- 467 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Araf
Araf
Kahveci Turgut Abi’nin habire önlerine koyduğu ve çoğu kez aç karına içilen çayların etkisi ile sık gidilen ve hep sidik kokan tuvaleti geçince, arka tarafta, biraz da korkarak göz ucuyla baktıkları, ahşap ızgara paravan ile ayrılmış, yeşil çuhalı masaların olduğu ve ağır ablilerin zaman zaman gülme ,zaman zaman da kavga seslerinin duyulduğu kumar oynanan yerde, Servis penceresinin olduğu , ahşap ızgara paravanla aynı yerden bir duvarla bölünmüş mutfağın olması değil de ,bunca zaman şehrine gelemeyişiydi asıl canını yakan. Ankara, giderken, kendinden boşalan yeri hemen doldurmuş ,şimdi de pek yer açmayacak gibi gelmişti Mert’e. Yirmi yılın ardından usulca tekrar sığışmalıydı kentin bir köşesine. Tek kişilik, bir yaşamlık yer için ancak gelebilmişti. Çünkü tek bildiği yer burasıydı.
Çoğu zaman oturdukları cam önündeki yuvarlak masa ve kışın insanın içini üşüten verzalit iskemleler yerini, lüks sayılabilecek minik oturma guruplarına bırakmıştı . Mert “Koordinatlar aynı nasılsa.” dedi ve oturdu. Bunca zaman sonra bir tarafının hala, giderken bıraktığı kenti , en azından bir kısmını bulmayı umduğuna hayret etti bir süre. Oturduğu yerden sokağa bakmaya başladı tanıdık birileri ya da bir şeyler görmeyi umarak. Kapının yanındaki cam bölmede kendi yansımasını gördü. Orta yaşlı adamı bu mekanda daha önce hiç görmemişti.Mert, müşterilere hızlıca göz gezdirdi. Sanki tanıdık birilerini görecekmiş gibi. Dip köşedeki masaya tiyatroculara baktı. Hep, içinde bir sahnesi olan bir cafe planları üzerine konuşurlardı .Şimdi başkaları vardı ve belki de aynı şeyleri konuşturuyordur o köşe de diye düşündü . Hemen arkasındaki köşe masaya döndü orda edebiyatçılar otururdu. Hep çıkaramadıkları dergi tartışılırdı . En son aklında kalan , yazdıklarını fotokopi ile çoğaltıp, Mülkiyelilerin önünde gelene geçene ücretsiz dağıtma fikirleriydi . Mertlerin masa ise Güzel sanatlar ve reklam dünyasına ayrılmıştı. Kapının girişinde ki masada Kaçması kolay olur diye sık sık gelen ama az oturan torbacılara ayrılmıştı sanki. Pek başkası oturmazdı orada. Orta masalarda da oyuncular içindi.Kahvede sigaralar ortak, çay da ısmarlanabilir bir şey, birden fazla masa seni bekliyorsa da kahvede kıdemlendin demekdi. İlk yıllar eski dostların bir kısmı ile iletişimi koparmamış Ayşe’den ve Ankara’dan bir süre haber almaya devam etmişti.Gittikten hemen sonra duyduğuna göre birlikte planladıkları geleceğe doğru, “Green Card” uğruna annesinin ölümüne bile gelemediği uzun yolculuğa çıktığı gün, Ayşe bu masada bir hafta kadar her gün kahveye gelmiş kimseyle konuşmadan tek başına şimdi oturduğu yerdeki masada oturmuş ve daha sonra da bu mekana bir daha hiç uğramamıştı.
Garson mönüyü bıraktı ve olabildiğince hürmetkar, yüzü Mert’e dönük bir halde uzaklaştı.Köşeden alınan simitlerle Turgut abi’nin çayı… buranın mönüsü buydu yıllar önce . Şimdi bi dolu kahve bi dollu tatlı…
Bir türk kahvesi söyledi. Çok özlemişti.
Kentin içinde kendini arafta bekleyen bir ölü gibi hissettiğinden olsa gerek Kapıdan giren kişinin yanına geldiğini kendisine birkaç defa seslendikten sonra algıladı.
“Hocam… Mert Hocam sen misin ?” diyen 45-50 yaşlarındaki adam yüzünde kocaman bir gülümseme ile ona sevgi dolu bakıyordu. Geldiğinden beri ilk kez görülebilir olduğunu hisetti.
“Evet” derken “Hatırlayamadım kusura bakmayın.” da der gibiydi Mert.
“Evet” in ne anlama geldiğini anlamış olacak ki “Dil Tarih Latin dilinden Levent” diye ekledi.”Davulcu hani.” dedi gülerek. Mert mutlulukla hatırladı eski arkadaşını.Ayağa kalktı . Sıkı sıkı sarıldılar. Artık bir rüyada olmadığını görmek onu mutlu etmişti.
