- 907 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
GÖKKUŞĞI Roman 59-63
GÖKKUŞAĞI
Roman
KISIM II
İhanet
Düşünceli fakat sakin, acele etmediğim bir yolculuktan sonra Turhal’a geldim. Asıl sıkıntı şimdi başlayacaktı. Ustamın evine varınca olanları nasıl anlatacağım diye endişeleniyorum. Merakla ve sabırla dönüşümüzü bekleyen bu güzel insanlara böyle kötü haberi vermek kolay olmayacaktı ama bu iş benim görevimdi ve yerine getirmeliydim. Şehirde hiçbir yere uğramadan doğruca evlerine doğru yol alırken
şimdiden terlemeye başlamıştım bile. Evlerinin önü araba koymak için müsaitti ve Ustam’da arabayı her zaman oraya bırakırdı. Arabayı güzelce park ettikten sonra içindeki eşyaları alarak aşağı inip arabanın kapılarını kapattım. Evin bahçe kapısını açtığım vakit öğlen sonu, hava bulutlu ve büyüklerimin dediği gibi sıkıntılıydı. Yağmur henüz yağmamış yağmak üzere olabilirdi. Çocukluğumdan beri böyle sıkıntılı havalardan nefret ederim, nedenini de bilmiyorum ama annemin öldüğü günde böyle bir hava olduğunu anlatırlardı, belki de ondandır.
Bahçe kapısından içeriye girdiğimi gören küçük kız koşarak yanıma gelirken:
---Anne! Anne! Babamlar geldi, koş koş…
Eğildim onu yanaklarından öptüm, elimdekilerden bir kaçını verdim. Oldum olası Ustamın çocuklarını kardeşim gibi severdim. Çocuklar bir başkaydı, ne kötülük bilirler nede darılma, hemen gönülleri alınırdı. Hele küçük bir hediye verirsen daha başka oluyor, sevgiyle sana yaklaşıyorlardı. Ustamın eşi kapıda göründü.
---Hikmet hoş geldiniz oğlum, hani Cemal Amcan?
Kadına dönüp öylece bakakaldım. Belli ki kocasını çok özlediği için ilk sözü nerde diye sormuştu. Yoksa bir şeyler mi hissetmişti, bunları düşünürken, ben olduğum yerde kalakaldım. Cevap alamayan kadın tekrar:
---Hikmet oğlum, sana dedim duymadın mı, nerede Amcan?
Evin kapısına yaklaşırken kısık bir sesle,
---Yenge içeri gelin içeride konuşalım.
Kadın bir şeylerin olduğunu anlamış olmalı ki, telaşla:
---Hadi çocuklar içeri girin.
Hep birlikte eve girince ben salondaki divana oturdum. Zavallı kadın bir şeyden haberi yoktu ve benim anlatmamı merakla bekliyordu.
---Cemal çarşıda mı kaldı oğlum?
---Hayır yenge, Düzce’de kaldı.
Böyle pat diye ağzımdan çıkan bu kelime ile şaşıran kadın:
---Ne Düzce’si oğlum?
---Ustam orada kaldı yenge.
Kadın bu sözlerime bir anlam verememiş olmalı ki, heyecanlanarak bir sandalye aldı karşıma oturdu. Zaten dışarıda da bir hayli uzun kaldığımızdan oldukça meraklandıkları hallerinden belliydi. Kızlarda yanıma oturmuşlar ne söyleyeceğim diye bana bakıyorlardı. Nereden başlayıp anlatmalıyım, Allah’ım ne zor iş bu. Şu an anlatacaklarımdan sonra onların nasıl üzüleceklerini biliyor, sıkıntıdan terliyorum. Neden ben? Of ne zor işmiş kötü bir haberi söylemek. İyide onları üzmeden nasıl haber verilir ki, gençlik, cahillik bu ya nasıl başlayacağımı bile bilemiyorum.
