalıya ihanet nedeni olamaz.
Doğduğu toprağa o toprakların insanına üç kuruş için ihanet edenler cahil, zavallı, biçare kekliklerdir.
Mr. Clark’ı tanır mısınız?
Çocukluğumuzun barış gönüllüsü ve İngilizce öğretmeni Mr. Clark…
Bizim sokaktan yukarı doğru giderken, köşede Hacı Bekir Muhacir’in evi vardı.
Yolun karşı tarafında, köşede ise bahçeli bir ev vardı.
Mr. Clark bu evi kiralamıştı, oturuyordu.
Bizim İngilizce dersine geliyordu.
Ortaokul birinci sınıf öğrencisiydim.
O günlerde Amerikan uçakları Vietnam halkına bomba yağdırıyordu.
Kâhta’da gazeteleri bakkal Osman satardı.
Gazete almak için abone olmak gerekirdi.
Gazete okuyanlar çok azdı. Memurların yarısı bile gazete okumazdı.
25 kuruş olan gazetelerden Akşam gazetesine abone olmuştum.
Her ay peşin 750 kuruş verirdim. Gelen gazetelere abonelerin adı yazılırdı. Akşam gazetesine de benim adım yazılırdı.
Akşam’ın yazar kadrosu Çetin Altan, İlhami Soysal ve diğer yazarları Amerikan’ın Vietnam’ı bombalamasına karşı korkusuzca yazılar yazarlardı.
Akşam, o günlerde anti-Amerikancı bir gazeteydi.
Okuduğum yazılardan çok etkilenmiştim. Anti-Amerikancı, Vietnam’ın bağımsızlığını savunan bir Kâhtalıydım.
Vietnam Lideri Ho Şi Minh‘in hayranıydım. Çünkü ülkesini işgalcilerden kurtarmak için savaşıyordu.
Kurtuluş savaşı veriyordu…
Mr. Clark ile Vietnam sorununu tartışır, Vietnam halkının bir gün mutlaka Amerikalıları ülkelerinden kovacağını söylerdim.
Mr Clark kızardı:
—Mamüt (Mahmut diyemezdi) şimdi git! Hemen git! Haydi git! Diye beni sınıftan çıkarırdı.
Yani beni sınıftan atardı.
Bir gün, Mr. Clark’ın Amerika’dan arkadaşları geldi. Birlikte sınıfa girdiler. Ellerinde fotoğraf makinesi ve kameralar vardı.
Mr. Clark, biz öğrencilerden sıraların üstüne çıkmamızı, bağırmamızı, boğuşmamızı, gürültü yapmamızı istedi.
Arkadaşlar sıraların üstüne çıkmaya başladı… Amerikan sütü, yağı, hapı boğazımdan geçmediğinden olacak, beynim Mr Clark’ın bizi oyuna getirdiğini söyledi. Arkadaşları uyardım:
—Herkes yerine otursun. Çıt çıkmasın. Her dersinde, bir kelime konuştuğumuzda bizi dersten atan Clark, gürültü yapmamızı istiyor. Niye? Gürültü yaparken resmimizi çekecekler, Amerikan gazete ve dergilerinde “Kâhtalılar terbiyesiz” diye yayınlayacaklar. Oyuna gelmeyelim arkadaşlar!
Bütün arkadaşlar yerine oturdu. Tek kelime konuşmadık. Mr. Clark gürültü yapmamız için çok uğraştı.
Hiç birimiz oyuna gelmedik. Dilsiz, hareketsiz çocuklar olmuştuk…
Yaşayan arkadaşlarıma uzun ömürler dilerim. Amerikalılara, “Kâhtalılar terbiyesizdir” resmini çektirme fırsatı vermediler…
Arkadaşlarımı tekrar kutlarım.
Mr. Clark bir gün sınıfımızın en terbiyeli, en sessiz, en efendi öğrencisi Ramazan Temur’un kravatına yapıştı.
Bütün sınıf Mr. Clark’ın elinde Ramazan Temur’u kurtarmaya çalıştık. Kravatını tutmuş bırakmıyordu. Biz çekiyorduk, o çekiyordu. Ramazan boğulacaktı. Sıralara çıkıp Mr. Clark’ın sırtına atladık.
Ramazan’ı bırakması için boğazını sıkıyorduk.
Ramazan esmerdi. Kapkara oldu.
Mr. Clark sarışındı, kıpkırmızı oldu.
Az kalsın Mr. Clark’ın kendisi boğulacaktı. Mecbur kaldı, Ramazan’ı bıraktı. Bize döndü. Biz de pencereden atladık.
