- 532 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
LİCE’DEN KAÇIŞ
LİCE’DEN KAÇIŞ
1992 – 1997 yılları arasında Diyarbakır’ın Lice ilçesinde görev yaptım…
İki yıl sınıf öğretmenliği yaptım.
Halk Eğitim Müdürlüğü yardımcılığına atandım. Müdürün tayininin çıkması ile müdürlük görevini yürüttüm…
1995 yılında İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünü şartlı kabul ettim…
1997 yılının baharında, Lice halkının çok sevdiği, benim ve ailemin koruyucu meleği olan demokrat Tabur komutanı dostum uyardı:
— Müdür, bu yıl tayinini iste. Ben Ağustos ayında Lice’den ayrılıyorum. Ben ayrılmadan sen ayrılmalısın. Benden sonraya kalırsan, çocukların yetim kalır. Benim korkumdan sana bir şey yapamadılar… Sen de biliyorsun…
Elbette biliyordum. Hem de bana diş bileyen çoktu…
Bazı öğretmenler vardı. Kürt çocuklarına okuma yazma öğretmem diyen kafatasçı öğretmenler, hemşerileri özel timlere güvenerek derslere girmezlerdi. Sınıfa girenler, ders yapmazlardı…
Ben bu tipleri uyarınca, gidip özel timlere şikâyet ederlerdi…
İhale cambazları vardı. Zorla ihale almak isteyenler.
İhale günü demokrat subay keleşini alır, yanımızda yerini alırdı…
İhaleye girenler, silahlı komutanı görünce hava atamazlardı.
Hak eden ihaleyi alırdı…
Bir de okullarımızın onarım ihalesi sorun oldu.
İhale gününden önce bir bey geldi.
Diyarbakır il milli eğitim müdürünün yeğeni olduğunu söyledi. Okulların onarım ihalesini kendisinin alacağını söyledi. Kendinden çok emindi.
İhaleyi almış gibi konuşuyordu…
Ben Kâhtalı Mahmut Cantekin’dim. Babamı, Hacı Üzeyir Efendi’yi kendime örnek almıştım. Binlerce kitap okumuştum…
Onurumu bir koltuk uğruna pazarlayamazdım…
Açıkça söyledim: İhale adil yapılacak. Hak eden alacak. Torpil yok…
Diyarbakır il milli eğitim müdürünün yeğeni çok kızdı:
— O koltukta oturamazsın…
— Koltuğun esiri olacak göz var mı bende? İyi bak… Öğretmenlik daha güzeldir…
Bir hışımla odamdan çıktı…
Bir gün sonra sabah saat sekizde daireye geldim. Kapıyı açtım. Telefon çalıyordu…
Telefonu kaldırdım. Diyarbakır il milli eğitim müdürünün sekreteri karşımdaydı…
“Günaydın” dedikten sonra ekledi:
— Müdür bey sizinle görüşmek istiyor. Bağlıyorum…
Karşımda sabah sabah müdürü bulmak hayra alamet değildi…
— Okulların onarım ihalesini yeğenime vereceksin!
Ben de şu cevabı verdim:
— Emriniz olur müdürüm. Yeğeninize ihaleyi veririm. Yalnız bir ricam var. Bu sözlü emrinizi yazılı verirseniz çok memnun olurum…
Müdür Bey çıldırdı:
— Dalga mı geçiyorsun. Senin görevine son verdim.
Telefonu kapattı.
Saat 12.00 olmadan görevden alınma yazımın geldiğini kaymakamlıkta görevli memurlardan öğrendim…
Komutan arkadaşıma görevden alındığım haberini verdim:
— Müdürlüğüme bir fatiha okuyabilirsin, dedim… Saat 13.00’te kaymakama gideceğim…
Kızdı:
— Ben istemeden müdürlüğün bitmez. Saat 13.00’te kaymakamlığa geleceğim…
Kaymakam Bey makamında saat 13.00’te görevden alınma yazımı okurken, komutan arkadaşım silahıyla içeri girdi. Oturdu.
Komutan, kaymakam beye sordu:
— Siz mi görevden alınmasını istediniz?
Kaymakam Bey:
— Hayır. Diyarbakır’dan yazı göndermişler.
Komutan:
— Hangi vali yardımcısının imzası varsa telefonla ara bana ver…
Kaymakam, vali yardımcısını telefonla aradı.
Merhabalaşmadan sonra komutanın adını, rütbesini ve görevini söyleyerek kendisiyle görüşmek istediğini söyledi.
