- 1301 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
YERİN KULAĞI, GÖĞÜN GÖZÜ VAR
YERİN KULAĞI, GÖĞÜN GÖZÜ VAR
Delik kulaklı hayat. İnsan kuracak, hayat kıracak. Bu böyle gelmiş, böyle gidecek.
Her sabah gözünü açar açmaz ilk ona bakardı. Uzun bir süredir yatak odasını paylaştığı gözleri olmayan o kadın yüzüne. Yataktan çırılçıplak çıkar, canlı bir yüze dokunuyormuş gibi elini yüzün bütün kıvrımlarında gezdirirdi. Fırçasını ve paletini hazırlayıp, bir o renge bir bu renge uzanır, ne renk boyayacağına bir türlü karar veremediği için vazgeçerdi. Onun yatak odasındaki her halini izlesin diye çizdiği bu kadın yüzünün gözlerini bir türlü tamamlayamamıştı.
Orta yaşın üzerinde, uzun boylu bir adamdı. Gençlik fotoğraflarıyla arasındaki tek fark, aynı kareleri paylaştığı insanların git gide değişmiş olmalarıydı. Zamanın kendi içinden akıp geçmesine izin vermemiş, bir yolunu bulup zamandan özgürleşmeyi başarmıştı. Ona has bir koku gibi her halinden buram buram yayılıyordu bu özgürlük hissi. Bazen açıp, bazen topladığı omuz hizasındaki dalgalı saçları koyu kahverengiydi. Beyaz yüzüne gömülmüş iki güvem eriği gibiydi gözleri. Koca adam olmasına rağmen, babaannesi doğduğu günden beri güvem gözlüm diye severdi. Adını bir kez olsun anmazdı ona seslenirken.
Kasabanın tek kadın doktoru olduğu için bir kaç kadının bir araya geldiği her türlü toplantıda adı muhakkak anılırdı Doktor Hasan Murat’ın. Utanarak, sıkılarak muayene olmaya gelen kasabalı kadınların güvenini kazanmayı bilir, zamanla onların hem doktoru hem de sırdaşı haline gelirdi. O muayyen günün gelmesi birçok kadın tarafından sabırsızlıkla beklenirdi. Ya sancının dayanılmazlığı, ya da kanamanın çokluğu bahane edilir, giyinip süslenilir, muayenehanenin yolu tutulurdu.
Uzun denecek boyda esmer güzeli bir köylü kızıydı Asude. Kasabadaki iki liseden biri olan normal lisenin son sınıfında okurken, dillere destan güzelliğini duyup peşine düşen Selanik mübadili bir gence aşık olmuştu. Okul biter bitmez de evlenmişti bu aceleci gençle. Evliliklerinin ilk günü iç yüzünü göstermeye başlayan kocasından günden güne iyice soğumuştu. Kocasını da kendinden soğutmak için çareler arar olmuştu. Kötü koksun da kocası ondan uzak dursun diye günlerce banyo yapmadığı olurdu. Kocasının niyetini bozduğunu anlayınca günlerce giyip beklettiği kirli çamaşırlarını kirli sepetinden alır tekrar giyerdi.
Ne yapsa kendini kurtaramadığı o kabus gibi gecelerden birinde hamile kalmıştı. Kocasına duyurmadan kurtulmaktı niyeti bu hamilelikten. Duyarsa kurtulmasına izin vermezdi. İmzayı atar atmaz evlilikten hevesini aldığı gibi, doğar doğmaz da çocuktan alırdı hevesini.
Doktorun utanıp sıkılınmayacak bir adam olduğunu çok duymuştu arkadaşlarından. Hastalarının sırlarını sakladığını da. Sadece adını ve methini duymuştu. Başka kadınlar gibi sudan bahanelerle gidip muayene olmayı kendine yakıştıramamıştı. Bir keresinde zorla götürmeye kalkmıştı arkadaşlarından biri.
