Kırıldığım Kadar Seviyorum
Kırılmadık yeri kalmamıştı adamın. Onu seven kalbi, onu saran kolları, onu tutan eli, ona giden ayakları, ona değen saçları, onu yaşattığı hayalleri... Kırılgan bir aşktı yaşadığı, kırılmadık yeri kalmamıştı.
Adam o kadar incelmişti ki bu aşkta en ufacık esinti bile adamı kırmaya yetiyordu. Aşkın en zayıf halindeydi. En kırılgan...
Herhangi biri bir ah dese adam yerle bir oluyordu. Bir yerlerde birileri ağlasa adamı sel basıyordu. Bir ahu gözlü nefes alıp verse adamı yel alıyordu.
Aşkın kırılgan halini teneffüs ediyor ve varlığını onu en çok kıran kişiye armağan ediyordu.
İnsan celladına aşık olabilir mi? Katiline gülümseyebilir mi?
İşte adam kırılganlığının sebebi olana kul köle oluyordu.
- Çok kırılgansın. dedi bir arkadaşı ona bir gün. İstiyordu ki içindeki zehri akıtsın, irini boşaltsın. Onun kalbine bir operasyon lazımdı. Yoksa imkanı yok bu aşk adamı bitirecekti.
- Evet kırılmadık yerim kalmadı. Sanki bu halden memnun gibiydi ses tonu. Bu kırılmışlık bir iltifat vesilesi ya da marifetmiş gibiydi.
- Onu çok mu sevdin? dedi arkadaşı. Deşebildiği kadar deşmek istiyordu bu yarayı. Adam seçmeliydi akla karayı... Yaktığı abayı atmalıydı adam.
- Çok sözcüğü az bile! dedi mağrur bir şekilde. Everest’e çıkmış gibiydi sanki, buraların kralı benim der gibiydi. İnsan kırıldı mı adam akıllı kırılmalı... Uğruna değmeli kırıldığı...diye düşünüyordu. Saç ucundan tutun da kalbine kadar, kaburgalarına kadar kırılmıştı severken.
Hepsi bu aşkın onun ömrüne attığı çentiklerdi. Sevgilinin ona ettikleriydi. Birer apoletti bunlar. Rütbeydi.
- Büyük depremlerin artçıları da büyük olur! dedi arkadaşı. Bu kırılmışlıkların normal ve aşkın gereği olduğunu söylüyordu. Suya atılan taşların yaratmış olduğu dalga da taşın hacmine göre büyür ya da küçülürdü. Bu aşkta büyük bir aşktı ve adamda büyük bir tesir yaratmıştı.
- O bir dalgaydı benim ömrüme vuran, ıslanmadık yerim kalmadı. Acımadık yerim, kırılmadık... Olsun ondan gelen her musibet birer iltifattır, ondan gelen her türlü eziyet birer ilgi vesikasıdır. Onun sövgüleri bile boynuma taktığım kolyedir. Onun var olduğuna delil olan her şey tanık herkes benim için o kadar kıymetli ki!
Adama bir dokun bin tane övgü işit aşkıyla ilgili. Biz aklından silsin isterken kendisine bunca eziyet veren aşkı, o da kalkmış ’Onun küfrü bile nimettir bana.’ diyor. Akıl işi değil olsa olsa bu mecnun işidir.
- Can kırığı cam kırığı gibi mi? diye sordu arkadaşı ona.
- Cam kırığı keskin ve paramparçadır. Değdiği yeri keser ve kanatır. Can kırığı daha derin bir şey! İçlerde bir yerlerde canın kesilir gibi ağrımaya ve kanamaya başlar. Neresi olduğunu bilemezsin.Tampon olamazsın. Cam kırığına müdahale edebilirsin ama can kırığına müdahale etme şansın yok. diye konuştu. Sonra da: ’Bu kez ben sana bir şey söyleyeyim. Soru sormadan... İnsan kırıla kırıla kırılmamayı öğrenir. Kanaya kanaya kanamamayı... Ağlaya ağlaya ağlamamayı... İnsanın en güçlü yanı en zayıf yanıdır. Çünkü orada direnç vardır, mücadele, yaşam... Gözler ağlıyorsa iyidir. Kalp ağrıyorsa sağlamdır. Ufuk karanlıksa sonu aydınlıktır. Bilmem anlatabildim mi kırılmışlığımın bu kadar yoğun olmasını. Kırıldığım kadar onu hissediyorum, o benim dayanma eşiğim her türlü acıya. Tek var olsun bu dünyada, yaşasın bana... Güler geçerim bu dünyanın her kahrına! Haydi sana eyvallah!’
Arkadaşı sorduğuna da soracağına da pişman olmuştu. Giden adamın ardından ’Asıl kırılan sen değilsin benim ben, şu kalın kafam, şu beton kalbim... Ne de boşa geçirmişim bunca yılı, sevmek değil midir bu ömrün en güzel işi.’ diye haykırıyordu.