- 1075 Okunma
- 7 Yorum
- 1 Beğeni
Mucize
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
MUCİZE
Bu gün de verdi Allah rızkımızı, son bir müşteri daha gelse de mahalleye dönsem.
“Hele Sarıyer tarafıysa çiçek gibi olur , kahvede iki muhabbet sonra eve gider 2 kadeh rakıyı attım mı missss gibi olurum” diye düşündü.
Anneciğini yalnız bırakmak istemez en geç 9 da evde olurdu yıllardır. Gece çalışmayı hiç sevmiyordu. Aklı hep onda idi zaten, yaşını almış bir ayağı çukurda…
“Ama beni de hep düşünür merak eder, o hali ile hala kız bakar. Yaş gelmiş kırk bilmem kaça bitmişiz okeye dönüyoruz, hala vazgeçemedi. Yok valla mürüvvetimi görmeden öte tarafa gitmeyecek bu kadın , sonra da tövbe, tövbe” diyerek kendine kızdı.
“Aman Allah gecinden versin.” dedi gülümseyerek… Bir nefes aldı cigarasından.
”Tam o esnada taksi durağının son birkaç aydır müdavimlerinden bey baba yaklaştı. Hah işte bu günün son kısmeti ama ilk defa taksisine binecekti, daha öncesinde hep başkaları götürürdü. İlginç bir amca her akşam farklı farklı yerlere gidermiş,
“Demek bey babanın tanıdığı çok. Acaba bu akşam bizi nereye götürecek” diye düşündü…
“Boş mu şoför bey
“Buyrun efendim!” Dedi kapıyı açtı.
Her şoför kapıyı açmazdı müşteriye ama o bunu zevkle yapardı.Kontağı çevirdi ve dikiz aynasından hafifçe bakarak o klasik sorusunu sordu.
“Ne tarafa efendim?”
“Bostancı oğlum”
“Offf” diye içinden geçirdi.
Taksim’den taaaa Bostancıya gidecek oradan Sarıyer’e dönülecek. Bu saatte de köprü evlere şenlik, kaplumbağa olsan daha hızlı gidersin, olmazmıydı şöyle Levent, Tarabya müşterisi.
“Neyse kısmet!" dedi… Gümüşsuyu’ na döndü Alman Konsolosluğu’na gelmeden başladı trafik.
Arabanın içindeki sessizliği bey amca bozdu.
“Hep böyle değil mi bu trafik oğlum?”
“Evet efendim, hep böyle olur İstanbul trafiği bu saatlerde. Bazen benzinciye çalışırız, durduğumuz yerde. Çocukluğumda başkaydı, sizin zamanınızı sormayayım bile kim bilir ne güzeldir.”
“Her yer yemyeşildi, bir Beyoğlu, bir Üsküdar-Kadıköy bir de Yeditepe vardı.”
“Yaş kaç efendim?”
“Hiç sorma oğlum ben bile hatırlamıyorum…”
Gülüştüler…
“O fotoğraf babanız galiba ?”
“Evet orta okulda idim çekildiğinde, zaten ben liseyi bitirdiğim yaz vefat etti.”
“Araba 56 Chevrolet mi?”
“Evet efendim 56 model İmpala” dedi dikiz aynasından bakıp gülümseyerek.
“Hmmm benim de vardı bir zamanlar . Bordo-beyaz. Demek sen de baba mesleğini devraldın.”
“Ne yapacaksınız efendim, rahmetli olunca okumadık liseden sonra, üniversite sınavının sonucuna bile bakmadım sonra keşke demeyeyim diye..
“Geçtin direksiyonun başına yani.”
“Kader, kısmet diyelim efendim.”
“Çoluk çocuk var mı peki.?”
“Kısmette o da yokmuş. Bir anacığım var bir de kızkardeşim o doktor çıktı evlendi şimdi yurtdışında. Biz de valide ile …”
“Sohbet koyulaştıkça laf lafı açıyor, konudan konuya geçiliyordu. Yaklaşık bir buçuk saat olmuş ama daha köprüye ancak varabilmişlerdi.
“Nerede oturuyorsun oğlum?”
“Sarıyer efendim!”
“Oooo bayağı zor işin evladım. Beni Bostancıya bırakıp taaa Sarıyere… Geçen akşam bir taksici ben karşıya geçemem diye bu yaşlı halime bile bakmadan indirdi Dolmabahçe’de. Aferin sana Allah razı olsun…”
Bir an kendinden utandı bey amca Bostancı dediğinde düşündüklerinden dolayı.
“Aslında sen de Bostancı dediğimde yüzünü hafiften ekşitmedin değil, fark etmedim sanma, ama bir şey demedin” diye gülümsedi amca.
“Yok aslında, hani!..”
Gülüştüler…..
“Müşteri neresi derse orası, velinimete nankörlük olmaz, bunu bulamayanlar var, bu gün kısmetim bu imiş” derdi rahmetli babam.
“Baban doğru dermiş…Allah rahmet eylesin… Demek iyi bir çocuk yetiştirmiş… Bak bir kez bile söylenmedin yoldaki arabaların şoförlerine, demin önüne atlayana az daha vuracaktın korna bile çalmadın dedi gülümseyerek.”
