MUSA İLE İSA
Semavi dinlerin üçünde de Ulul Azim Peygamber adıdır, Musa ile İsa. Sadece Musevilerin kitabı Tevrat’ta veya İsevilerin kitabı İncil’de değil, biz Müslümanların kitabı Kur’an-ı Kerim’de her iki peygamber ile ilgili ayetler vardır.
Ben her iki isimle de dünyaya gözlerimi açtığımdan itibaren haşır neşir oldum.
O’na Bolu’nun Kıbrıscık İlçesi’ne bağlı Alanhimmetler Köyü’nde 1921’de Mehmet Hoca’nın oğlu olarak doğduğunda kendisine Musa adını kimin verdiğini hiç soramadım.
17 yaşına geldiğinde Beypazarı ve Nallıhan’a at sırtında ustalarıyla yağlı güreşlere gitmeye başladığında O’na "Sende Hz. Ali kuvveti" var dediklerini duydum.
"Dış görünüşüm kaslı değildi. Tenim yumuşaktı. İçimdeki acı kuvveti dışardan gören fark edemezdi. O nedenle tanınıncaya, adım duyuluncaya kadar rakiplerimi yanıltıp, çok güreşler kazandım" derdi.
Alan Köyleri harmanlarında namı duyulup, Depelardı’na yine Cemal Pehlivan ve Emin Pehlivanla birlikte gittikleri ve zaferle döndükleri yağlı güreşler sonrası adı Derelere de yayılmıştı.
Dere’nin ağalarından Goca Abdullah’ın kızına aşık olup, ana baba ocağını bırakarak Alan’dan Dere’ye indi.
1955’de doğan oğluna İsa adını sanırım kendisi verdi. Zira Musa’nın yanına İsa yakışır diye düşündü. İsa adını sormak da aklıma gelmedi.
"İsa 16 yaşına gelince kimse yan bakamaz oldu buralarda bana" derdi ve eklerdi, "1950’li yıllarda köy yerine dışardan gelip tutunmak zordu." Musa’nın yanına gelen İsa ile yaşamın zorluklarında da sırtının yere gelmeyeceğini hissetmişti.
"Musa dayı güreşe çıkınca, son çırpınmada önünde saçının perçemleri vardı. O perçemler dim dik dikildiğinde, biz O’nun güreşe hazır olduğunu bilirdik" diye anlatırdı güreşini izleyenler.
17 yaşından 35 yaşına kadar hep başpehlivan olarak güreşti. 1.90 boyu vardı ve güçlüydü.
O zamanın güreşleri büyük olaydı. 1940’lı senelerde fakir insanların en büyük eğlencesiydi. O günkü coşku belki bugünün futboluyla karşılaştırılabilir.
"Birinde Dere’de çeltiktarlası dabanı kovulurken, öküzlerden biri tam işin ortasında hastalandı. Hastalanan öküzü çıkardı ve yerine kendi geçti ve tarlaları öyle kovdu" diye anlattılar uzun yıllar.
Oğlu İsa’ya kalıtımla geçen en önemli özelliği gücü oldu.
İsa sakindi. Konuşmazdı. Kendi içinde yaşardı. Ancak doğruluk ve dürüstlüğüyle peygamber özelliklerinden birine sahipti.
İsa, 1981’deki Çeltikdere yangınında Tepecik Mahallesi’nde evlerin tamamen yanmasını önlemişti. Ağaçtan dizemeleri baltasıyla beşer beşer uçurmuş, yangının tam ortasındaki evin yarısını alevler oraya ulaşmadan Satı Mehmet Dayı ile (Mehmet Aydın) yıkmıştı.
İsa’dan büyük bir kızı ve yine İsa’dan küçük bir oğlu olmasına rağmen, Musa’nın gözü İsasından başkasını görmezdi.
Bolu topraklarında son yüzyılda böylesine bir baba-evlat sevgisi az yaşanmıştır.
1995’te, "Gel seni buralardan birkaç günlüğüne götüreyim. İstersen Adapazarı’ndaki ablamın yanına gidelim" dediğimde, bana şunları söyledi:"Senden haz ederin. Ablanı da çok severin. Ancak ben gökgözlü İsa’dan bir saat bile ayrılamam. Ayrılırsam hasretinden ikinci gün ölürüm."