Üç kişiydik. Mr. Clark da pencereden atlayıp peşimize düştü. Bizi yakalasa herhalde parçalardı.
Üç Kâhtalı öğrenci arkadaşlarını kurtarmak için Amerikalıya binip boğazını sıkmıştık.
Amerikalı bir Kâhtalının boğazını sıkma hakkını kendinde görüyordu.
Üç Kâhtalı çocuğun, sanki kendi arkadaşlarını kurtarma hakkı yoktu.
Biz üç kişi Mr. Clark’ın sırtına binen, boğazını sıkanlardık.
Bütün sınıf Ramazan’ı kurtarmak için mücadele veriyordu. Peşimizden çok koştu. Nefesi daha fazla koşmasına yetmedi.
Bizi yakalayamadı. Demek ki biz daha hızlı koşmuşuz…
Kâhta’da “CANTEKİN KİTAPEVİ”Nİ açtım, çalıştırıyorum.
Dükkânın vitrinini o günlerde yayınlanan en önemli kitaplar süslüyordu…
Uzun boylu, sarışın, etine dolgun, çok iyi giyimli entel bir tip dükkânın önünde durdu.
Vitrindeki kitapları tek tek incelemeye başladı. Resimleri inceledi. Cama yapıştırılmış şiirleri okudu.
Ben oturduğum yerden adamı izliyordum. Baktığı kitaplara, resimlere, afişlere, kartpostallara göre yüzünün şekli değişiyordu.
İçeri girdi. Çok güzel bir Türkçe ile:
— Amerikalıyım. ODTÜ’de profesörüm. Güneydoğu’nun bu küçük ilçesinde, böyle bir işyeri çok dikkatimi çekti. Bu kitaplar satılıyor mu? Okuyan çok mu?
Kâhta’da bir Amerikalı profesör…
CİA ajanı olabilir düşüncesiyle yanıtlarımı tartarak verdim.
Kâhta’daki Amerikalılar… Var olan petrole yok diyenler…
Barış gönüllüsü İngilizce öğretmenimiz Mr Clark…
ODTÜ’de görevli Amerikalı bir profesör…
Mazinin şeridini geri sardım. Size Kâhta’ya gelen Amerikalıları anlattım.
Sağlıcakla kalın.
Ara sıra maziye dalın.
O güzel günlerin, güzel insanlarını örnek alın.
O güzel insanlardan yaşayanlara uzun ömürler dilerim.
Ölenlere Allah gani gani rahmet etsin…
Kâhta’m, saf, temiz, dürüst, “ ADAM GİBİ ADAM” olan insanlarını seviyorum…
Güzel insanlar, sizleri çok seviyorum…
Benim gönlüm nasıl unutur saf, temiz, dürüst canları?
Doğduğum toprağın çocukları, babalarının, dedelerinin güzel davranışlarını örnek alsın diye ellerim kalem tutana dek yazacağım…
YORUMLAR
SÜPERSİN CAN HOCAM. HEM YAŞAR KEMAL, HEM ORHAN KEMAL TADINI ALDIĞIM SÜPER BİR YAZIYDI... BUGÜN BİR BAYAN YAZI YAZIP BENİM KURDELE DAĞITTIĞIMI Tİ'YE ALARAK DALGASINI GEÇMİŞ BENİMLE YA, BEN "GÖNLÜMÜN KURDELESİNİ" O GÜN OKUDUĞUM EN GÜZEL YAZIYA TAKMAYI SÜRDÜREREK, BUGÜNKÜ "GÖNÜL KURDELEMİ" BU YAZINIZA TAKACAĞIM VE ON PUANI TIKLAYACAĞIM... SAYGILARIMLA
Mahmut Cantekin
Bilinçsiz insanlarla tartışmak çok zordur. Boş ver. Muhatap almıyorum bilinçsizleri.
Beğendiğin için çok sevindim.
Bu yazılar Kahta sitelerinde köşe yazısı olarak yayınlandığı için esnaf isimlerini bilerek kullanıyorum. Babamı yazmış. Dedemi, amcamı yazmış diye hiç yazı okumayanlar bile yazılarımı yazıcılarda çıkarıp okuyorlar. Okutuyorlar. Şiirlerimi esnaflardan iş yeri duvarına asanları gördüm.
İyi takip ediliyorum. Mersin'de yaşıyorum ama Kahta ile ilişkilerim çok güçlü.
Kahta sokaklarında Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye diye çok slogan attık. 1970'lı yıllarda.
Çok mücadele verdik. Türk ve Kürt ırkçılarının hedef tahtasındaydım.
Teşekkürler üstat.