- 504 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
ÇOBAN MİSALİ
Bir varmış, bir yokmuş…
Evvel zaman içinde, saman kalbur içinde, kalbur saman içinde, yara derman içinde, derman yara içinde, tezgâh ferman içinde, ferman tezgâh içinde, yürek alev içinde, alev yürek içinde yüzüyormuş…
Dostlar varmış dostlar içinde, bunlar gerçek dostlarmış…
Dostlar dara düşünce, ahu zarları arşa yükselince, bunlar uzak diyarlarda olsalar bile dost yüreğinin yanık kokusunu, yüreklerinin derinliklerinden duyarlarmış…
Dostlarının dertlerine ve acılarına canı gönülden üzülürlermiş…
İşlerini ve sorunlarını bir tarafa bırakıp dostlarının yardımlarına koşarlarmış…
Dostlarına kendilerine güvendikleri kadar güvenirlermiş…
Bir varmış, bir yokmuş…
Evvel zaman içinde; kendi halinde yaşayan, okuyan, düşünen, yazan, sevgi dolu yüreğinin güzelliğini herkesle paylaşan oldukça iyi niyetli bir öğretmen varmış…
Bu iyi niyetli öğretmen; insanlığın kıt olduğu, yalanın akıt olduğu, çalanın yakıt bulduğu dönemde ortaya çıkıp bağırmış:
— Yaşasın insanlık! Yaşasın güzellik! Yaşasın sevgi! Yaşasın saygı! Yaşasın güzel komşuluk! Yaşasın dostluk! Dostluk! Dostluk!
Niye bağırıyorsun, demişler… Ağzından çıkan sözler başına bela olmuş…
İşinden attırmışlar…
Ekmeğe muhtaç etmeye çalışmışlar…
Öğretmen, çocukları aç kalmasın diye gece gündüz çalışmış…
Kimseye muhtaç olmadan, kimseye minnet etmeden yaşamayı kendine ilke edinmiş…
Çalışarak geçimini sağlamayı başarmış…
Bir varmış, bir yokmuş…
Günler günlere, aylar aylara, yıllar yıllara eklenmiş…
Kurduğu işyerini, eşinin ve çocuklarının büyük desteğiyle büyütmeye başlamış…
Kumar, içki ve karı kız gibi zaafları olmadığı için birikim yapabilmiş…
Altı yıl hayalini kurdukları altı yüz metre karelik arsanın tapusunu sonunda alabilmişler…
Öğretmen, haksız yere atıldığı öğretmenliğe geri dönebilmek için dava açmış…
Dava yıllar sonra sonuçlanmış… Öğretmenliğe geri dönme kararı nihayet çıkmış…
Mahkeme kararı ile görevine dönmüş…
Göreve döndüğü için işyerini birine devretmiş…
Aldığı para ile hayalini kurduğu evin temelini arsanın yarısına atmış… Birinci katın kaba inşaatını bitirmiş…
Bahçe için bir ev yeri kadar arsa bırakmış…
Bir varmış, bir yokmuş…
Günler günlere, aylar aylara, yıllar yıllara eklenmiş…
Öğretmenlik yaparken çektiği kredilerle on üç yıl içinde evin ikinci katını da bitirmiş…
Evi, oturulacak hale getirmiş…
Arsasının diğer yarısını büyük bir bahçeye dönüştürmüş…
Bahçeye otuz adet meyve ağacı dikmiş…
Bahçesinde erik, yenidünya, badem, incir, limon, mandalina, portakal, turunç, nar, avokado ağaçları meyve tutmaya başlamış…
Çınar, kavak ağaçları boy vermeye başlamışlar… Evin boyuna yetişen ağaçlar olmuş…
Öğretmen paylaşmayı çok severmiş…
Diktiği ağaçların dallarından erikleri, incirleri ve yenidünyaları toplarmış…
Göz hakkı diyerek komşularına dağıtırmış…
Para ile bahçesindeki meyveleri satmayı aklının ucundan geçirmezmiş…
Kendisine bahçesindeki fazla meyveleri satmasını önerenlere itiraz edermiş… Ben öğretmenim… Tüccar değilim… Komşularım, öğrencilerim yer, dermiş…
Bahçesinde yüze yakın gülfidanı dikmiş… Her çeşit, her renk gül bahçesinde boy vermiş, gül açmış…
Bahçe gülistana dönmüş…
Bahçeye bakan otuz üç metre karelik balkonunun üstüne profil demirden talvar yaptırmış…
Bahçeye ektiği iki asma ağacı, ikinci kattaki bu talvarın üzerine kadar uzanarak talvarı dallarındaki yapraklarla örtmüşler…
Bahçede merdivenin hemen yanına diktiği gecesefası denen ağacın güzel kokusu, geceleri mahalleyi sararmış…
Öğretmen, bahçenin boş yerlerine sebze ekermiş…
Domates, biber ve patlıcan çeşitleri insan boyuna yetişirmiş…
Fasulye sırıklara sarılarak uzarmış…
Maydanoz, nane ve terenin yeşilliği bahçeyi daha da güzelleştirirmiş…
Öğretmen balkonunda oturup çay içerken, bahçeye bakmaktan zevk alırmış…
Emekli olursa, tüm gününü bahçede geçirme hayalleri kurarmış…
Bir varmış, bir yokmuş…
Öğretmen evinin caddeye bakan tarafına yüz elli metreye yakın teras yaptırmış…
Terasının direklerini özel olarak yuvarlak döktürmüş…