"Gidip gidip kendini elin adamına gösterdiğin yetmiyormuş gibi bir de beni zorluyorsun buna." deyip gitmemişti.
Bir kaç kez muayenehaneye girmeye, doktorun yanında çalışan kızla konuşmaya yeltendiyse de başaramadı. Muayenehanenin önüne geldiğinde içeri bile bakamadan ayakları birbirine dolanarak geçip gitti önünden. Bir kaç kez de muayenehanenin tam karşısında bulunan postaneye girip sıra beklermiş gibi oturdu ve izledi kimlerin girip çıktığını. Doktor odasından çıkar da nasıl biri olduğunu görür diye heveslendi. Görür de güvenilir biri olduğunu hissederse daha kolay olurdu gitmesi. Ama bir türlü göremedi. Gözünü karartıp gitmekten başka çaresi yoktu. Gitmezse kocasından kurtarılması gereken kişi sayısı ikiye çıkacaktı. Derdi de kederi de ikiye katlanıp daha da içinden çıkılmaz olacaktı.
Kocasının ona bir kez daha yaşattığı kâbus dolu bir gecenin ertesi günü tüm gücünü toplayıp telefon açtı doktorun muayenehanesine. Muayenehanenin en tenha günü olan pazartesi gününe randevu aldı.
Pazartesi günleri kasabadaki tüm kadınların temizlik günüydü. Sözleşmişler gibi o gün çoluğunu çocuğunu okula, kocasını işine gönderen bütün kadınlar temizliğe girişirdi.
Hafta sonları sadece yemek yaparlar, eşleri ve çocukları evde rahat etsin diye ev işine kalkışmazlardı. Pazartesi oldu mu da evin tüm halıları balkonlara atılır, var güçle pataklanırdı. Camdan dışarı uzatılan kırlentler birbirlerine vurularak tozdan arındırılırdı.
Salı günü hiçbir işe dokunulmaz, bir gün önce yapılan temizliğin keyfi uzun bir kahvaltıyla sürüldükten sonra önce kuaföre sonra da kabul gününe gidilirdi.
Kasabanın tek marketinin indirim günü olan çarşamba günü markete, perşembe günü de pazara gidilir, haftalık alışveriş edilirdi. Devlet dairelerinde ve bankalarda çalışan bir kaç kadın dışında, çok önemli bir durum, hastalık ya da ölüm olmadıkça hiçbir kadın bu kısır döngüden çıkmaz, seve isteye bu döngünün bir parçası olmaya devam ederdi.
Asude de evlendikten sonra çalışmayı çok istemişti. Liseyi bitirdikten sonra ailesi çalışmasına da okumasına da izin vermeyeceği için hemen evlenmişti.
Kocasının, devlet dairelerinde sözü geçen dostları aracılığıyla kendi okul arkadaşlarına ve eşlerine iş bulmakta üstüne yoktu. İşe girmek isteyen tanıdıkları iş bulma kurumuna başvurur gibi kocasına başvururdu.
"Hep başkalarını iş güç sahibi yapıyorsun, bana da bir iş bul." diye yalvarmış ama ikna edememişti kocasını.
Evde oturup hazır beklemeyi kendine yakıştıramadığı için kocasının kitapçı dükkânına gitmeye başlamıştı. Hem yardım ediyor hem de bol bol kitap okuyarak geçiriyordu günlerini. Kocasının verdiği gündeliği alıp kendi istediği gibi harcadıktan sonra eve dönmek bir parça olsun rahatlatıyordı onu. Gündeliğini son kuruşuna kadar harcamak zorundaydı. Biriktirmesini yasaklamıştı kocası. Bir kaç kez gizlice biriktirmeye yeltenmiş ama yakalanmıştı. Ceza olarak hem biriktirdiği para elinden gitmiş, hem de aklı başına gelinceye kadar dükkâna gitmekten men edilmişti. Kitapların hayatını ne kadar doldurduğunu, kitapsız yaşayamayacağını o yasaklı bir kaç günü bomboş geçirdiğinde anlamıştı.
