İĞDE KOKUSU
Bahçeyi boydan boya buram buram bir iğde kokusu sarmıştı. Sonra masmavi ve tertemiz bir gökyüzü köyün üzerinde bir tablo gibi duruyordu. Parçalı bulutlarda bu mavi fona beyazdan bir kurdele gibi asılıydı. Kuşlar cıvıltı içinde insanın duymak istediği tatlı bir melodi gibiydi. Yeryüzü boydan boya serilmiş olan bir yeşil halıyla adeta doğanın insana huzur veren yüzüydü. ’Rabbim buna da şükür!’ diyordu bu resmi temaşa eden Mirza. Şehrin küf kokan ve insan çürüten havasından kaçmış ana ocağına demir atmıştı. Derin derin içine çekti iğde kokusunu. Köyün ortasındaki çeşmeden avuçlarıyla kana kana buz gibi sudan içti. Suyu içerken avuçlarından sızan su tişörtünü de ıslatmıştı. ’Çok şükür!’ dedi ’hâlâ böyle güzellikler yeryüzünde var.’ dedi. Bozulmamış bir su, kirletilmemiş bir toprak, lekelenmemiş bir gökyüzü...Ve kötülük nedir bilmeyen köy halkı... Yardımlaşma, selamlaşma, muhabbet... Şehrin ucuz insan kokusu, motor sesleri, apartman havası ve bir karış toprağa hasret beton örtüsü sanki yaşayan insanların üzerindeki kefen gibiydi. Burada özüne iniyor iliğine değin hissediyordu yaşamı. Ama buraya gelemsine bunlar sebep değildi.
Şehri terk ediş hikayesi insanın içini burkuyordu. Ve bunu unutmak birazcık da olsa kendini toplamak için ana ocağına dönmüştü. Belki de hep kalacaktı burada. İğde kokuları olduğu müddetçe kalacaktı. Eğer son iğde ağacı da kesilse ya da kurusa iğde ağacı olan başka yere giderdi o zaman. İğde kokusu olmayan bir yer onun orayı terk ediş sebebi olacaktı.
Şehrin seans yapılan psikiyatri ofisleri yoktu burada. Her gün alınan antidepresan hapları... Sigara ve içki de... Bataklıktan çıkmış gül bahçesine düşmüştü. Ve ona iyi gelen iğde kokusu olmuştu. Parfümü iğde kokusuydu artık, vücut şampuanı, saç... Ferahlamak için biraz iğde kokusu ona iyi geliyordu ve bu kokuyu iyice hissetmek için sabah erkenden uyanıyor iğde ağaçlarıyla dolu bahçeye gidiyordu.
Şehirde bir sevdiği vardı ama artık onu geride bıraktığını biliyordu. Çok sevmesine rağmen bu sevdanın onda yarattığı tahribat ömrü boyunca düzeltilemeyecek kadar ağırdı.Onu çok sevmişti çok. Hayatı, her şeyi o olmuştu. Bir insan kendisini unutacak kadar başkasına intisap eder mi? İşte Mirza’da kendisini yok sayıp onu yaşamıştı. Ah aşk! Sen adamı rezil de edersin vezir de! Sen adamı yerin yedi kat dibine de gönderirsin, yedi kat üstüne de çıkartırsın. Aşka düşen her şeyi mübalağalı yaşar.
İlanı aşk ettiği o gece... O bir daha yaşanılmayacak ve hep kahredilecek olan gece yok mu? Bir dosta, bir arkadaşa insan sevgili olarak ne kadar süre bakabilir. O ilk günden abayı yakmıştı ama söyleme cesaretinde bulunamadığı için de hep içinde yaşamıştı o aşkı. Artık aşk zehirli bir hal almış söylese bir türlü söylemese bin türlü bir hale gelmişti. Ve bir gece cesaretini toplayıp da Mahmure’nin karşısına çıktığı vakit saatler durmuş, yıldızlar sabitlenmiş, kuşlar hazır kıta beklemişti onun konuşmasını.
