KÜÇÜĞÜM
Bir insan bu kadar mı sevilir, bu kadar mı yüceltilir ve bu kadar mı bir insan da yok olunur adeta onu ispatlıyordu severken Küçüğüm’ü, Gözleri Benli Adam.
Yoktu böylesine sevmek.
Ne evvelden bize hikaye edilen aşklarda ne de bundan sonra doğacak olan aşklardan imkanı ve mümkünü yok çıkmazdı böyle bir aşk!
Varsa yoksa Küçüğüm vardı dillerde tek aşk olarak ve onun uğruna zaman okyanusunda kürek sallayan ve rotasını Küçüğüm olarak belirleyen bir Gözleri Benli Adam vardı.
Sahi ummanlar dere değil mi sevgiliye ulaşmak için onu geçmeye çalışan aşığa?
Sahi dağlar tepecik değil mi arkasında saklı olan yare kavuşmak için onu aşmaya çalışan sevdalıya?
Onların bu hali beni derinden yaralayıp kalpten etkilerken daha fazla dayanamadım ve Gözleri Benli Adam’a seslendim:
-Çok sevdin be Gözleri Benli Adam, yüreğin yara bere içinde, dilinde ah’tan gayri ünlem yok, teninde göz göz izleri var ol afetin. Her bakışı bir yakış demek pek de yakışmış ama! Her kelimende o ateşin alevi saklı ve o alev cana değip yakıyor.Tarih öncesi ejderhalar gibi ağzından ateşler saçıyorsun sanki! Dağlar kâğıt parçası, okyanuslar bir damla su, rüzgar bu alevi söndüreceğine tersine daha da alevlendiriyor. Seni tanıyıp da hayran olmamak elde değil! Bir aşk bir adama ancak bu kadar yakışır. Sen aşkı hakkıyla taşıyabiliyorsun be adamım!
Yüzüme tuhaf tuhaf ama derinlemesine baktı.
Korktum ilkin.
Çünkü kalbinize nişan almış bir çift tabanca namlusu gibiydi onun gözleri, sözleri ise namluya sürülmüş mermiydi.
- Öyle, dedi ’Çok sevdim.’
Gayet masumdu bunları söylerken, gayet sakin ve durgun. Oysa kalemi ele aldığında sayfaları tutuşturduğunda bu sakinliği ve durgunluğu görmeniz mümkün değildi. Safkan bir at gibi kırlarda nefes nefese kalmışçasına koşardı yazarken, bir yıldırım gibi olur olmaz çakardı, bir yanardağ gibi püskürtürdü içindeki onca lavı ve bir okyanusun dibindeki akıntı gibi alıp götürürdü önüne gelen her şeyi.
’Zahir de ne söyler bu adam batında ne söyler?’ diye düşündüm. Bu ne zıt bir haldir ya rab? Ona bakan dünyanın en uslu insanını görür, onun içine dalan ise fırtınalardan kurtulamaz. Dışı dünyanın en sakin kenti içi ise en kalabalık şehri...
-Var mı bu denli sevmenin bir tılsımı, sebebi hikmeti? diye sordum.
-Yüreğimden geldiği gibi sevdim. Hani bir şeyler yapıp benim elimden gelen bu dersiniz ya öyle! Sevdim ve benim yüreğimden gelen de bu diyorum. Ona baktığım zaman yeryüzündeki bütün güzelliklerin onda toplandığını gözlerine baktığımda ise dünyanın bütün yeşillerinin onun gözlerinde saklı olduğunu görüyordum. Kalbimi o kadar onunla doldurdum ki başka hiçbir sevgiye yer bırakmadım. O özüydü bir bakıma ilahi aşkın. O, rabbimin bana verdiği en güzel armağan ve ömrüme kattığı olağanüstü bir nimetti. Bu yüzden onu çok sevdim.
- Sizi dinlerken insanın içi aşkla doluyor ve size imrenerek bakıyor insanlar. Sahi siz var mısınız bu dünyada ya? Sizin gibi biri... Sahiden de onu dinlerken ben de kendimden geçmiş ve hayranlıkla onu seyre dalmıştım.
- Bakmasını bilirseniz herkes bir nimettir. Almasını bilirseniz herkes bir sevgilidir.Ben ona Küçüğüm derdim hep o da bu aşkta benim büyüğüm oldu işte. Beni aştı ve benden taştı. O kadar çoğaldı ki bazen bu ben miyim diye bakakalıyordum aynadaki suretime. Adı dilimde düşmedi, hayali geceler boyu üzerime örttüğüm yorgan oldu, kolları ömrümü koyduğum yastığım oldu ve kalbi inanın ki kıblem oldu. Ben ona Küçüğüm derdim. Derdim de bu ya; onsuzluğa dayanamıyorum artık. Gitmeseydi keşke, bitmeseydi...
Gözleri yaşlanmıştı. Ayağa kalktı. Ufka baktı uzun uzun, sanki bakışları güneşi karanlığın içine doğru itiyordu. Oysa batan her güneş doğmak için batıyordu. Karanlık bastırdıkça ve koyulaştıkça acılar da bastırıyor ve koyulaşıyordu. Gözleri Benli Adam’da karanlığın içinde bir güneş gibi yitiyordu.