Günlerden cumaydı. Cuma günleri de hafta sonunu evde geçirecek olan çocuklar ve kocalar için hazırlıklara girişilirdi. Çocuklar için pastalar, kocalar için börekler, sarmalar yapılırdı. Asude’nin kocasının evde zaman geçirmek gibi bir meziyeti yoktu. Zamandan ve mekandan bağımsız, aklına estiği gibi yaşayan sorumsuz bir adamdı. Arada sırada kapağı atacak daha iyi bir yer bulamadığında gece yarısı eve gelir, Asude’nin kendisi gibi sessiz, sedasız hayatını cehenneme çevirirdi. Sabah olunca da yaptıklarından utanıp karısının gözüne görünmeden erkenden çekip giderdi.
Randevusunu aldıktan sonra kocasını aradı. Gece yaşadıkları yüzünden kendini iyi hissetmediğini, hafta sonunu ailesiyle geçirmek istediğini söyledi. O kötü gecelerin ertesi günü köye gitmek istemesine alışmıştı kocası. Gitme demez, yolunu gözlemezDİ. Döneceğim dediği zamanda döndüğü sürece sorun çıkarmazdı. Evde olup yaşattığı kâbusu tekrar tekrar hatırlamasındansa, ailesiyle oyalanıp bir an önce unutması işine gelirdi. Asude unuttuğunda kocasının da hiçbir şey olmamış gibi davranması kolaylaşır, o da utancını unuturdu.
Pazartesi akşam üzeri döneceğini de üstüne basa basa belletti kocasına. Yoksa hiç üşenmez, döneceğim dediği gün dönmedi diye kalkıp Asude’nin köyüne gider, ailesine de hayatı cehennem ederdi. İş kötülük yapmak olunca ayağına da eline de hiç üşenmezdi.
Köyüne her gittiğinde, evlenmeden önce kendisinin olan odada, kendi yatağında yatardı. Sabah, evliliğinin bir rüya olması için dua ederek uyanırdı. Lise yıllarında gazete ve dergilerden kesip odasının duvarına yapıştırdığı resimlerin yerinde yeller estiğini görünce anlardı bir rüyanın değil, kâbus gibi bir evliliğin içinde olduğunu.
Karnına dokundu. Okşadı. Sevdi bebeğini. Evdekiler duymasın diye, kafasını yorganın altına sokup fısıldayarak konuştu onunla. Sevmediği için değil, çok sevdiği için. Ona daha iyi bir yaşamı ve daha iyi bir babayı layık gördüğü için böyle bir karar verdiğini anlattı.
"Acı dolu bir geceyi hatırlatmak istemezsin anneye, değil mi?" deyip minik bir çimdik attı karnına.
Kalkıp pencereyi açtı. Parmak uçlarını pencereye dayamış olan erik ağacının ellerini tutup içeri doğru çekti. Yeni yeni patlamaya başlayan tomurcuklarını sevip, okşayıp, bıraktı. Baharı müjdelemek için son sesleriyle cıvıldaşan kuşların nefes alıp verdikçe inip çıkan minik karınlarını izledi. Ellerini kendi karnında gezdirerek derin derin nefes alıp verdi.
Annesinin kızarttığı köy ekmeklerinin kokusunu duyunca pencereden dışarı atlamayı düşündü. Evli bir kadın olduğunu anımsayıp vazgeçti. Koşar adım mutfağın yolunu tuttu. Mutfaktan arka bahçeye açılan kapıdan dışarı çıktı. Közlerin üzerindeki tel ızgarada kızaran ekmek dilimlerinin terslerini çevirdi. En lezzetli görüneninden kocaman bir parça koparıp masadaki köy peynirine yöneldi.