Terasa iki tane demirden divan yaptırmış… Üstlerine döşek ve yastık koydurmuş…
İki divanın arasına, divanların uzunluğunda geniş masa yaptırmış…
Ocak başlarında kullanılan büyüklükte mangal yaptırmış, terasına koymuş…
Sevdiği dostlarına bu terasta mangal ziyafeti çekmekten büyük zevk alırmış…
Yemeğin tadı ve güzelliği dostlarla birlikte kurulan sofralarda anlaşılır, düşüncesindeymiş…
Bir varmış, bir yokmuş…
Günler günlere, aylar aylara, yıllar yıllara eklenmiş…
Ev yaptırdığı mahallede yerleşim artmış… Değişik illerden insanlar gelip yerleşmeye başlamışlar…
Tüm ülkede olduğu gibi gençler arasında esrara ve hırsızlığa yönelen çok olmuş…
Hatta oturduğu mahallede o kadar artmış ki bu olaylardan rahatsızlık duymaya başlamış…
Ortaokul birde olan tek oğlunun bunların arasında büyümesine gönlü razı olmamış…
Yirmi yıldan fazla tüm kazancını, emeğini dökerek meydana getirdiği hayalindeki evi, yok pahasına satarak daha iyi bildiği bir mahalleye taşınmış…
Taşındığı evi emeklilik parası ile almış… Ev site içindeymiş…
Ev, denize girilen bir mahalledeymiş…
Oğlunun daha iyi bir çevrede yetişmesini arzuluyormuş…
On yıl bu sitedeki evde oturmuş… Oğlu bu evde ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi bitirmiş…
Kendisi on yıl bu siteye yakın sahile gitmiş gelmiş…
Yılın altı ayını, günün altı yedi saatini bu sahilde geçirmiş…
Sahilde kitap okurmuş… Şiir ve yazı yazarmış… Denizde yüzermiş…
Bu sahilde çok güzel günler geçirmiş…
Bir varmış, bir yokmuş…
Günler günlere, aylar aylara, yıllar yıllara eklenmiş…
Kızı büyümüş… Bu evde gelin olmuş…
Kızı gelin olmadan önce bir ev almış…
Kızının oturduğu ev, kendi evlerinden uzakmış…
Bu eve dört yıl gidip gelmişler…
Kızının ilk çocuğu bu evde dünyaya gelmiş…
Kızı çalıştığı için emekli öğretmen, eşini kızının yanına gönderirmiş… Torunlarına eşi bakarmış…
Kızı bu evi satmış. Başka bir mahalleye taşınmış… O ev de uzakmış…
Kızının evine gidip gelmeler devam ediyormuş…
Gidip gelmelere son vermek için kızlarına yakın satılık bir ev bulmuşlar…
Kendi oturdukları evi satmışlar…
Daha önce sattıkları evin parasını da ekleyerek kızın evine yakın evi almışlar…
Kızın evine arabayla veya dolmuşla gidip gelmekten kurtulmuşlar…
Kendi evlerinden bir sokak aşağıdaki kızlarının evine, yaya gidip gelmeye başlamışlar…
Bir varmış, bir yokmuş…
Emekli öğretmen sahil hayatına alışmış.
Yeni evlerine en yakın sahili araştırmış. Yerini öğrenmiş…
Yeni sahil yerini gözleriyle görmek için eşiyle gidip gezmişler…
İki üç gün bu gidip gezmeler devam etmiş… Denize girmemişler…
Birkaç gün sonra emekli öğretmen bu sahile gitmeye başlamış…
Sahile gidip gelenler içinde her tipte, her huyda insanlar varmış…
Her gün değişik insanlar gelirmiş…
Önce ki gittiği sahile, kendi sitelerinden ve komşu sitelerden belli insanlar gelirmiş…
Sahildekiler bir aile gibi olmuşlar… Değişik mahallelerden fazla insan gelmezmiş…
Pazar günleri başka mahallelerden gelenler hemen belli olurmuş…
Bir Pazartesi günü emekli öğretmen sahile gitmiş…
Gariban çobanın başına gelen olay gibi bir olay başına gelmiş…
Çoban olayını anlatayım: Bahar aylarında çoban büyük bir ormanın kenarında koyun otlatıyormuş… Şiddetli yağmur başlamış… Çoban, koyunlarını yağmurdan korumak için ormana sürmüş… On binlerce ağaç olan ormanda, bir ağacın altına sığınmış… Şimşekler çakıyormuş. Bir şimşek o kadar ağacın içinde çobanın altına sığındığı ağaca düşmüş… Ağaç yanmış… Gariban çoban da yanmış…
O pazartesi günü emekli öğretmene şimşek yerine bir haraç çetesi esrarcı çarpmış…
Emekli öğretmen bedavadan yanmış…
14 – 15 Ağustos 2013 / Perşembe / 14.15
YORUMLAR
Onca fedakarlıkla dolu yıldan sonra masalın kahramanı değerli öğretmenin başına gelen bu mu olmalıydı? Elbette, yaşanan bir yığın güzel şey de olmalı. Yoksa hepten isyan eder insan.
Kadim Anadolu insanı bu durumda isyan etmemek için, garip bir suçlu uydurmuş: Felek...Biz de öyle diyelim, feleğe yükleyelim ki masalımız devam etsin.
Yüreğinize sağlık
Sağlıcakla
nitemtran tarafından 8/15/2015 12:58:56 AM zamanında düzenlenmiştir.