SAHİ NEDİR AŞK
AŞK VE ŞİİR
Aşk, güzele giden yolda çekilen bir çileyse eğer ve aşkın amacı mutlak güzelliği bulmaksa, bu durumda aşkın şiirle çok ilgisi var. Çünkü şiirin konusu güzel ve güzelliktir. Birinin konusu, diğerinin amacını oluşturur.
Aşkın şiir gibi pek çok tanıma yapılabilir. Hatta insanlar sayısınca şiirin ve aşkın tanımlarını yapmak mümkündür. Bu yönüyle de benzer iki kavramdır aşk ve şiir.
Aşk ve şiir insanoğlunu vazgeçilmez iki tutkusudur. İnsanlar ne aşksız ne de şiirsiz yaşayabilir. Tarihin bilinen ilk çağlarından beri aşk vardır ve onu aktaran şiir olmuştur. Bir bakıma şiir zarf, aşk da bu zarfın içinde bulunan mazruftur. Güntekin Emre’nin dediği gibi ‘ Aşk en çok şiiri seviyor, dizelerde yuvarlanıyor kalplerden sonra.’
‘AŞK İMİŞ HER NE VAR ÂLEMDE’
Aşkın büyük ustası Fuzûlî böyle diyor. Çünkü o bir ‘rind-i şeyda’, yani çılgın âşıktır. Her şey aşk için, aşk sayesinde vardır. Evrenin oluşumu bile bu aşkladır.
Peki, aşk nedir, sevda nedir?
Nasıl ki şiirin tanımı yapılamıyorsa veya herkes kendine göre bir tanım yapıyorsa, aşk için de durum böyle; çünkü herkes aşkı yaşadığı kadarıyla tanıyor. Tadılan aşkın niteliği, aşkın ulvîsi-süflîsi, hakikisi-mecazisi, beşerisi-ilahisi, kişiye aşkı tanımlama yetkisi veriyor.
İbn hazm (993–1064), ‘Aşkın çeşitli şekilleri, tanımı yapılmayacak kadar inceliklerle doludur. Onlar ancak âşık olunca anlaşılabilir.’ Dedikten sonra, ‘Benim düşünceme göre aşk, ruhların çeşitli yaratıklar arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesidir.’ diyerek sözlerini sürdürür ve şöyle devam eder: Aşk, bizzat ruhsal bir gönül hoşluğu ve canların birbiriyle kaynaşıp erimesidir.
Yunus Emre, ilahi aşkın sahrasında susuz kalan bağrı yanıklardan biridir. Ona göre aşkı konuk almayan ‘ gönül, mesel-i taşa benzer.’
Eşrefoğlu Rumî, aşkı uğruna cihanı hiçe satan bir gönül eridir. Şair elindeki şekeri başkasına ikram edip, kendisi ağuyu yutmaya talip biridir. Aşkı şöyle tanımlar:
Belâ yağmur gibi gökten yağarsa
Başını ona tutmaktır adı aşk
Bu âlem sanki oddan bir denizdir
Ona kendini atmaktır adı aşk
Var Eşrefoğlu Rûmî bil hakikat
Vücûdu fani etmektir adı aşk
Hayalî Bey, aşkı bir nimet olarak tanımlar. Ona göre aşk ile şevk kardeştir ve birlikte aynı gönüle yerleşirler:
Aşk bir şem-i ilahîdir benem pervânesi
Şevk bir zincirdir gönlüm onun dîvânesi
Muhibbî, Sultan Süleyman’ın mahlasıdır. Bir hükümdar edasıyla aşka bakar. Aşk derken ‘mülk, yağma’ der. Aşkın sultan, kul dinlemediğini herkesi kendine kul ettiğini itiraf eder:
Aşk mıdır cân ü dil mülkünü yağma eden
Aşk mıdır sînemin içre gelip câ eyleyen
Aşk mıdır boynuma takıp belâ zincîrini
Gezdirip Mecnunleyin âlemde rüsvâ eyleyen
Kılıcıyla yeri göğü titreten Yavuz Sultan Selim, tutsak bir şair olarak çaresizliğini şöyle ifade eder:
Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzan
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek
Sedat Umran aşkı bir şiirinde duyguların gürül gürül akması olarak tanımlarken başka bir şiirinde bir hazineyi hesapsızca savurmak olarak değerlendirir. Ayrıca aşkı şöyle tanımlar:
Bilenir gözlerinde bakışlarım
Uçuşur kıvılcımlar: Bu aşktır…
Ümit Yaşar Oğuzcan, aşk ve ölüm şairi olarak bilinir. Tüm şiirleri lirizm yüklüdür ve bir şiirinde şöyle der:
Aşktı o! Değiştiren tüm gecelerimi
Aşktı o! Beni durup durup yenileyen
Oydu, duygulu yapan hoyrat ellerimi
Oydu, doludizgin gidişime dur diyen
Ahmet Ada, aşkı yaşanmış bir deneyim olarak görür ve şöyle der: ‘ Aşk, herkesin bambaşka biçimde yaşadığı, birbirine benzemez bir deneyim dilidir.’