---Yenge sakin olun, Ustam iyi fakat anlatacaklarım sizi üzecek, yinede size anlatmak zorundayım, beni affedin.
Kadıncağız olanları anlamaya çalışarak:
---Oğlum kaza desem araba geldi, başka ne olabilir?
---Yenge hele sakin ol, bu senin bildiğin bir şey değil, benim bile aklım almadı zaten.
---E hadi anlat o zaman.
Mutlaka anlatacağım da neresinden başlasam ki diye düşünüp durdum bir süre. En iyisi olanları başından itibaren tamamı ile anlatmalıydım, öyle yaptım. Fakat Mine’yi atladım. Çünkü o benimle ilgili olduğu için bilmesine gerek yoktu. Ben anlattıkça yüzü renkten renge giriyordu.
---Deme oğlum?
---Vay canına:
---E sonra?
---Cemal ha! Bunu da yaptı ha!
---Vay geberesice! Başımıza bunlarda mı gelecekti.
Çocuklarda şaşkınlıkla anlattıklarımı dinliyor, büyük kız olan biteni anlıyor, fakat küçük kız ikide bir:
---Anne babam gelmeyecek mi?
Diye söylenip duruyordu. Şaşkın ve kızgın olan yengem bir süre sonra ağlamaya başlamıştı. Kolay değildi tabii, kocasını ya uzun zaman sonra görecek, beklide hiç göremeyecekti. Kızlarda anneleri ile ağlamaya başlamışlardı. Ne yalan söyleyeyim bende için için ağlıyordum. Gözlerim dolmuş halde sözümü bitirmeye çalışıyorum. Sesim titrerken hapishanede ustamdan ayrılışımı, onun o mahzun halini anlatırken ev ağlama sesi ile dolmuştu. Yengemin ağlamasında kızgınlık, nefret ve sevgi vardı, lakin hepsi birbirine karışıyordu. Onun ruh halini anlamak, benim gibi genç olan biri için oldukça zordu. Fakat yinede bir şeyler seziyordum. Anlaşılan kadın kocasına bir hayli kızıyor, çok da seviyor ama ihanete uğramanın ıstırabını derinde yaşıyordu. Öyle ya! Buda bir çeşit ihanet olmalıydı. Anlatacaklarımı tamamladığım sıralarda Yengemin ağlaması daha sesli ve içli bir hal aldı. Aradan ne kadar zaman geçtiğinin farkına henüz varmamıştım ki, birden içeriye Cemal Amcamın Babası giriverdi. Yanlarında büyük anne, kızların dayısı da bulunuyordu. Büyük kızda onlarla birlikte içeriye geldiğine göre hızla evden çıkıp haber vermiş olmalıydı. Dede gür bir sesle ve heyecanla:
---Anlat bakalım evlat, neler oluyor, nedir başınıza gelenler? Çok sıkılmış olmama rağmen aynı hikâyeyi bu kez onlara anlatacaktım, bir su istedim.
---Amca oturun hele telaş etmeyin anlatacağım, olan oldu zaten. Ben anlattıktan sonra siz ne yapacağınıza bakın.
Karşıma oturdukları an yaşadıklarımızı en baştan bir daha anlattım, onlar ilgi ve merakla, birazda şaşkınlıkla dinlediler. Arada bir soru sordular, cevap verdim, anlatmaya devam ettim. İyice terlemiş, sıcak havanın etkisiyle sırılsıklam olmuştum. Fakat bu sefer içimde hüzün yoktu, çünkü ikinci kere anlatıyordum. Ustamın kayın babası güngörmüş biriydi. Çok telaş etmeden eliyle sakalını sıvazlayarak anlattıklarımı dinliyor, Ustamın kaynanası ise ağlıyordu. Belki kızı için, beklide Ustam içindi, o an bunu bilemezdim. Anlatacaklarımı tamamlayıp zor bir görevi yerine getirince, içimde tarif edemediğim bir huzur doldu. Karşımda telaşla ağlayan, sızlayan insanlar arasında, Kayın peder sakindi. Belli ki olanlar olmuş şimdi ne yapılması gerektiğini düşünüyordu. Bir müddet ayakta dolaşıp durdu ardından bana dönerek:
---Oğlum, Cemal Amcan sana ne yapmamız gerektiğini söyledi mi?