Haklıydı..
Ben henüz 10 yaşındayken, abim ormana işçi olarak giderdi.
Her gün haber almalıydı İsa’nın Aladağ’da neler yaptığından.
Kurda, kuşa, gelene gidene oğlunu sorardı.
Akşama döneceği bir yere işe gitsin. İsası gelinceye kadar uyumaz ve anamla beni de uyutmazdı.
Gelemedi goca oğlan diye çırpınırdı.
Ekim 2006’da ayaklarının dermanı azaldı. Dünyaya vedaya hazırlanıyordu. 85 yaşındaydı.
"Son 5 yılı bana hediye olarak verdi Allahım" derdi.
"Çok yaşadım ben. Akranlarımın hepsi de gitti" diye tebessüm ederdi.
Ekim 2006’da bir aya yakın yanındaydım.
Herşeyi konuştuk. 85 senelik ömrü bir film şeridi gibi yeniden yaşadık.
"1940’da patlak veren Alman Harbi nedeniyle Çanakkale’de Conk Bayırı’nda beton gorganlar içine girdik. 4 sene sonra ordan çıkabildim. Hiç izine gelmedim. Denizde limon kabuğu görülse ateş etme emri vardı" derdi.
Ölümünden bir hafta önce iznim bittiği için Almanya’ya dönmek zorunda kaldım. Ancak günleri sayılıydı. Ve ağabeyim İsa’nın, "Babam öldü" telefonuyla yeniden köyümüze koştum.
Toprağa verilmeden birkaç saat önceydi.
"Gel son defa yüzüne bakalım" dedi abim İsa.
Yıkayıp, kefenlemişlerdi. Ve kimsenin olmadığı yerde abim yüzünü açtı. Gözleri yumuktu. Ancak bir yanında İsa’sı, diğer yanında Seyfi’si olduğunu sanki hissediyordu.
Ve İsa’nın gözlerinden yaşamımda ilk defa yaş gelirken gördüm.
Kolunu kesseniz, ses çıkarmayacak İsa’nın yeşil gözlerinden yaşlar dizlerine süzülüyordu.
Evet!... O da farkındaydı.
Yeryüzünde kendisini en çok seven Musa bu dünyadan ayrılmıştı.
Ben birinin oğlu, birinin kardeşi olmama rağmen, Musa ile İsa arasındaki sevgi okyanusunun kenarında durabildim.
10 Kasım 2006’da Musa, İsa’yı geride bırakarak dünyadan ayrıldı.
YORUMLAR
Öykü, Mahmut Makal'ın Bizim Köy'ünü aklıma getirdi. Köy hikayeleri kendim de köy kökenli olduğum için öteden beri ilgimi çekmiştir. Artık modern öykücülükte kent işin içine girdi. Olay hikayeleri var durum hikayeleri var. Öykü mü zor şiir mi dersen ikisi de zor. Ama bilmeyene şiir kolay gibi gelir. Öykü de başarılı olmak için ustaları biraz okumak gerekir. Şevket Bulut, Mustafa Kutlu, Sait Faik, Cevat Şakir Kabaağaçlı vb.
İnşallah güzel öyküler çıkar kaleminizden. Başarı dileklerimle.
Seyfi Alp
Muhabirliğe ilk başladığım yıllarda tecrübeli Yazı İşleri Müdürüm, "Sen bir de okusan, neler yazarsın" demişti.
Bu bana hem övgü hem de yergiydi.
Ustaları okuma konusundaki tembelliğimin farkındayım.
Ama burada bir suçluyu daha ilan etmek istiyorum; "Türkiye'de ortaokul, lise ve üniversite eğitim sistemi."
Ezberlediğim kitaplarla ilgili aradan geçen senelere rağmen kabuslar görüyorum.
Ancak, " madem iyi ve güzel şeyler yazmak istiyorum, mutlaka okumalıyım"
gerçeğinin de farkındayım.
Saygılarımla.