Abdurrahim Karakoç için aşk denince ‘ötesini aramamak’ gerekir. Çünkü tarife sığdıramıyor aşkı.
Cumali Ünaldı, bir zaman tünelinde yola çıkarak yüzyıllar ötesine gidip aşka dokunur ve şöyle der:
Aşk bir kokudur
Bir yürek tıpırtısı
Kırılmış bir Kızılderili
Ezilmiş zencidir mesela
Ki aşk
Kendi bedenini aşmaktır ömrün
Vahap Akbaş, aşkı hayatın bir bütün olarak bizzat kendisiyle tanımlar. Ona göre aşk hayatla eşdeğerdir.
Hayatı aşka böl, hayat çoğalır;
Hayatı aşkla çarp; zaman zor alır;
Bütün hayatları topla, aşk eder;
Hayattan aşk çıkarsa, elde ne kalır
AŞK SÜREKLİ MİDİR?
Aşkın sürekliliği konusunda iki görüş vardır:
Biri, aşkın sürekli, daima olduğu noktada odaklanıyor. Eski Yunan filozoflarından Eflatun (Platon), şöyle tanımlar aşkı: ‘Aşk, doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzelliktir.’ Derken idealist bir aşk anlayışının temelini atmıştır. Sonradan ‘platonik aşk’ olarak nitelenen bu anlayış, hayal gücünün ürünüdür. İdeal bir aşk ve tutkuyu ifade etmek için kullanılmıştır. İslam dünyasında da kendisine müntesipler bulmuştur.
Şiirimizde aşkın sürekliliği bağlamında pek çok örnek vardır. Özellikle tasavvuf şiirimiz, bu bakımdan zengindir. Örneğin Adile Sultan bir gazelinde aşkın daimiliğini şöyle tanımlar:
Aşktır dü-âlem içre cânı yâra vasl eden
Aşktır dâim olan hem mahrem-i esrâr-ı cân
Aşkın sürekliliği konusunda diğer görüş de aşkın bir sonu olduğu yönündedir. Tıpkı denize akan bir ırmak gibidir aşk. Onun için vuslat, onun için gerdek, denize ulaştığı an ve yerdir. Ondan sonrası yokluk ve hiçliktir.
Mutasavvıf şairlerin, kimi dîvân şairlerinin vuslatı istememesi bundan olsa gerek. Vuslatın sevgiliye kavuşmanın aşkı tükettiğine inanılır. Cevdet Karal şiir aynasında aşka şöyle ömür biçer:
Aşklar ki birer ürpertidirler
Bir göle düşen yapraklar gibi sessiz
Ve zakkumlu bahçeler gibi çaresiz
Başlar ve biterler
MUTLU AŞK VAR MIDIR?
Fransız şair Aragon, bir şiirinde sık sık yinelediği dizede ‘mutlu aşk yoktur’ der. Aynı başlıklı şiirinde ayrıca vatan aşkıyla sevgilisine duyduğu aşkı bir tutar ve şöyle der:
Bir tek aşk yoktur acıya gark etmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmesin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da
Bizim şiirimizde genellikle mutlu aşk yoktur. Ünlü halk hikâyelerimize baktığımızda bunun çok örneğini görürüz. Leyle ile Mecnûn, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Mem û Zin, Ferhat ile Şirin gibi daha çok örnek var.
Âşıklar, hep mutluluğu yakalamak için koşmuş, koşturmuş uğraşmış, didinmiş ama bir türlü mutluluğu yakalayamamış. Yakalayanlar için zaten öykü orda bitmiştir; çünkü aşk mutlulukla noktalandığında albenisini yitirir.
