- 435 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Vinç Operatörü
Akşam işten eve haliyle yorgun argın geliyor insan. Hem bedenen hem de kafa olarak çalışıyorsanız adına KOBİ de denen küçük bir işletme sahibiyseniz eğer illa ki yorgunluğunuz oluyor. İşletmelerin ve küçük işletme sahiplerinin ekonomik olarak halleri de ortada. Bu devirde çok güçlü sermaye yapınız yoksa ne uzarsınız, ne de kısalırsınız. Geri gitmeseniz bile ancak kendinizi geçindirirsiniz. Başka bir deyişle ticaret sizi ne oldurur ne de öldürür. İki arada bir derede kâh mutlu kâh umutlu hayatınızı devam ettirmeye, çocuklarınıza helal lokma yedirmeye var gücünüz ile çabalarsınız...
İşte böyle eve yorgun argın geldiğim günlerden biriydi. Hemen ellerimi yıkayıp sofraya oturuverdim. Hanımda bir güzel yemekler yapmış ki tam ağzıma layık. Erkeğin kalbine giden yolun midesinden geçtiğini ta başından beri tam tekmil bilir bizim hatun. Bir güzel biber dolması, öncesinde tabi ki çorbamız mutlaka vardır. Biraz salata yanında yoğurdu da çok severim, yemedim mi duramam, bizim sofranın olmazsa olmazlarındandır, biz Türklerin yegâne icatlarından yoğurt. Bir de kötü huyum var çabuk yiyorum ve de hemen kalkıyorum sofradan, kurumaya da kurusun o huyum. Adım Hıdır elimden gelen budur işte ne yapalım...
Sonrasında tabi ki televizyon faslı, bir çok Türk Ailesinin yaptığı gibi. Yarım saat geçer ya da geçmez, yemekte tükettiğim yoğurdun da naçizane katkısı ile göz kapaklarım bu gün git yarın gel, yani kapalı konumuna yavaş yavaş gelir. Balıklama giriyorum rüya imparatorluğunun sınırlarına... Rüya İmparatorundan izin bile almadan. Eski dostumdur da Rüya İmparatoru...
O da ne bir anda devasa bir vinç’in en tepesindeyim. Bu öyle yüksek bir vinç ki sadece bulunduğum yeri değil bir ucundan bir ucuna, hani o meşhur söylem ile Edirne’den Ardahan’a kadar bütün ülkeyi görüyorum neredeyse. Şu salakça espriyi yapmamam lazım. ’’Ben aslında kamyonu kullanıyordum Leonardo da Vinci’’ Hayır, hayır yapmayacağım böyle bir espri hiç zorlamayın benim vinci kullanan benim Leonardo değil...
Neyse vinci çalıştırmaya başladım. Başladım başlamasına da birilerini bir yerlerden alıp başka yerlere nakletmem gerekecek rüyada ki amirlerim öyle buyuruyorlar. Rüya Kitabının kesin kuralıdır. On sekizinci madde der ki ’’Rüyada isen eğer rüya amirlerinin söylediklerinden kesinlikle çıkmayacaksın.’’ Gelelim tekrar rüyada kaldığımız yere. Vincin Kulesi hızla dönüyor. Taşları tuğlaları alıyorum hoop okulsuz köylerin arazilerine hemencecik bırakıyorum. Çocuklar ve anneleri, babaları ta oradan bana alkış yapıyorlar, tebessüm ediyorlar. Vincin tepesinden onlara el sallıyorum, öpücük gönderiyorum. Sonra yönümü başka tarafa çeviriyorum. Bakıyorum yıkılmış gecekondular ve yerine yapılacak yeni yeni konutlar. Güzel evlerde oturmak bütün vatandaşlarımızın hakkıdır diye düşünüyorum. Ta başkentte ki vinçten Kayseri de ki Malatya da ki vatandaşlara malzemeler gönderiyorum. Kiremitler, çimentolar, kumlar, inşaat demirleri... Gözlerinde parıltılar ve mutluluklar görüyorum ne güzel. Rüyam son hızla devam ediyor. Güneydoğuda ki köy okullarına Vinç’im ile defter, kalem, silgi, kitap ve bilumum okul malzemelerini gönderiyorum. Çocuklar neşe içinde şarkı söylüyorlar. Terör mağduru insanların gözlerinden mutluluk gözyaşları akıyor. Aşağıdan yine el sallıyorlar bana.