---Evet amca. Hala mahkeme devam etmekte, mahkemenin daha sonrasının Bolu’da olma ihtimali olduğundan kendisini de Bolu cezaevine gönderebilirlermiş. Bir avukat tutarsanız iyi olacağını ve bu konuda kararın size ait olduğunu söyledi. Zaten kendi de çok üzgün. Adamcağız nasıl bir pisliğe bulaştığını anladı ama kurtulamadı. Ona yardım edin, bunu sizden bekliyor.
Bir müddet daha oturdum, Ustamdan kalan parayı teslim edip bazı eşya ve evrakı bıraktım. İşim bittiği için burada kalmanın bir anlamı olmadığına kara verdim. Ayağa kalkınca yengem atıldı:
---Gidiyor musun oğlum?
---Evet yenge, bende çok yoruldum eve gidip biraz dinleneceğim, kalın sağlıcakla, Allah yardımcınız olsun. Her yolum düştüğünde size ve Ustama uğrayacağım. Siz ne yapacağınızı düşünün.
Büyüklerin ellerinden öperken bu insanlarla olan ilişkimin bittiğini, kendime yeni bir dünya kuracağımı anlamış olarak herkesle ve kızlarla vedalaştım.
Akşam yaklaştığı için köyümüze giden arabaların kalktığı kahveye doğru hızla yol alarak, son giden arabalara yetişmek istiyordum. Üzerimden ağır bir yük kalkmış gibi kendimi hafiflemiş hissettim. Geriye dönüp uzaklara, ta uzaklara baktım, dağlar belli belirsiz görünüyordu. Mine, o dağların ardında bir yerde beni bekliyordu. Mine aklıma gelince onunla yaşadığım anların sıcaklığını hissettim. Hayatımda bu güne kadar beni böyle sevgi dolu kucaklayan olmamıştı. Onun sıcaklığını her an hissediyor, bana tattırdığı hazzı yeniden yaşıyordum.
Son arabaya yetişmiş, baba evine dönüyorum. Buradan ayrılalı üç ay kadar olmasına rağmen evdekilerin beni aradıkları, merak ettikleri yoktu. Ama benim için yinede baba eviydi ve döneceğim son yer orasıydı.
Arabada iki tane çocukluk arkadaşımı görünce bana hoş geldin diyerek sohbete başladık. Onlarla konuşurken benim farklı ve olgun bir adam gibi konuştuğum, arabadaki yaşlı bir köylümüzün dikkatini çekmiş olmalı, bana dönerek,
---Hikmet oğlum sen çabuk akıllanmışsın, iyi laflar ediyorsun.
Biraz şaşırır gibi oldum, yaşadığım olayların etkisi ile bu kısa sürede gerçekten çok değişmiş, hayatın acımasız gerçekleri ile yüz yüze gelmiştim. Demek ki hayatı yaşamadan anlamak kolay olmuyordu. Öyle ya! Nereden bileceklerdi Hikmet bu kısa zamanda neler yaşadı.
Hava kararırken köyümüze vardığımız zaman, arkadaşlar kahvehanede oturup bir çay içelim diye ısrar edince onları kıramadım. Kahvehaneye giderek orada bir müddet sohbet ettik. Bu sefer çok geç kaldığımı ve nedenini sordular, yaşadıklarımı anlatmak istemedim. Hani insanlar bazen yaşadıkları basit olayları büyüterek, böbürlenerek anlatırlardı ya! Ben böylesi hikâyeleri dinlemeyi sevmezdim. Şimdi olanları burada anlatmak bana hem zamansız, hem de yanlış gelmişti. İş çoktu diyerek geçiştirdim. Ancak pek durgun ve düşünceli oluşum gözlerinden de kaçmamıştı. Beni iyi tanıyan bir arkadaşım,
---Sende bir şeyler var Hikmet, çok değişmişsin nedenini bilemem ama seni çok etkilemiş. Yoksa insan üç, dört ayda bu kadar değişmez.
