8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1956
Okunma
Bir yerde herkes birbirine benziyorsa; orada kimse yok demektir.
-- Michel Foucault –
Kimseye benzemeyenlerden başlamak istiyorum …
Engela’nın Külleri, yıllar önceydi, kitabı okumak için elime ilk aldığımda, Angela roman bitene kadar başucunda ağlamıştı .Roman çoktan bitmişti onca zaman geçmesine rağmen hala Angela’nın neden başucumda durmadan ağladığını bilmiyordum. Bu sabah uyandığımda duygularımın benimle uyanmamış olmasını da anlayamadım. Aklımın ayna karsısında serseri bir gülücüğe aldırmamış olmasını da bir anlam verememiştim Oysa ayna karşısında kendi kendime bakarken,- ne olmak, kim olmak isterdin? sorusunu sorduğumda; bendenim bütün zamirlere –benden öte, sen, o, siz onlar diyerek hepsini katletti. Ardından yakaladığı bütün sıfatları kullanarak bir bir tüketti, Sırası gelen zarflara omuz sikkeleyerek, belirtili ya da belirtisiz bütün hallerini tek tek öldürdü. Elbette kelimeleri ve cümleleri birbirine bağlayan edatlar ve bağlaçlarda kendilerine düşen sözleri ölmeden önce işitti. Geriye tek bir şey kaldı, özne ! O hala şaşkın bir halde ayna karşısında bütün bu katliamları sessiz sedasız izledi .Ben bunları hayal ederken, aklımın duygularımdan habersiz neler yapabileceğini düşündüm ve duygularım olmadan asla hayal kurmayacağıma kendi kendime söz verdim. Neden mi ? Sanırım bilmiyorum !
Anlamsızlık diye bir şey mi var ? Oysa bildiklerimi toplasam bir nokta kadar bile etmez. Ya bilmediklerim ? Kaç nokta, kaç virgül, kaç ünlem, kaç üç nokta ve kaç soru işareti ederdi. Doğrusu bunların hiç birini de bilmiyordum !
Yaklaşık dokuz yıldır bu sitede emeklemekteyim. Çok fazla yorum yazmasam da okuduğum üye arkadaşlar var elbette. Bir çok kişiyi okurken yine bir çok üye ‘’Rüzgar gibi geçti’’ gözlerimin önünden. Online olmadığım günler dışardan yine bir çok yazı ve şiirleri okuyor kendimce değerlendirmeler yapıyordum. Tabi bu karşılıksız değerlendirmeleri yaparken karşımda bir ayna misali, yine kendim vardı. Şimdi yine böyle bir gün de okuduğum yazılar ve sahipleri hakkında kısa kısa değerlendirmeler yapmak istiyorum. Bunlar benim kendime ait duygu ve düşünceler tabi. İçimden geçenleri paylaşmak belki içimde soğumasına izin vermek istemediğim cümlelerdir bunlar.
Aslında bu üye dostların edebiyat adına yaptıkları çalışmalar, benim edebiyat anlayışıma etki edenlerden ibarettir. Kişileri sadece edebiyatdefterinden tanıyorum. Onların yazılarını okurken kime ait olduğunu anlayabiliyorum. Bunun için bana yardımcı olan cümleler aslında birazda onların masalı oluyor.
Harun Aktaş: Yazmak, sanırım onun cümlelerle dolu bir hayal dünyasını kendisinden satın almak gibi. Hiç ummadığınız bir yolculuğun sonunda hiç ummadığınız bir yerde , bir köşe başında ya da herhangi bir kalabalıkta bulursunuz kendinizi. Şaşırmış, ağlamış ya da gülerek bulabilirsiniz kendinizi. Kendinize geldiğinizde aynaya bakmak istemezsiniz. O aynada kendinizden çok kendinizin olmak istemediği o şeyi, o şeyleri ya da o şey diye bilirsiniz her şeyi. Onu okumak kargaşadan kaçan şeyi kendine özletme gibi.
