- 579 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Demokratik Deliler Devleti-24
-Her deli, yalnızlar arasında bir yalnızdır...
**
Milli kahraman ilan edilmiş olmam kısa sürede çok kişi tarafından duyuldu. Tebrik edenler, yanlarından geçerken alkışlayanlar, gıpta ile bakanlar olduğu gibi; alay edenler, nefret dolu bakışlarla beni süzenler, arkamdan gülenler de vardı. Hatta bazıları önlerinden geçerken çelme takmaya bile çalışıyorlardı. Galiba düşmanım dostumdan daha fazlaydı. Öyle ya yönetimin adamı olmasam beni milli kahraman yaparlar mıydı! Yönetime muhalif olanların düşmanlık hissi beslemeleri o nedenle gayet doğaldı.
Bu kahramanlık payesi bana faydadan çok zarar verecekti. Gece yatağımın örtüsünü kaldırıp yastığımın bıçakla kesilmiş ve pamuklarının dağıtılmış olduğunu görünce bundan iyice emin oldum. Başıma dert almıştım. Yastığımı kesenin oda arkadaşlarımdan biri olabileceği ihtimali beni iyice korkuttu. Yastığımı keseni görüp görmediklerini sorduğumda hiç birinin ağzından tek kelime bile çıkmadı.
Yattığımda sabaha kadar uyku tutmadı. Yastığıma bu zararı veren kişi uyuduğumda beni öldürebilir düşüncesini bir türlü zihnimden atamadım. Düşman ya odamda ya da başka bir yerde pusuya yatmış bekliyordu.
Kahvaltıdan sonra bahçeye çıktım ve bir bankın üzerine oturup başıma açılan bu belayı düşündüm. Düşündükçe problem daha da karmaşık bir hal alıyordu. Mutsuz, umutsuz, çaresiz, kötümser ve bedbahttım. Hiç istemediğim halde silah kullanmayı öğrenmeye karar verdim. Belki böylece tehlikelerden kendimi koruyabilirdim.
Bu karar beni rahatlattı. Etrafa bakınırken birkaç metre ilerimde yolun kenarında sarı renkli bir kedinin yatmakta olduğunu gördüm. Uyuyor sandım, hatta güneşin altında bu kadar sıcakta nasıl uyuduğuna hayret ettim. Dikkatli bir şekilde bakınca hiç hareket etmediğini, nefes almadığını yani öldüğünü anladım. Yazık. Galiba bir araba tarafından ezilmişti. Halbuki burada arabaya çok seyrek rastlanırdı. Ne demeli? Hayvancağızın kötü kaderi...
Yolun öteki tarafındaki çiçeklerin arasında yavaş adımlarla yürüyen kül renginde başka bir kedi gördüm. Çiçekleri arkasında bırakıp yolun kenarına gelen kedi durdu, uzun uzun yatan arkadaşına baktı. Sonra sağını solunu kontrol etti ve sol ayağını bir adım öne atıp kafasını uzattı ve gene durdu. Bir tehlike olup olmadığından emin olmak istiyordu. Karar verdi, yürümeye başladı. Tedbiri elden bırakmadan arkadaşının yanına kadar geldi. Tam o sırada birkaç metre öteden gelen iki kişiyi görünce geri dönüp geldiği yere saklandı. O kişiler gidince tekrar göründü. Önceki hareketlerini aynen tekrarladı ve cansız yatan kedinin yanına gelince ön patileriyle kuyruğuna dokundu. Baktı, baktı... Ölü kedinin bedenini kokladı, kafasına yüzünü defalarca sürttü. Sanki bu cansız varlığa can vermek istiyormuş gibi bir çırpınışı vardı. Gözlerim yaş doldu. Ağlamak istemesem de gözyaşlarımın akmasına engel olamadım...
Küsmüş bir ifade vardı yüzünde, bir kere daha şansını denedikten sonra gidip gitmemek arasında bir tereddüt yaşadı. En sonunda ayrılmaya karar vermiş olmalı ki hızla oradan uzaklaştı. Çılgınlar gibiydi, son hızla koşuyordu.
Birazdan ağaç yapraklarını yoldan süpüren görevli, bu kedi ölüsünü de diğer çöpler gibi süpürge ile küreğinin içine süpürdü...
Bir ağacın arkasına saklanmış biri bana seslendi. Ses çok yavaş olmasına rağmen duydum. Sesin geldiği tarafta ağacın arkasından çıkardığı kafasından Mucit olduğunu anladım. Eliyle yanına çağırdı. Gittim.
-Gel şurada çimenlerin üzerine oturup konuşalım. Sana anlatacağım çok önemli konular var.
-Benden ne istiyorsun, seninle konuşacağımız önemli konular nelerdir?