Ne diyeyim, düşüncesinde haklıydı ama dedim ya şu an anlatmayı uygun bulmadım, çok ta yorulmuştum. Bir an önce eve gitmek, şöyle yıkanıp dinlenmek istiyordum. Sonra görüşmek üzere vedalaşarak çantamı aldım ve eve yöneldim.
Evim, annemle yaşadığım, onu kaybettiğim yer. Ev bizimdi, ama artık bana yabancı gibiydi. Uzun zamandan beri dışarıda kaldığım için eve olan eski sevgimde kalmamıştı. İkinci bir annenin olması, babamın ilgisizliği, benim buralardan iyice uzaklaşmama neden olmuştu. Evde iki tane kardeşim daha vardı, bir araya gelince oynaşıp şakalaşıyor, birbirimizi seviyorduk ama büyüklerin bana karşı isteksizliği kardeşlerimle aramda mesafe olmasına neden olmuştu.
Evin ışıkları yanıyordu, yaklaşıp kapıyı çaldım, içeriden babam çıkarak kapıyı açmıştı.
---İyi akşamlar Baba;
---O! Hoş geldin Hikmet, uzun zaman oldu, hele gel bakalım.
Babam bana oğlum diye hitap etmezdi, ne vardı oğlum deseydi, belki daha içten ve samimi olurdu. Çok mu zor geliyordu bana oğlum demek. İçeri geçtim, sıra ile büyüklerin ellerinden öptüm. Herkes evdeydi ve yeni yemekten kalktıkları belliydi. Yüksek divana otururken kardeşlerim sevinçle birbirlerine:
---Abi gelmiş, bak Abi.
Kucağıma alıp onları bir güzel sevdim hoşlarına gitmişti. Sevilmek kimin hoşuna gitmezdi ki?
--- Aç mısın Hikmet? .
---Doğrusu açım Songül anne, evde yerim diye dışarıda bir yerde yemedim.
Babamın evlenmesinden sonra üvey anneme her zaman Songül anne derdim. Anne diyemedim, oda yadırgamadı. Sakin bir kadındı. Yemek konusunda beni ayrı tutmadığı için onu severdim. Dayakta atmazdı ama aramızda her zaman bir mesafe dururdu. İçinden gelerek beni sevmediğini biliyordum, çocukluk yıllarımda beni hırpalamadığı için buna da şükür diyordum.
Eve bu kez gelişimde konuşmalarım ve tavırlarım büyüklerinde dikkatini çekmiş olmalı ki, Songül annemin hazırladığı yemeği iştahla ama efendice yerken merakla bana bakıyorlardı. Sağdan soldan konuşurken bir ara Dedemin beni dikkatle süzdüğünü fark ettim. Çok anlamlı bakıyor, sanki beni ilk defa görüyor gibi bakışları etkiliydi. Yemeğimi sohbet ederken bitirmiş, çayımızı içiyorduk. Dedem dayanamamış olmalı biraz daha yakınıma gelerek:
---Hikmet, anlat bakalım neler oldu bu gidişinizde, Sende bir gariplik var? Önemli bir şeyler olmuş gibi, seni bu kadar kısa zamanda bu kadar etkilediğine göre.