Aynur Engindeniz: Tarif edilen bir karanlık dünyayı tarifsiz beyaz bir sahneye taşıyabilen ve o sahnede olağanüstü derinlikte bir hayatı size fark ettirmeden sunabilen bir yazar. Yazar sıfatının ezber niyetine değil de anlam niyetine isminin önüne koyabildiğim enden kişilerden. Onu okuduğumda ,her yazısının sonunda bana bıraktığı duyguyu yenmek mümkün değil. Bir iç çekişmenin içinden çıkan ruh halini, taşıdığımız ruhun içine işleyebilen ve o ruhu bir öncekiyle empatiye yönlendirebilenlerden.
Grafspee: Hayaller insansız ne işe yarar ki ! Hayal olmadan insan ne yapabilir ki ? Edebi yanından çok, işlediği konuların farklı bir seyirde gelişmesi ve gerilimli dakikaları çok anlaşılır cümlelerle bizlere sunabilmesi hoş. Onun için şunları söylemek lazım ‘’ Hayalgücünün dünyasında, insan aklının fethi. Sanırım her insan ,kendi hayal dünyasının tanrısı. İnsan yarattığı dünyanın yöneticisi ise, o dünya ona ait. Bütün yazan- çizenlerde, tanrısal bir güç yok mu sizce ?Her ne kadar ,var olan dünya her şeyin kaynağı olsa da, Onun Hayal Dünyası bu kirli dünyayı, teğet geçmesi dileğimle. ’’Ama güzel hayaller her zaman onunla olsun ve edebiyat olsun.
Afet İnce Kırat : ‘’Güzüm nem hem-demim hem Merhemim gam, hatırım derhem ‘’
Lüknet efemdim Zul’dür kafiyelerim, kaidesiz bir esir sokağından Işıksız ,güneşsiz, yar ’sız bir şuurdur kıyamet… Üç şair üç dize, üç kusur içinde usanmadan yazan biz…Şafakların da kalem oynatan şairler ziyankar dizelerde ölüm diye bağıran heceler
Biraz susun, biraz hançer yarasına düşen cümleler… Dekadan Babil’e koşan sözcükler dileniyor… Biliyorum üç beş şair öldü, üç-beş şair doğdu… Birinin adı sen, diğeri de ben…!!!
‘’ susma şair yaz artık biraz daha bekleme Afet İnce Kırat ’’ Kıyamet biraz önce kopmuş, bundan bana ne –sana ne, ne demek? Aklımda kalan üç-beş kelime… Birazın da sen, birazın da ben…Ölümün ucunda bambaşka gözler birazın da Edebiyatdefteri birazın da biz !
Onun edebi çabasını yazılarında beyanı apaçık bir itiraz ve apaçık bir itiraftan doğan her cümlesinde biraz edebiyat, biraz edebiyat ve hep edebiyat uğruna olduğuna inanıyorum ve şahit kılıyorum kendimi.
Şükran Ay : Onun için Söz konusu Edebiyat ise ...’’ İki devri ayıran cümle…İki insan arasına giren aşk…Bir lale devri masalı olmalı hayat. Otokritik bir düşünceden çıkarak, tenkit sözünü karşımdakine dayatmadan, sanat veya düşünce eserinin, zayıf ve güçlü yönleri göz önünde bulundurularak ,gerçek değerini belirleme amacıyla yapılacak değerlendirmeleri göz ardı etmek, korku, kibir, haset gibi sözlerle(eleştiriye) cevap vermek, yazmayı daha çok vakit geçirmek gibi yazmaktan ve düşünmekten başka hiçbir şey değil ’’ onun için edebiyat…
Davidoff : Hayat bir yere kadar yalan, bir yerden sonra da yabancıdır. Tam onunla tanışma faslına girdiğinizde aranıza giren zaman ,bütün her şeyi rezil eder… Bundan sonra sizi bekleyen rezil hayat, kendisini size sevdirebilmek için önce içtiğiniz suda kendini intihar eder…Onu Kurtarmaya çalıştınız mı? Sanırım evet…Bundan böyle paçalarınıza yapışacak ve bir hayat boyu renkten renge girerek, her duygunuzun önünde ya da arkasında size eşlik edecek… Yaşadığımız hayatlar inceden bir şükrediştir. Şükürleri hikayelerime düşüren ve kendimizi oradan her açıdan görmemizi sağlayan güzel bir kalem..