"Yüzünü yıkamadan olmaz," diyen annesinin okkalı şaplağı elinin üzerine inince bahçedeki musluğa koşup, eli yüzü ıslak geri geldi.
Yıllardır nasıl da denk getirirlerdi. Annesi ekmeklerin ikinci yüzünü kızartırken babası erkenden çay içmeye gittiği köy kahvesinden masanın başına ışınlanıverirdi.
Gözünü açar açmaz kendini sokağa atan erkek kardeşini oyundan alıp kahvaltı masasına oturtmaksa en büyük dertti. Annesiyle ablası kendilerini yırtsa oyunu bırakmaz, babasının hafif bir sertlenmesiyle tıpış tıpış gelip masaya otururdu.
Gerektiğinde sertlenen müşfik bir baba. Gerekli gereksiz sertlenen otoriter bir anne. Sokaktan eve gelmeyen zıpır bir erkek kardeş. Ve onlar için canını vermeye hazır bir kız evlat. Bir de bunlar bahçedeki masanın etrafında toplanmış yemek yiyorsa, annesinin sustuğu yerden babası alıyor ve kendi gençlik hikâyesini anlatıyorsa Asude’nin keyfine diyecek olmazdı.
Karnı doyan kalktı masadan. Erkek kardeşi sokağa koştu. Annesi bahçeyi sulamaya girişti. Babası da traktörüne atlayıp mazot almaya gitti. Asude de ceviz ağacına çakılmış iri bir çivide asılı duran bahçe makasını alıp, gözüne en güzel görünen çiçekleri bir bir kesti. Mutfağa girip ıslattığı kağıt havluyla bir kaç kat sardı saplarını. Alüminyum folyoyla derleyip bir buket haline getirdi. Gidip yanında getirdiği askılı mor elbisesini giydi. Onu giydiğini görenler "Hamile misin yoksa?" diye şaşkınlıkla sorardı. Kocasının evlendiğinden beri kestirmesine izin vermediği uzun siyah saçlarını köye gelir gelmez kısacık kestirmişti annesine. Taramasa bile olurdu artık. Taramadı. Eliyle düzeltip, uçuk pembe rujunu sürdü. Sürmelediği gözlerini aynada kendine bakarak süzdü. Beğendi kendini. Güzeldi. Çantasını sol eline alıp, sağ eliyle çiçekleri kucakladı. Ayakkabılarını giyip annesiyle uzaktan vedalaştı.
"Yerin kulağı, göğün gözü var, aklını başında tut!" diye bağırdı arkasından annesi.
Yanından geçerken oralı bile olmayan erkek kardeşini zorla tutup öptü. Karşıdan ona doğru gelen babası yaklaşınca yanına durdurdu traktörü. Çıkıp traktörün üzerine sarıldı babasına.
"Senin için katil bile olurum ben kızım, bunu sakın unutma," deyince, ağlamaklı olan yüzünü göstermemek için inip traktörden otobüs durağına doğru hızla yürüdü.
Annesinin de babasının da her şeyden haberi var gibiydi. Bir kaç gün önce olanları babası, o gün olacakları annesi biliyormuş gibi konuşmuşlardı. Nasıl bilmesinlerdi? Biri erkekti. Biri kadın. Biri erkeğin yaptıklarını, biri ona karşılık kadının yapacaklarını kendinden bilir gibi bilirdi elbet.
Randevusuna yarım saat kala muayenehaneden içeri girdi. Tanıdık birilerine görünmeden içeri girmiş olmanın sevinciyle gülümsedi onu karşılayan kıza. Kendini tanıttı ve beklemeye başladı. Doktor, koluna girdiği yaşlı bir kadınla çıktı odasından. Dış kapıya kadar geçirip uğurladı.
"Bana sade bir Türk kahvesi söyleyin de büyüyüp doktor olayım yeniden." deyip girdi odasına.
Tam randevu saatinde aldı kız Asude’yi içeri. Doktorun gösterdiği sandalyeye oturmadan önce elindeki buketi gülümseyerek doktorun masasına bıraktı.