Telefonu komutana verdi,
Komutan:
— Lice’nin en çalışkan, en dürüst, en namuslu müdürünü görevden alma sebebini öğrenebilir miyim?
Komutan, vali yardımcısını dinledikten sonra devam etti:
— Siz almadım, diyorsunuz. Adınız var. Adınızın altında imzanız var… Elbette Müdür Bey görevine devam edecek… Siz bu sahtekârlığı yapanlardan hesap sormayacak mısınız? Siz gereğini yapmalısınız… Kaymakam Beye veriyorum…
Kaymakam telefonu aldı. Konuştular.
Konuşma bitince ne içersiniz diye sordu. Bize sorarken zile basmıştı.
Hizmetliye çay, dedik.
Komutan, Kaymakam Beye sordu:
— Ne yapacaksın?
Kaymakam:
— Müdür Bey görevine devam edecek. Görevden alınma yazısını vali yardımcısına göndereceğiz. İmzasını taklit edenler hakkında soruşturma açacak…
Birkaç kez daha beni görevden alma girişimleri oldu. Sonuç alamadılar…
Temmuz ayı başında tayini çıkanların listesi geldi.
Mersin iline tayinim çıkmıştı. Temmuz’un on beşinde maaşımı alıp, ilişkimi kesecektim.
On Temmuz günü emniyetten bir dost odama geldi. Yalnızdım.
Heyecanı gözlerinden okunuyordu.
Sordum:
— Ne içersin?
— Kapıyı kapat. Diyeceklerim var. Hemen kalkacağım.
Hizmetli içeri girdi.
Hizmetliyi uyardım:
— Kapıyı kapat. Kimseyi içeri alma. Sonra ben seni çağırırım…
Hizmetli çıktı.
Emniyetten gelen dost, alçak sesle konuşmaya başladı:
— 15 Temmuz günü maaşını alıp ilişkini keseceğini öğrenmişler… Fis köyü yakınlarında PKK’lıların elbiselerini giyip yolunuzu kesecekler. Seni öldürecekler. Bir de dalga geçiyorlardı: “Ölüsünü Türk bayrağına sararız,” diyorlardı. Mersin’e ölüsünü göndeririz.”
— Kimler?
Diye sordum…
Cevap kısaydı:
— Bildiğin ekip… Kafanı çalıştır. Tuzağı parçala… Yeni gelişmeler olursa uğrarım. Uğramazsam bil ki planları devam ediyor… Allah yardımcın olsun…
Dost, kalktı gitti…
Hizmetliye kahve söylemesini, çalışacağımı, kimseyi içeri almamasını söyledim.
Çaycı Murat kahvemi getirdi. Bıraktı. Çıktı.
Bu tuzağı nasıl parçalarım diye düşünmeye başladım.
Ev eşyalarım 47 plakalı bir kamyona zor sığmıştı… Bir dolmuşa sığacak kadar eşya bırakıp, diğerlerini tanıdığım ihtiyacı olan velilerime dağıtacaktım.
Tuzak kuranlar dâhil tanıdığım herkesle vedalaşacaktım.
15 Temmuz öğleden sonra ayrılacağımı söyleyecektim.
Bakkal hesabımı kapatacaktım.
Tuzaktan habersiz gibi davranacaktım.
Milli Eğitimde devir teslim işini hemen yapacaktım.
Maaşımı almadan 14 Temmuz günü Lice’den dolmuşla ayrılacaktım.
Şube müdürünü ve memuru çağırdım. Devir teslim evraklarını bu gün bitirmelerini söyledim.
Çarşıya çıktım. Bakkalın parasını ödedim.
Bakkal:
— Beş günün var. Niye acele ediyorsun, dedi…
Güldüm:
— Beş gün peşin parayla alışveriş keyfini yaşamak istiyorum.
İki öğrencimin velisini buldum. Vereceğim eşyaları taşımaları için traktör bulmalarını, yarın öğle vakti evime gelmelerini söyledim…
Dolmuş durağına gittim. Güvendiğim dolmuşçuya gideceğimiz günü ve saati söyledim. Evin önünde hazır bulunmasını söyledim. Hiç kimsenin haberi olmasın, dedim. Durumu izah ettim.
Daireye döndüm. Daha önceden başladığımız devir teslim işlemi bitmişti. İş imzaya kalmıştı.
Mesai bitimi eve gittim.
Dolmuş ile gideceğimizi söyledim.