HakkınSesi : İnceden bir sızı ve koca bir hicran yarasına dönüşen fiiller…Cümle içinde ayrı bir düş dünyasına sunduğu yazıları ,kendisini okuyucuya affettirene kadar bir isyandır …İsyanın olduğu yerde cümle hakikate dönüşür . Yoğun duyguların iç içe geçtiği yazılarda keyfi halleri kedere, kederli dili keyfe dönüştürebilir. Saçmalıklar dünyası ! Emin olduğu yazılarına başlamadan ilk belirttiği ‘’ ve bunlar da diğerleri gibi yalnızca birer saçmalık... ‘’ Aslında saçmaladığımız hayatın ciddiyetini kırmadan dökmeden yazabilen iyi bir yazar.
Deman Ronahi : ‘Sahilimde sensizliğe dair bir hüzün dolaşıyordu; bir köşesinden tutup denize atasım geldi o gri hüzünlerin. Sonra apansız ne yapacaklarıma dikkat kesilirken, hüzünlerin, biz yalnızlara besin olduğunu anımsadım.’’ Anımsamaya başladığında cümlelerini susturabilen, suskunluğunu koca bir çığlığa dönüştürebilecek kadar güçlü sözleri… Hataların yüreklendirildiği bir yerde umudu ilk kez bize bir keşif gibi sunan, aşkın yerden göğe kadar ulaşan haykırışını kendi yüreğinde lisanımıza çevirebilen bir yazar…’’ Canlılar âleminde en çok doğada renk değiştiren Bukalemun biliriz fakat insanlar âleminde en çok kabuk, renk değiştiren soytarılardır! Paraya eğildiği kadar sevgiye eğilemeyen bu soytarılar ne yazık ki hayatın tadını bozdular; korkunç ve iğrençler! ‘’
Metin Akdeniz : (…) ‘’ birkaç şiirlik yerin kaldı bende Roja az bekle o da bitmek üzere ve içine dolan o karartı hissi basit bir doğa olayı sadece başka bir adın varken …’’ (…) Bütün duygular onun cümlelerinde inişli-çıkışlıdır. Anlık şefkat olmaz , amaçsız söz olmaz, sahibi yoksa şiirin ve yazıların ‘’sefiller ‘’ kadar yalnızdır. Yazılarında bir zafer çığlığını şahit tutmadan, cümleleri neyi anlatıyorsa okuyucunun gözlerinde o zaferi görmek mümkün. Kimseye benzemeyen ama herkes olabilen şiir ve nesir yazılarında derin bir düşünce ve ardından derin bir düş dünyasını yaşamak ne güzel.
Kemnur : ‘’ Kaç hayatı terk ettim? Bu kaçıncı hayatım? Şu asırlık çınarda gizliydi ruhum... Dallarımı budadılar, acıdı canım; ama, ölmedim. Ruhum çırılçıplak ortada kaldı ‘’ Yazılarında her hayata bir hikaye, her hikayesine bir hayat, her hayatın içine bir insan, her insanın için bir duygu, her duyguya bir şövalye, ve her şövalyenin bir zaferi gibidir yazıları. Yazılarında mutlak bir güç onu mutlaka bir sona sürükleyecektir. Her hikayesi her denemesi ve her şiirinde hayatın gizlediği gölgelerin dilinden küçük bir itirafı dinleyebiliriz. Dinlediklerimiz bir öykü ya da bir şiir olsa da hayatın kıyısından bize seslenmesi açısından önemlidir.
Emine UYSAL (EMİNE45) : ‘’ Aşkın kabusu, hayatın anlamsızlığı karşısında, dayanılmaz yalnızlığı yaşayan insan ;Bir Yusuf Masalın’ da ki sen’ ben’ olana kadar ; ‘taşlar ufalanıp su’ olana kadar’ ; iki ırmak arasında siyah ve beyaz ; birinin adı aşk ise , ötesi ben olana kadar …’’ Yazılarında biz olana kadar bizi, birden bire biz ya da siz olabilendir. Kırılan duyguların acımasızlığı karşısında kendisini dik tutabilen ve hayatın acımasız kanunlarına karşı ruhuyla direnen, yazılarında bizleri kendisi yaparak farklı duyguları yaşatabilenlerden.
Devam edecek …
Nurhan Doğrul ( Berşah )