Genelde ölüm mutlu aşka varmaya engeldir. Trajik son hem âşıklar hem de aşkları için söz konusudur. Enis Batur, insan yaşam akışını aşkın ve ölümün belirlediğini savunur ve şöyle der: ‘Aşka bakışın temel yasası olarak kalmıştır bu, bir araya gelindiğinde aşk ölmeye başlayacaktır… Onlar ermiş muradına ve böylece o noktada hikâye biter.
AŞK BİR HASTALIK MIDIR?
Eskiden, aşk bir hastalık olarak görülmüştür. Peki, tedavisi neydi bu amansız hastalığın? Önerilen çözüm şudur, âşık maşuğa kavuşmalı. Ancak bu şekilde hastalık bitebilir ve vuslat yani kavuşma gerçekleşmezse yeni bir aşk macerası yaşaması önerilirmiş aşığa. Ya da uzun bir yolculuğa çıkması belki aşk hastalığını tedavi şansı yakalayabilirmiş. Enis Batur, konuya şöyle bir açılım getirir: ‘Sağlık sınırını aşmış sevgi türüne aşk diyorum. Karşılıklı duygular dengesi bozulmuş, zihnin ve gövdenin elektrik yükü artmış, izan çerçevesi dağılmış, şiddet tırmanmaya koyulmuştur. Aşk kişiye var oluşunun uçlarını anımsatır ve ölüm güdüsünü devreye sokar.’ Bu yüzden ve âşıkların çoğu intihar eder. İntihar sebebi de onun başka bir noktaya bakmadığıdır. Bu durumda kullandığımız bir deyim ortaya çıkar:
‘Aşkın gözü kördür.’ müdür acaba?
Özdemir Asaf, aşkın insanı ısıtan, üşüten, ağlatan, güldüren… Hem bir hastalık hem de bir sağlık olarak görür. Bu durumu Cahit Sıtkı bir şiirinde şöyle vurgular:
De ki:- Aşktır şâdeden gönülleri;
Perişan, berbat eden gönülleri.
Aşk söyletir en yanık türküleri
Ay buluta girdiği gecede
AŞK BİR DERT Mİ YOKSA DERDE İLAÇ MI?
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helâkim zehr-i dermânındadır
Fuzûlî‘nin beyitiyle hangimiz gençlik yıllarımızda çarpılmadık. Şair yaşadığı dert ve acıdan kurtulmak istemiyor ve dahası tabibin vereceği dermanı şair, öldürücü bir zehir olarak kabul ediyor.
Aşkı tadanlar, aşkın zevkine ve bağımlılık kazandıran tadına varanlar anlaşılan, bir daha ondan kopmak istemiyor. Fuzûlî döne döne aynı temayı şiirinde yine işler:
Aşk derdinin devâsı kâbîl-i dermân değil
Terk-i cân derler bu derdin mu’teber dermânına
Öyle bir duruma gelmiş ki şiirinde Allah’a dua eder ve bu dertten uzaklaşmamayı niyaz eder:
Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl aşînâ beni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni
Kaynakça:
ADA, Ahmet; Acıyla akran, Dayanışma Yayınları, Ankara 1983
Âdile Sultan, Divanı, Kültür bakanlığı Yayınları, Ankara, 1973
HAŞİM, Ahmet, Toplu Şiirler, Haz. Kenan Akyüz, Kültür Bak. Yayınları, İst. 1973
Ahmet Paşa, Divanı, Haz. Ali Nihat Tarlan, Akçağ Yayınları, Ank. 1992
AKIN, Gülten; Toplu Şiirler, YKY, İst. 1996
ALTIOK, Metin; Bir Acıya Kiracı, YKY, İST.1998
Âşık Veysel; Dostlar Beni Hatırlasın, İş Bankası Yayınları, İst. 1974
Bâkî, Divanı; Haz. Sabahattin Küçük, TDK Yayınları, Ank.1994
BERAMOĞLU, Ataol; Bir Gün Mutlaka, Adam Yayınları, İst.1995
BEYATLI, Y. Kemal; Kendi Gök Kubbemiz, Y. Kemal Enst. Yayınları, İst.1974
CANSEVER, Edip; Yerçekimli Karanfil, Adam Yayınları, İst.1995
SÜREYA, Cemal; 100 Aşk Şiiri, Yön Yayınları, İst.1991
ÇELEBİ, A. Halet; Om Mani Padme Hum, Adam Yayınları, İst. 1983
DAMAR, Arif; Eski Yağmurları Dinliyorum, YKY, İst. 1995
DIRANAS, A. Muhip; Şiirler, İş Bankası Yayınları, İst.1974
Dîvân-ı Muhibbî, Tercüman 1001 Temel Eser, İst. 1980
Fuzuli, Divanı, Dergâh Yayınları, İst. 1981
YORUMLAR
Önemli gibi görünmeyen ama gerçek yaşamımızda hepimiz için önemli olan bir konu seçmişsiniz.