Götüreceğimiz eşyaları bir yana, dağıtacağımız eşyaları bir yana ayırmaya başladık…
Gece yarısına kadar işimiz bitti.
Zaten benim için eşyalar içinde en kıymetlisi kitaplarımdı. Yazdığım yazılar, şiirler ve aldığım notlardı.
Diğer eşyaların hepsi kalsa umurumda olmazdı…
Rahatlamıştım…
14 Temmuz sabahı Lice’den ayrılmaya hazırdım.
Beş yılımı geçirdiğim sokakları, caddeleri ve mahalleleri son kez gezdim. Tanıdıklarla vedalaştım…
Çarşıyı baştanbaşa gezdim.
Merak edenlere yarın maaşımı aldıktan sonra Lice’den ayrılacağımı söylüyordum.
Dolmuşçu, saat 14.00’te evde olacağını söyledi…
Son bir yıldır tehlike sezdiğim için YİBO lojmanlarında kalıyordum. YİBO’nun bir bölümüne askerler el koymuştu… Okul, askeri kışla olmuştu. Kapıda nöbetçiler vardı… Bize birer askeri kimlik vermişlerdi… Kimliğini gösteremeyen içeri giremezdi.
YİBO, Lice’nin dışındaydı. Diyarbakır yoluna kestirmeden inilirdi.
Saat 14.00 olmadan bütün eşyamızı lojmanın aşağı kapısının iç tarafına yığmıştık. Dolmuşun gelmesiyle eşyalarımızı yüklememiz birkaç dakika aldı.
Ben, eşim, üç kızım ve oğlumla birlikte dolmuşa doluştuk…
Kestirmeden Diyarbakır yoluna girdik.
Dolmuş yol alırken, ben hala Lice’ye doğru bakıyordum…
Lice’de görev yapan, kirli işlerle uğraşan, Tabur komutanını ve beni kendilerine engel gören eli kanlı çetelerden kaçıyorduk.
Diyarbakır’a kavuşunca, güvendiğim bir dostu aradım.
İlk sorusu tehlikenin büyüklüğünü gösteriyordu:
- Yaşıyor musun? Yengem, çocuklar yaşıyor mu?
Güldüm:
- Ölüler konuşur mu? Yaşıyorum. Hepimiz iyiyiz. Ne oldu?
- Lice’den ayrıldığını duymuşlar. Yol üstündeki bütün karakollara haber vermişler. Durdurulmanı istemişler. İki arabayla peşine düşmüşler. Emniyetteki arkadaşın çok endişeliydi. Tabur komutanı arkadaşın geldi. O da çok endişeliydi. Sana çok kızıyordu. “Ben onu Diyarbakır’a kadar kendim götürecektim. Toplantıdaydım. Neden beklememiş.” Burada ortalık çok karıştı.
- Merak etme. Diyarbakır’dayız. Çemberi yırtık. İki can dostuma hemen haber ver. Merak etmesinler. Mersin’e kavuşunca tekrar ararım.
On yedi bin faili meçhul (aslında faili belli) cinayetin işlendiği bir dönemi yaşıyorduk…
Onlarca kez Allah’ın yardımı ve hayat tecrübem sayesinde ölüm çemberini yırtmış, yaşama eskisinden daha güçlü bir bağla bağlanmıştım...
Yaşamak direnmekti…
YORUMLAR
Kim bilir sizin gibi olanlar oralarda neler çekiyordur.Allah onlara kolaylık versin.
Tebrik ederim saygılarımla.
Mahmut Cantekin
Selamlar, sevgiler.
Gerçekler başka türlü yazılamazdı. Eline, yüreğine, kalemine sağlık
Mahmut Cantekin
Selamlar, sevgiler.
Gerçekleri olduğu gibi yazmak siz ve sizin gibilerin boynunun borcudur hocam. Belki böylece bazı gerçekler netlik kazanır. Hayretler içinde okudum yazdıklarınızı.
Saygılarımla.
Mahmut Cantekin
Selamlar, sevgiler.
Mahmut Cantekin
Yiğit komutan yedi yıl dağlarda mücadele etti. Yöre halkı o kadar seviyordu ki üç metrelik uzaklıkta namluların önünden bilmeden geçmiş, halk bizi tükürüğü ile boğar diye tetiğe basmamışlardı. Telsizle bizzat kendisine söylemişlerdi. Ben çok iyiliğine tanık olmuştum.
Kötü yöneticiler düşman üretir. İyi yöneticiler dost çoğaltır.
Teşekkürler üstat.