Biraz yorulmuşum vincin tepesinde dinleniyorum. Sonra tekrar hummalı bir çalışma başlıyor. Üff, ne de uzun sürdü bu rüya diye aklımdan da geçmiyor değil hani. Vinç im başkentte dolanıyor, şehrin estetiğini bozan bütün yapıları yıkmaya niyetliyim. O dağların tepesine bir günde dikilen gecekonduları en başta. Ha bir de ceza evlerini yıkmam lazım kökünden hem de. O arada rüyama yandan bir dış ses müdahale ediyor. ’’ Tamam, ceza evlerini yıkalım amma daha öncesinde eğitimi öğretimi geliştirip yüzlerce kütüphane, okul açmalı, kitap dağıtmalı ve de insanlarımızı en küçüğünden en büyüğüne kadar eğitmeliyiz. Çünkü her kütüphane bir hapishane kapatır. Eğitim sistemi ile de zırt pırt oynanmamalı.’’ Dış sesin bütün söyledikleri kulaklarımda çınlıyor ve ona tepeden tırnağa hak veriyorum...
Bir ara şu işe yaramayan vatandaşları koltukları ile beraber alsam ve ülke sınırlarının dışına çıkarsam diyorum. Önce genel müdürlerden başlamalı işe. Üç beş tane genel müdürü tepeden vincim ile alıp işe yaramaz alet edevatın konulduğu depolara gönderiyorum. Alt kademedekiler bir seviniyor bir seviniyor, bana dualar ediyorlar. Daha sonra dalkavukluk yapan bir sürü devlet memurunu bir şekilde vincim ile yakalayıp ülke sınırları dışına çıkarmak hayli zamanımı alıyor. Sırada çalışmayan belediye başkanları ve diğer devlet yöneticileri var. Onlarda vincimin kıskacından kurtulamayacaklar. Onları da bir şekilde komşu ülkelere postalıyorum. Bir büyük koltukta oturan muhterem bir şahıs gözüme ilişiyor. Üstten kancayı takıyorum koltuğuna ama bir türlü gelmiyor. Hayret Vinç’imin şimdiye kadar kaldıramadığı hiç bir cisim, ağırlık olamamıştı. Bir daha bir daha deniyorum boşuna. Kancayı adamın ceketine takıyorum o da gelmiyor bir türlü. Uzaktan dürbün ile bakıyorum adamın masasının üstünde ismi yazıyor. Yazıyı yakınlaştırıyorum kendime, biraz daha yaklaştırıyorum. Filan Fişmankes Bakanı Sulhettin Doğrusöyler yazıyor. Masanın sağ tarafına baktığımda ucu açılmış ve kokusu ta yukarılara kadar gelen kocaman bir tüpte Japon Yapıştırıcısı olduğunu görüyorum. Vinci mi yukarı doğru çekerken şekerleme vaziyetinden de göz açık vaziyete yavaşça geçiş yapıyorum. Nasıl bir rüyaydı bu ya, keşke gerçek olsa bu rüyada gördüklerim diye içimden geçmiyor değil hani...
YORUMLAR
Ahmet bey, tebrikler.
bu guzel ruyayi bir daha gorurseniz eger ise yaramaz adamlari komsu ulkeye degil Antartika'ya filan gonderin. Yoksa komsu ulkelerden bir yolunu bulup yine gelirler guzel ulkeme :-)