Aşk yaşamımız boyunca her yerde her şekilde karşımıza çıkan en yakıcı duygulardır. Kişi ne kadar da kendini yakıp, kül edeceğse aşkın gelip yüreğinin en nadide köşesine oturmasını bekler, Bazen tek kişilik yaşanır ( işte o zaman bir tarafın bitmiş olması demektir) bazen karşılıklıdır ama o zamanda üçüncü kişiler girer devreye ve harabaye çevirirler yürekleri.
Aşk ne olursa olsun bence yaşanması ve yaşatılması gereken en nadide ve en güzel duygudur.
Çok emek vererek hazırlanmış bir yazı. Hepimizin okuması gerek AŞKI anlayabilmek ve seven yürekleri sorgulamamak için.
Kutluyorum kaleminizi ve saygılar yüreğinize
onurrumsun tarafından 7/26/2008 10:49:45 AM zamanında düzenlenmiştir.
ÇOK HOŞTU VE ÇOK DOĞRU YAZILAR BİR ROMANDA BEN BİLİYORUM TAVSİYE EDERİM CANAN TAN'IN YÜREĞİM SENİ ÇOK SEVDİ ROMANI BU ROMANA DA MURAT İLE ASLI BİRBİRİNE DELİ GİBİ AŞIK OLUYOR İKİSİDE ZENGİN İKİSİDE ÜNİVERSİTEDE OKUR AMA AİLELERİ ASLIYI BİR TÜRLÜ KABUL ETMEZ EN SONUNDA YOLLARI AYRILIR VE MURAT BAŞKASIYLA EVLENİR KIZI OLUR VE ADINI ASLI KOYAR GERÇEKTEN GÜZEL OKUMADAN ANLAYAMAZSINIZ.SAHİ AŞK NEDİR SORUSUNA BENDE KENDİMCE YANIT VEREYİM;
AŞK DİKENLİ BİR GÜLÜ KOKLAMAK UĞRUNA ELLERİNİ KANATMAKTIR, AŞK GÜNEŞİN TÜM IŞINLARINI ÜSTÜNE ÇEKMEK UĞRUNA BİRAZ AYDINLANMAYA ÇALIŞMAKTIR VE AŞK HİÇ MUTLU OLUNACAK BİR SEBEP YOKKEN BİLE HÜZÜNDEN MUTLU OLMAYI BAŞARMAKTIR AŞK TARİFİ ZOR AMA TARİF EDİLEBİLMESİ MUHTEMEL BİR DURUMDUR AMAN SAÇMALIYORUM İŞTE BENDE AFFEYLEYİN NE OLUR...
Sevgili dost.!
Ben de AŞK ı ikiye ayırıyorum.
1.İnsanoğlunun birbirlerine (yani..bir insanını diğer bir insana) olan aşkı..Bu genelikle cinsel duygulardır.
2.İnsanoğlunun a) bir doğaüstü bir güce olan aşkı.=İnanç
b) veya bir doğa parçasına ...bu özelikle sanatsal işler ile
uğraşan kişilerin(şair..ressam..yazar...şarkıcı..besteci..
söz yazarı...gibi duygusal yönü ağir basan) ihtiyaç duydukları ilham kaynaklarının oluşundandır..
.....
İkinci maddenin her iki bendindeki aşklar..
tamamen bir yerlere bağlı kalma ihtiyacında olan yani bir
yerlere tutunmak ,onlardan kuvvet almak,zayıflıklarını..
eksikliklerini perdelemek amacıyladır..
.....
Konu derin...bu gecelik yeter
...
İyi bir çalışma..Tebrikler.