- 1062 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DOSTLUĞUN SIRRI
DOSTLUĞUN SIRRI
İhtiyar dede gönül merhalesini çoktan aşmıştı. Sekiz kişilik ailesinde yaşayıp gidiyordu. Fazla muhabbeti yoktu insanlara karşı. Hangi sohbete katılsa gündelik konulardı. Bu konular ihtiyarı çok sıkardı. Kendi kendine bazen, “Yahu bu insanlar ne kadar dünyayı seviyor.” diye mırıldanırdı.
Sadece bir dostu vardı. İki-üç günde bir ziyaret etmese duramazdı. Giderken de dostuna en iyi yiyeceklerden alır götürürdü. Dostunun evi, köyün dışında çok uzaktaydı. Bir saatlik yol yürümesi gerekirdi. Bu yüzden ailesiyle hep münakaşa ederdi.
-Be herif buralarda insan mı yok? Gece yarıları yollarda başına bir iş gelecek.
İhtiyar hiç oralı bile olmazdı. Kendinden emin edayla başlardı.
-Bakın yavrularım, karıcığım ben o yolun daha da uzun olmasını istiyorum. Dost için attığım her adım bana keyif veriyor. Zahmetsiz dostluk olur mu?
Ev halkı ihtiyarın söylediklerinden bir şey anlamazdı.
-İnsan yaşlandıkça akıl seviyesi düşüyor galiba.
-Yok yok kardeşim, hiçbir yer görmeyen insanların algıları kapalı oluyor.
-Yav eskidende bu böyleydi. Buğday tarlasına hayvanlar girerdi. Çıkarmayın yesinler onlarda Allah’ın yarattığı her canlı derdi. Tarlasını korumazdı.
-Dedemle bostana gitmiştik. Çocuklar bostandan salatalıkları çalıyorlar. Oda görmezlikten geliyordu. Dede döv şunları deyince “Evladım yesinler bırak, salatalığı topraktan bitirende Allah, o çocukları yaratanda, neyi kimden kıskanıyorsunuz”.
İhtiyarın bu vurdumduymazlığı çıldırttı hem aileyi hem köylüyü. Hiç kimsede meyve olmazken onun meyvelerini dallar taşımazdı. Hayvanlar içinden çıkmadığı halde onun buğdayları diğerlerinkinden daha gür olurdu. Kimse bir akıl erdiremezdi bu olup bitenlere.
Bir gün sabah namazına kalkıp abdest alırken ihtiyara inme inmişti. Ev halkı feryat figan ederken ihtiyar pestil gibi yatıyordu. Ellerinden ayaklarından tutup yatağa götürdüler. Gece saat03:30’du. Tam yatağa yatırdıklarında kapı çalındı. Evin büyük oğlu kapıya çıktığında ne görsün, ihtiyarın dostu kapıdaydı. İnme ineli on dakika olmamıştı. Bu adam nerden duymuştu. O zaman köyde bile telefon yoktu.
- Evladım müsaitseniz içeri girebilir miyim?
Çocuk kekeleyerek “evet” dedi. Herkes şaşkındı. İhtiyara öyle inme inmişti ki ağzı kulağının olduğu yere gelmişti. İhtiyarın dostu yavaşça içeri girip duvarda asılı olan Kuran-ı Kerim’i aldı. Dostunun başına oturup okumaya başladı. O okudukça ihtiyarın ağzı yerine geliyordu yavaş yavaş. Yarım saat sonra ihtiyar eski haline gelmişti. İhtiyarın dostu ev halkıyla vedaşıp gitti. Fakat arkasında bir sürü soru işareti bırakarak gitmişti.
İhtiyarın dostuna kim haber vermişti. İhtiyarla dostunun mesafesi bir saat olduğuna göre 02.30 da evden çıkması lazımdı. O saatte ihtiyar yatakta uyuyor. İnme inmemişti. Dostuna inme ineceğini nasıl biliyordu. Kafalar allak bullaktı. Bu sorunun cevabını hiçbir zaman bulamadılar.
Evin büyük çocuğu bir gün ihtiyarın dostunu görünce bu olanları teker teker anlatıp sordu.
-Amca dedeme inme ineceğini nasıl bildiniz.
-Bak evladım, insanın dostu Yemen’de yaralansa acısı Şam’da duyulur.
-Peki, amca 03.30’da inme indi dedeme senin evden 02.30’da çıkman lazım. O zaman dedem sağlamdı.
İhtiyarın dostu hafifçe gülümseyerek çocuğun başını okşadı.
-Bak evladım siz rakamlarla çok uğraşıyorsunuz ve mantığı çok kullanıyorsunuz. Bu güne kadar insanlığın başına ne geldiyse matematik ve mantık yüzündendir. Eğer ikisini de kenara atabilirsen her soruya cevap bulursun. İşte o zaman insan olursun.
AHMET ÇİFTÇİ
YORUMLAR
güzel ve anlamlı yazınızı severek 2 kez okudum..teşekkür ederim..gerçektende günümüzde büyüklerimize öyle ihtiyaç varkine....gönlünüz gamdan uzak olsun gül diyarından selamlar..not yazılarınızın devamını okumak isterim..favorime aldım ..izninizle