"Suya koyarsanız dirilirler" dedi.
Doktor yardımcısını çağırıp suya koydurdu çiçekleri. Saçlarını iki eliyle geri atıp düzelttikten sonra, önündeki kağıtta yazan isme baktı.
"Neyimiz var bakalım Asude Hanım, şikayetimiz nedir?" diye sordu.
Asude’nin gözleri mavi birer boncuk gibi oradan oraya yuvarlandı utançtan. Bir süre nasıl söyleyeceğini düşünüp, gözleriyle anlattı önce.
"Günüm geçti, ama doğurmak istemiyorum," dedi önüne bakarak.
"Önce bir emin olalım, gerisini sonra konuşuruz," deyip Asude’nin muayene sandalyesine geçmesini istedi.
Bütün vücudu taş kesilmişti. Kendini zor kaldırıp yürüdü. Sandalyeye oturdu ama muayene korkusundan bacaklarını kaldırıp iki yanda açık duran dizliklere koyamadı.
"Litotomi pozisyonu diyoruz biz buna tıp dilinde, bir çok kadının korkulu rüyasıdır." deyip Asude’nin bacaklarını dizliklere koymasına yardım etmek istedi doktor.
Kocasının bacaklarını zorla açtığı gecelerde olduğu gibi sıktı kendini. Açmamak için direndi. Kocası bunu her yaptığında erkek olarak dünyaya gelmiş olmak isterdi. Bir kadına bunu zorla değil, severek, kendini sevdirerek yapan bir erkek olarak. Asude’nin bedeni de gözleri gibi her şeyi anlatmıştı doktora. Zorlamadı. Her kadını rahatlatacak, güven duymasını sağlayacak yolu bulmakta üstüne yoktu Doktor Hasan Murat’ın.
Hepsine tek tek dokunup, "Çiçekler dirildi bile," dedi. İsimlerini bildiklerini sayıp, bilemediklerini Asude’ye sordu. Asude de çiçekler gibi dirilip dile geldi. Annesinin bahçesinde ne var ne yok hepsini anlattı. Bahçedeki ceviz ağacının dalına oturup çiçekleri kuş bakışı izlemenin hazzını duyumsattı doktora. Ceviz yapraklarıyla donanmış dalların arasından sarkan bir çift çıplak kadın ayağını ve altına serilmiş rengarenk çiçekleri tuvalinde gördü doktor.
Asude’yi konuşturdukça korkudan titreyen kadın gitmiş, cıvıldayan bir kuş konmuştu muayene sandalyesine. Hazırdı. Çiçekleri masasından alıp Asude’nin yattığı yerden göreceği dolabın üzerine koydu.
"Belini iyice yasla arkana, dizlerini dizliklere koy, iç çamaşırını çıkarıp karnını gevşet, ben hemen geliyorum," deyip çıktı dışarı.
Ceviz ağacına yaslanır gibi güvenle yaslandı arkasına. Ceviz ağacına tırmandığını düşünüp, birini o dala, birini bu dala, attı bacaklarını dizliklerin üzerine. Yanı başındaki çarşafı belinden aşağısını kapatacak şekilde örtünüp çıkardı iç çamaşırını. Doktor görmesin diye uzanıp çantasına koydu. Getirdiği çiçekleri ceviz ağacından izler gibi izlemeye koyuldu.
Doktor içeri girer girmez eldivenlerini giyip karnının yeterince gevşek olup olmadığına baktı. "Ne kadar gevşek bırakırsan karnını o kadar ağrısız olur muayenen," dedi.
Muayene etmeyi bitirdikten sonra, "Dua et ki doğuda yaşamıyorsun, ya kocan ya da ailen çekip vururdu seni." dedi.
Asude’nin gözleri korku dolu uzun bir bakışla bir kez daha her şeyi anlattı doktora.