Levent ,“Emekli oldum ,kopamıyorum şu Kızılay’dan her gün geliyorum eski günlerdeki gibi kitapçıdan çıkmıyorum. Paramız yoktu her gün 3-5 sayfa ayakta kitap okurduk hatırlıyor musun?Şükür artık parayla alabiliyoruz” dedi elindekileri ve montunu koltuklardan birinin üzerine bırakırken.
“Kitabevinin vitrinine bakarken gördüm seni az önce. İlkin emin olamadım . ben de kasada ödeme yaptığımdan anca yetiştim . İyi ki seni gözden kaçırmadım. Değiştiğinden beri buraya ben de ilk kez şimdi geldim sayende” .” Çok kötü olmuş hocam .” Dedi etrafa küçümseyen gözlerle 4-5 saniye baktıktan sonra. “Sigara kokusu bile kalmamış. Oysa ne çok içtik tuğlalarına kadar sinsin diye.” dedi. gülerek. Hüzünlü bir gülümsemeyle ekledi “Geçen sene Anjiyo oldum,İçmiyorum bir senedir.Bir tane içsem… hala burnumda kokusu. …İçsem duramam.”
Mert gülerek dinliyordu eski ama “ yeni” arkadaşını . Aslında dinlemekten çok kaybettiği kentini bulmuş olmanın mutluluğunu yaşıyordu. İşte Ankara biraz yaşlanmış da olsa karşısındaydı. Az sonra tüm semtlerine sokaklarına cadde ve bulvarlarına ne olmuş öğrenecekti. Bir yerin yabancısı olma duygusu yavaş yavaş azalıyordu
“Ne zaman geldin?” diye sordu Levent. “Vay be bunca yıl sonra … İyi misin? ” derken geçekten iyi olup olmadığını merak etmişti.
“Dün akşam. …değilim ama olacam. “ dedi. Mert samimi bir şekilde.
“Ne kadar oldu hocam 15 mi 20 mi?”
“20 yıl olmak üzere.”
Anneni duydum çok üzüldüm. Gelememişsin cenazeye. “
“Vatandaşlık için … “ Boğazı düğümlendi Mert’in. “..çıksam geri dönemezdim. …gelemedim .”
Levent hassasiyeti fark edip konuyu değiştirmek istedi.
“Nerede kalıyorsun?” diye sordu .
Mert’in de işine gelmişti. Annesinin ölüm haberini aldığı anın ve onu son bir kez göremeyecek olmanın acısı tarifsizdi Hiç azalmamış ve geçmeyecekti.
“ Şimdilik Yenimahalle deki eski evde.” Derken sesinin titremesi geçmişti. “Hatırlarsın orayı”
“Aaaa evet.” derken Levent de bir an geçmişe gitti.
Mekandan ve orada yaşananlardan başlayarak yaptıkları tatiller,Çapkınlık anıları, eski sevgililer ,ortak arkadaşları, zaman zaman ülke gündeminin de olduğu pek çok konuyla ilgili oturup konuştular. En çok da Mert’in kahvenin züppelerinden bir çocuğa tavlada verdiği dersi konuşup güldüler. Oyun 4-4 iken Mert’in elinde tek kırık pulla, altı kapıyı kapatıp toplamaya başlayan rakibinin karşısında yek kapısına kadar gele atıp ,5 pulu kalan rakibinin çit atıp ,yek hanesinde kalan tek pulu kırarak geri dönüp ,rakibinin tek pulla hep gele atarak verdiği oyun uzun zaman kahvenin konusu olmuştu. Konuştukça hüzünlendiler , hüzünlendikçe daha az konuştular.İlerleyen saatlerde daha az birbirlerinin yüzlerine bakar olmuşlardı.
Levent saatine baktı “Çocukları almalıyım okuldan” . dedi.
“Mert hesabı ben hallederim.” Dedi.
Ayağa kalktılar sarıldılar Birbirlerinde kaybettikleri her şeyi görmüşlerdi. İkisi de ayrılırken birbirlerine verdikleri telefon numaralarının aramayacaklarını biliyorlardı.
YORUMLAR
Benzer amma çok durum yaşadım ben de. Araya giren onca zamandan sonraki görüşmelerde, uzun uzun yapılan muhabbette sadece geçmiş vardır. Aradaki yılların kesiştirdiği hiçbir şey olmadığı bilinir elbet. Ve ayrılırken alınıp verilen telefonlar iyi niyetli temenni olmaktan hiç kurtulamaz.
Kaleminize sağlık