- 1053 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
BİLİNÇ
Okunan yazının, yaşanan olayların, izlenenlerin sorgulanıp kendi edinimlerimizle birlikte harmanlanıp, zihnin karşılaştırmaları sonucunda fikir çatışmaları yaratılmasıyla edinilen fikrin, yorumun, derin düşünsel gücün ve yargının doğruluk payının, kendi zihnimizde belirlenmesiyle bilinç dediğimiz farkındalık sağlanır. Elde edilen bu bilincin düşünsel analiz ve görüş gücü ve kanıtlanabilirlik yetisi kazanımıyla ‘’doğru gerçek’’e ulaşılır. Okunan yazıları, ortaya sürülen fikirleri, olayları sorgulamazsak kendi içimizde çelişmiş; yalnızca boşlukların, görme alanımızın doldurulduğu yansıtıları görmüş ve zihin buna uyum sağlayıp alışır duruma geldiğinde de görmek istediğimizi görür bir hale gelmiş oluruz.
Bu ne demektir? Okuduklarını, gördüklerini, yaşananları sorgulamayan bir kişi zamanla özünde dürüst, insancıl, sevgi dolu olsa bile; özü, sözü ve pratiği çelişen biri haline dönüşür. Gittikçe negatif bir kişiliğe bürünme eğilimi gösterir. Egosu gittikçe yükselmeye, yükselen ego da, söylem ve kişisel ilişkilerine egemen olmaya başlar. Zamanla ‘’kompleks’’ dediğimiz davranışlar ortaya çıkar. Analizim dahilinde bir kişiye etki eden fikirlerin, olayların, kendisinin gösterdiği tepkiyle çatışması sonucu; olumsuz bir enerji ortaya koyma hali, bilinç dışı kendini savunma yöntemi geliştirdiği görülür. Bu; biriken ve zamanla telafi edilemeyen öğrenme ve doğru analiz etme eksikliklerinin bilinç dışı savunma yöntemi geliştirilerek, açığın kapatılma çabasıdır.
Bunun sonucunda kişide yanlışa yönelme de görülebilir. Cehaletin, şartlanmışlığın, yönlendirmelerin, çevresel ve provakatif etki ve yalnızlaştırmaların sarmalında daha ileri boyutlara vararak şiddete dönüşüp ölümcül sonuçlara ulaşır. Günümüzde bu durum; sorgulamayan, bir şekilde toplumsal olayları ilişkileri iyi takip edemeyen, öğrenmeyen, kendini geliştirmeyen, olaylar arasında doğru bağlantılar kuramayan kişilerde çoğunlukla görülen bir durumdur.
Güç elde etme isteği de buradan doğar. Kötülüklerin kaynağı da; güç elde etme isteğinden doğar ve zamanla çıkara, maddeye hizmet etmesiyle kolaycılığa, emeksiz yaşamın amaçsız kişiliğine dönüştüğü süreç’e hizmet eder duruma gelir.
Çünkü insan doğumundan itibaren insanlaşmaya başlar. Bu insanlaşma süreci bir gelişim sürecidir ve ölünceye kadar sürecektir. Kendini eğitme ve doğaya uyum süreci de diyebiliriz buna. Doğada bütün canlıların, fiziksel ve kimyasal olarak yaşadıkları ortama uyum sağlamakta olduklarını gözlemleriz. En gelişmişi biz insanlar olsak da, son dönemlerde büyük bir gerileme gösterdiğimiz de önemli bir gerçekliktir.
İnsanlaşmanın aydınlanmayı sağlayacağı, aydınlanmanın da var olmanın tek ve mutlak şartı olduğuna atıfta bulunarak, yazımı Anton Çehov’un bir sözüyle noktalamak istiyorum:
‘’İçinde yaşadığınız dünya ile içinizde yaşattığınız dünya arasında kurabildiğiniz bağ kadar mutlu olursunuz. ‘’ diyor A. Çehov çok doğru olarak... Çünkü toplumsal sorumluluğunuzun farkında olduğunuz ve kurduğunuz bağ kadar bireysel sorumluluğunuz da artar ve sosyal varlık olursunuz. Birey olmanın önemi ve koşulu sorumluluklarımızın farkına varmakla başlar. Toplumsal ve evrensel sorumluluğumuzun farkına varabildiğimiz oranda birey olma güçlenir ve insanlaşma sürecinde yol alınır. Bu da gerçek mutluluğu getirir
ve bu sayede ruhsal denge sağlanır.
İşte bu nedenledir ki; sürekli öğrenmek, yaşadığımız sürece kendimizi geliştirmek, aydınlanmak durumundayız. Varlığımızı korumak ve biraz olsun mutlu yaşamak istiyorsak…
Çocuklarımıza bırakacağımız en değerli miras da öğrenmeyi ve düşünmeyi öğretmek olacaktır hiç kuşkusuz…
Önce, biz bunu başarabilirsek!..
11.07.2015
Kadriye PERVAN