İlk bebeği olduğu için, bir daha düşünüp en doğrusunun bu olduğuna karar verdikten sonra tekrar gelmesini istedi doktor. Bunu öyle ikna edici söyledi ki bir an önce çıkıp gitmezse ikna olacağından korktu Asude. Doktorun dışarı çıkmasını fırsat bilip alat acele giyindi. Arkasından kovalayan varmış gibi çıktı muayenehaneden.
Evine varmaya çok az kala kocasının deli gibi bağıran sesi kötü bir koku gibi yayıldı ortalığa. Sokakta bir delilik yapmasın diye duymazdan gelip iyice hızlandırdı adımlarını. Koşup yetişti arkasından.
"Beni ele güne rezil etmek neymiş göstereceğim sana kahpe." deyip tartaklamaya başladı Asude’yi.
İtip düşürdü yere. Yüzünü, gözünü tekmeledi. Elleriyle korumaya çalıştığı karnına vurdu en çok. Kız meslek lisesinin bahçesinden çıkan bir grup kız öğrenci bağırıp yardım istemese öldürünceye kadar sürdürecekti tekmelemeyi. Yolun ortasında yarı cansız bırakıp kaçtı. Arkadaşının birahanesine gidip en kuytu köşeye oturdu. Bir bira söyleyip, Asude’ye küfür ede ede içmeye başladı.
Babası kötü haberi hastanenin çay ocağını işleten komşularının köy kahvesini aramasıyla aldı. Çay ocağı acil servisle aynı kattaydı. Sedyede kanlar içinde yatanın Asude olduğundan emin olunca babasını haberdar etmek istemişti. O da bir kız babasıydı. Kız çocuklarını en çabuk iyileştiren ilacın babalarının sevgisi ve ilgisi olduğunu kendi kızından bilirdi.
Can havliyle gelip eve tüfeğini kuşandı. Karısına domuz beklemeye gideceğini söyleyip, traktörüyle kasabanın yolunu tuttu. Eliyle koymuş gibi buldu damadını. Dayadı tüfeği alnına. Sıktığı dişlerinin arasından kısık kısık koy verdiği sesiyle "Kızım için katil olurum diye kaç kere boşa mı söyledim yanında, buna mecbur ettin beni," deyip bastı tetiğe.
Ayaklarını içe basa basa, dirseklerine kadar kıvırdığı ceketinden sarkan kollarını sallaya sallaya, üzerine düşeni yapmış bir babanın gururuyla karakola doğru yürüdü.
Doktor ertesi sabah Archimedes gibi “buldum, buldum,” diye bağırarak çırılçıplak fırladı yataktan. Asude’nin her şeyi birer mavi boncuk gibi oradan oraya yuvarlanarak anlatan gözlerinin aynısını boyadı tuvalindeki boşluğa. Boyamayı bitirince uzanıp yatağına mırıldanarak baktı resme.
“Sevdim seni, gözlerin pek tatlı dilli."
Tante Rosa
***
Diyor ki:
Italo Calvino: Derinlik gizlenmelidir. Nereye? Yüzeye.
***
(Görsel: John William Waterhouse / Çiçek Toplayan Kız)
***
YORUMLAR
Öyküleriniz hayatın içinden örneklerle bizlerin karşısına merhaba diyorlar. Olması gereken de zaten öyledir. Çok beğendim,hele ki Asude'nin Dr.a çiçek vermesi hiç beklemediğim bir sondu.
Bu yazı bir anlamda şu da demek sanırım: Sanatla uğraşan bir insan, sanattan anlayan bir insanla eş olmalı... Asude gibi.
Sevgiyle Tante.
Tante Rosa
Çok teşekkür ederim..
Sevgiler..
Davidoff
Hep güzel ve olumlu düşünüyorsunuz Tante, bir yazarın yazılarını sayfasından önce, sahnesine aktarması için en önemli oyuncular bunlardır.
Tebrik ederim sizi.