-Bak Kargacı, önce şunu söyleyeyim: Beni korumalısın!
Ben kendimi bile koruyamazken bu adamı nasıl koruyacaktım? Kelin merhemi olsa kendi kafasına sürermiş.
-Ben seni nasıl koyacağım? Neden koruyacağım ve daha da önemlisi kimden koruyacağım?
-Sen milli kahramansın, herkes öyle kolay kolay senin yanına yaklaşamaz. Hem senin tabancan da varmış. Kafanı bozan olursa çeker vurusun, kimse de sana neden vardun diye sormaz, soramaz.
-Sen galiba kendine özel bir koruma arıyorsun? Paran varsa tut bir tane! Gerçi bu devlette para da geçmiyor ama...
-Alay etmeyi bırak! Koru beni. Hem beni koruyarak insanlığa da büyük bir hizmette bulunmuş olacaksın. Çok büyük bir buluş gerçekleştirdim.
-O müthiş hayali silahın mı, büyük buluş dediğin?
-Hayır o değil. Şimdiki buluşumun yanında o bir hiç... Yani silah buluşu artık çok eskidi. Çağımız bilgi ve teknoloji çağı. Her şey hızla yenileniyor. Yeni buluşlar yapmazsak çağın gerisinde kalırız.
-Neymiş bu yeni buluşun?
-Zaman mefhumunu ortadan kaldırdım. Böylece zamanın engellemesi nedeniyle yapamadığımız birçok şeyi artık yapabileceğiz.
-Mesela?
-Bizden milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki gezegenlere anında gidebileceğiz. Ben gittim ve geldim. Çok güzel, dünyamıza benzeyen bir gezegende kaldım.
-Milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki gezegene gittin ve geldin... İnanmıyorum. Işık hızıyla bile gitsen milyon sene süren bir yolculuğu nasıl başardın?
-İnan. Bizi asırlardır en büyük hız olarak ışık hızıyla aldattılar. Işık hızı yanlışını görüp çözdüm ve bu seyahati yaptım. Bana yardım edersen oraya seni de götürürüm. Bu gezegene bayılacaksın. Dünyanın dörtte bir büyüklüğünde, yarısı buzullarla kaplı, dörtte biri de çöl olan ama geri kalan kısmında yaşam olan bir gezegen. Bitki örtüsü var, bizim dünyamızdakinden oldukça farklı hayvanlar var ve tıpa tıp aynı olmasa da biz insanlara benzeyen zeka sahibi varlıklar var.
-Oraya kolayca gidip geldiğine göre bu dünyada yaşamak zorunda değilsin. İstediğin zaman kaçar gidersin ve korunmaya da böylece ihtiyacın kalmaz.
-Haklısın ama bu henüz bir teori. Uygulamaya geçirmek o kadar kolay değil. Buluşumdan dünyadaki tüm gizli servislerin haberi olmuş. Ajanları sürekli beni takip ediyorlar. Amerika, Rusya, İsrail, Almanya, Fransa... Kısacacası tüm dünya ülkeleri ajanları peşimde.
-Bizim devletimize o ajanlar giremezler.
-Sen öyle zannet. Mesela şu karşıdaki iki adamı görüyorsun değil mi? Ne yapıyor onlar?
-Ne yapacaklar, bir futbol topu ile oynuyorlar.
-Oyun moyun oynadıkları yok, onlar ajan ve beni takip ediyorlar. Şurada yoldan yürüyenler de öyle... Onlar da ajan. Belki de sen bile...
-Evet evet, belki de ben bile ajanımdır ve seni takip etmekle görevlendirilmişimdir.
-Senden şüphelenmeliydim. Bir adamı öyle kolay kolay kahraman yapmazlar.
Paranoyak Mucit’ten ancak böyle yani ajanlığı kabul ederek kurtulabilirdim. Nitekim küfürler savurarak yanımdan ayrıldı.
(Devam edecek...)
YORUMLAR
Merhaba Ömer Faruk Hocam, ne güzel bir kurgunuz var. Olay içinde ilerlerken günümüz gerçeklerine parmak basan bir roman.
Daha önce okuduğum romanlarinız kadar güzel ve akıci.
Gerçekle bilim kurguyu birleştirmek çok güzel. Okuyanı heyecanlandırdığı gibi yazarı sıradanlaştırmaktan kurtariyor.
Tebrik ederim, saygi ve selamlar.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu çalışmanın sonuna çok az kaldı. Sanırım bittikten sonra bir roman olarak basılmak için yayınevlerinde şansını deneyecek.
Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi maalesef bizlerin eserlerini yayımlatabilmesi çok zor...
Ama buna rağmen gene de bir şeyler yapmaya çalışmalıyız.
Selam ve sevgiler...