Bendeki değişim nasıl olmuş, nasıl değişmişim, ben bile tam olarak farkında değildim. Ne var sanki aradan üç ay ya geçti ya geçecek. Bu kısa zamanda yaşadıklarım beni nasıl etkiledi de insanlar bunun farkına vardılar acaba. Daha mı büyüdüm, yoksa daha güzel ve anlamlı mı konuşuyorum, ya da hareketlerimde benim fark edemediğim bir değişme mi var? Aslında yaşadığım bu sıkıntıların bana en büyük katkısı kendime olan güvenimi kazanmamdı. Eskiden insanlardan kaçan, kalabalıklara girmeyen biriydim. Belki evdeki ilgisizlikten, öğretmenimin beni sürekli azarlamasından, yalnızlığı sevmemden olabilirdi. Fakat yaşadığım olaylarda şunu gördüm: Amir Bey, Doktor Bey ve diğerleri bizim gibi insandı ve onlarında hataları olabiliyordu. Ben çocuk olarak yaptığım yaramazlıklardan ne çok çekmiştim, ama çocuktum nihayetinde. Sonra bu insanların bana gösterdikleri büyük adam muamelesi beni hayli etkilemişti. Ayrıca Mine ile yaşadıklarım…Ah! Mine diye geçti içimden, yanında olmayı ne kadarda özlemişim. Dedeme dönerek:
---Hayırdır dede, beni yenimi tanıyorsun neyim değişmiş ki?
Böyle bir cevap bile kendine güvenin bir belirtisiydi. Dedem bu cevaba hayli şaşırdı. Koca tilki yaşamış görmüş adamdı, bir şeyler anlamış olmalıydı.
---Sen, seni bana anlatma bakalım, neler oldu bir hal var sende.
Dedem oldum olası beni sevmiyordu, bunun nedeni annem olmalıydı. Beni bir kere kucağına alıp sevmemişti. Üvey annemi bile ondan çok severdim. Hiç olmazsa bana güzel yemek yedirirdi. Belki babam üvey annemin böyle davranmasını istiyordu, ama içinden gelmese illaki tam yapmazdı. İyide Dedemin bana ilgisi şimdi niye artmıştı. Yoksa beni adam olmaz, işe yaramaz biri olarak mı görmek istiyordu. Şimdi efendice oturup güzel laflar edince mi beni fark etti. Yaşadığım bu sıkıntılı olayların bana kazandırdığı kendime güveni fark mı etmişti. Babam bile dedeme karşı hiç böyle cevap vermemişti.
---Evet Dede, bu gidişimizde çok önemli olaylar oldu, aklınıza gelmeyecek kadar önemli.
İyice meraklandıkları belliydi, hepsi pür dikkat ağzımdan çıkacak sözleri bekliyordu. Ne olabilirdi ki anlatacaklarım, ah! Şu merak yok mu? Songül annem birden:
---Hikmet, bende meraklandım, şu oğlanları yatırıp geleyim de öyle anlatmaya başla.
Tamam dedim ve üzerimdeki ceketi çıkarıp kendi odama yöneldim. Benden başkası kullanmazdı odamı. İçeri girip ceketi asıp yatağıma uzandım. Mine aklımda, bakışı karşımda öylece durmuş beni çağırıyordu. Daha şimdiden onu çok özlemiştim. İçeriden:
---Hikmet geldim ben.
Songül anne de bayağı meraklanmış olmalıydı. Hâlbuki bu zamana kadar hiçte benimle böyle ilgilenmezlerdi, kalkıp yanlarına gittim.
---Şimdi sıkı durun bakalım size neler anlatacağım?
Anlatacaklarım buradaki insanlarla ilgili olmadığı için rahat bir şekilde anlatmaya başladım. Polisin bizi alması, karakolda yaşadıklarım, sonrasında mahkemeler. Ardından İstanbul’a gidişim, orada yaşadıklarım, hastane günlerim, sonra dönüşüm. Ustamın başına gelenler, hapishane de buluşmamız, ardından olanları ailesine nakletmem orada yaşananları abartmadan anlatmam hayli uzun sürmüş, neredeyse gece yarısı olmuştu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.