- Sana, karşılaştığımız o ilk günden beri aşığım. Ve bu aşkı içimde yaşadım. Öyle bir hale geldim ki aşk sarmaşığı beni içten içe ele geçirdi ve tüm benliğimi sardı. Bu aşkın salgıladığı özsuyu dışarı akıtmasam beni öldürecekti. Bir yandan süregelen dostluğumuz bir yandan da bende süregelen sana karşı duyduğum aşk... Umarım beni yanlış anlamaz ve bu dostluğumuzu bitirmezsin. Cevabın ne olursa olsun seninle hiç değilse bir dost gibi kalmayı da istediğimi bilmeni isterim. Evet işte direkt yüzüne söylüyorum Mahmure, bunun benim için ne kadar zor olduğunu anlamanı istiyorum. Uçurumun kenarındayım sanki! Düştüm düşeceğim... Teklifimi kabul etsen bu uçurumdan bir kuş süzülüp uçacağım, kabul etmesen ağır bir taş gibi yuvarlanıp paramparça olacağım. Seni seviyorum ve bu sevdanın karşılığı olsun diye de sana ilanı aşk ediyorum. Var mısın benimle bu aşk yolculuğuna? Mirza söylediklerine kendisi bile inanamıyordu çünkü bu işte ilk tecrübesiydi.
-Ah be delikanlım! Bir iğde kokusu kadar önemsediğim ve huyuna suyuna hayran olduğum. Hislerini bu kadar beliğ ve samimi beyan etmenden dolayı çok mesudum. Senin bana karşı olan alakan her türlü övgünün üstündedir. Ve benim tarafımdan da büyük bir gurur olarak kabul görmektedir. Lakin ben bu teklifini üzülerek ve çaresizlik içinde yok sayacağım. Dostluğumuzun da bitmemesini isteyeceğim senden. Çünkü insanın etrafında senin gibi özü sözü bir olan gerçek bir dostun olması gerektiğini düşünüyorum. Sana kalben bir karşılık veremeyeceğimi büyük bir teessürle söylemek istiyorum. Kırılmanı ve incinmeni istemiyorum. Lakin ben başkasını seviyorum. Sen beni seviyorsun ben de başkasını... Sen benden karşılık bulmuyorsun ben de ondan bir karşılık bulmuyorum. Ama insanın içinde hep bir umut var ya! İşte ona sığınıyorum. Ah Mahmure, bir insan nasıl yıkılır, nasıl yerle bir edilir, nasıl vurulur? Şu an onu yapıyorsun.
- Sen beni sevebilirsin! Sevdiğini elde edemiyorsun ama elde ettiğini sevebilirsin Mahmure! Sana tam tekmil hazırım. dedi Mirza çaresizlik içinde, utana sıkıla, ezile büzüle.
- Hayır hayır, bu o kadar basit değil! Yüreğime söz geçiremem ve bu yüzden de seni de zorda bırakamam. Bir gün bana dönerse o ve o döndüğünde ben sendeysem...Yok yok olamaz. Sen dost olarak kal bende sevgili olarak değil. Seni kaybedemem de anla beni. dedi Mahmure, son mermiyi sürmüştü namluya ve sıkmıştı Mirza’nın tam kalbine.
- Hep bahçesinde bir iğde ağacı olan küçük ama şirin bir köy evini hayal ederdim.Ve o köy evinde iğde kokuları içinde çocuklarımızı büyütmeyi seninle. Doğallığı bozulmayan, insanı kirlenmeyen, aşkı bitmeyen bir köyü... Sen bu hayalin kahramanıydın bende hep, yıkılmayan hayalimdi bu. Hoşça kal sana, umarım bu aşk seni mahcup etmez.Nadim bir gözyaşı gibi gözlerinden akıp gitmez bu aşk.Ben sende hiçbir şeyimi bırakmadan gidiyorum. Hayatında hiç olmamış gibi, seninle hiç konuşmamış ve seni hiç sevmemiş gibi. Vermiş olduğum geçici aşk rahatsızlığından dolayı da özür diliyorum. Hiç yaşanmamış say bunu, hiç söylenmemiş. Mirza bu andan itibaren bir cesetti artık, her sese sağırdı, gözleri kördü, ağzı laldi.Bu olağan bir hal değildi.
- Bir dost olarak kal, yalvarıyorum sana Mirza! dedi Mahmure, artık çok geçti iş işten geçti.
- Artık çok geç. Seni ve bu şehri ebediyen terk edip o iğde kokularıyla dolu köye gidiyorum. Hep bir kesik yaşayacağım bundan sonra, hep bir noksan...
Bu aşkın üzerinden çok sıkıntılı ve çetin aylar geçmişti. Şimdi ise yeni yeni kendini bulmaya başlıyordu Mirza. Bir köy evi... İğde kokuları vardı teneffüs ettiği havada. Ve hep bir eksiklik vardı yaşamında, bir boşluk saklıydı sol yanında. Onu hiçbir şey ve hiçbir kimse dolduramazdı. ’Rabbim kimseye kalp boşluğu vermesin.’ diyordu konuştuğu herkese.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.