“Sabır efendim, sabır ve şükretmeyi öğrendik yıllardır bu mesleği yapa yapa…”
Derken köprüyü geçince E-5 de trafik akmaya başladı ve Bostancının ara sokaklarından birine girdiler. Bey amca şuradan sağa, şimdi düz devam et şeklinde komutlar verdikten sonra;
“Hah tamam şu apartmanın önünde dur” dedi ve 200 TL yi uzattı.
“Eyvah şimdi bu para nasıl bozulacak, bu gün de kimse tam para vermedi ki hep 100’lük bey amca ise çıkartmış 200 lük veriyor. Etrafta bakkal falan da yok, olsa sanki bozacaklar parayı” diye düşündü.
“Bu seferlik böyle olsun efendim ben nasılsa aynı duraktayım nasılsa geleceksiniz hallederiz” dedi.
“Her akşam bir yerlere giderim sizin duraktan evladım ama kısmet yarın ne olacağı belli mi olur, ya gelemezsem hakkını helal edermisin”
“Helal olsun efendim!” diyerek gülümsedi..
“Sen yine de yaz benim adımı adresimi evlat” dedi.
Kağıdı kalemi çıkarttı, bey amcanın adresini yazdı, bir yandan da gülümsüyordu…
“Yarın akşam üstü 6 gibi gel paranı al oğlum” dedi
Daha kontak anahtarını yeni çevirmiştiki bey amca seslendi…
“Evlat mucizeye inanır mısın ?
“İnanırım efendim ama mucize bana inanmıyor hiç yanımıza uğramadı bunca yıldır” dedi, gülümseyerek.
Kırk yıllık dost gibi vedalaştılar ve bey amca arkasını dönerek apartmanın girişine doğru yürümeye başladı…
Dönüş trafiği kötü değildi, bir an önce mahalleye atayım kendimi validesi kızacaktı ama iki tur okey oynamadan gitmeye de niyeti yoktu. Anam söylenirse söylensin diye düşündü.
Mahalleye vardığında arabayı kahvenin hemen önündeki çınara gelmeden park etti. Kapıyı kilitlediğinde arka koltukta duran kutuyu gördü. Sonra düşündü, bey amcanın elinde bir şey varmıydı diye. Önceki müşteri öne oturmuştu, durağa geldiğinde de arabanın paspaslarını temizlemişti.
“Kutuyu kesin bey amca unuttu ben görmedim elinde ama başka da bir ihtimal yok” diye düşündü.
“Kutuyu aldı kapağı açıktı, iyice kaldırdı ve digital fotoğraf makinasını gördü. Eline aldı güzel bir şeye benziyordu. Kutunun dibindeki kağıdın üzerinde bir şey yazıyordu
” Yoruldum o sensin…”
Bir anlam veremedi. Tam o sırada komşunun üniversiteli oğlu ile burun buruna geldi,
“Ya delikanlı baksana arabada unutmuşlar nasıl bi şey bu?” dedi
“Çocuk makinayı eline aldı şöyle bir baktı.
“Güzel bir şey çekeyim mi fotoğrafını abi ?”diye şaka yaparcasına sordu..
“Yahu bırak elin makinası, sonra çeksek ne olacak fotoğraf bizde olmayınca.”
“Abi çekerim hemen evde basarım sonra da silerim sahibi de bir şey anlamaz” dedi genç..
Hiç içine sinmemişti başkasının malını kullanmak, ya başına bir şey gelirse nasıl anlatırdı, bey amcaya. O sırada kahvedekilerde çıkmış meraktan soruyorlardı…
“Kim unutmuş, eminmisin falan falan falan.”
Birden herkes poz vermeye başladı. Fotoğraflar çekiliyor, çocuklar gibi şekilden şekile giriyordu koca koca adamlar.
“Abi sen de arabanın yanına geç çekeyim dedi . Üniversiteli genç…
İstemeye istemeye pozunu verdi, arabanın yanına geçerek. İçinden okey oynamak falan gelmiyordu, bir an evvel eve gitmeyi düşündü. Aklına makine geldi, kimseye bırakamazdı…
“Abi ben fotoğrafları basıp makinayla getiririm” dedi, genç
Eve girdiğinde pek keyfi kalmamıştı. Başkasının malını izinsiz kullandık çok ayıp ettiğini düşünüyordu. İştah falan da kalmamıştı. Bir kadeh rakısını doldurup iki dilim kavunu doğrayıp balkona çıktı, hava da nasıl sıcaktı bu gün ama boğaz gibisi yok serin serin esmeye başlamıştı bile. Birinci kadehi bitirmişti ikinciyi doldururken kapı çaldı. Gelen komşunun üniversiteli oğlu idi… Elinde fotoğraflarla makine vardı….
“Bir şey olmadı değil mi sağlam, bak bir şey olursa bey amcanın yüzüne bakamam” diye söylendi…
“Yok abi sapasağlam, bizim çektiklerimizi de sildim, zaten içinde başka fotoğrafta yokmuş”
“Ben gitmeliyim” diyerek, gerisin geriye dönüp merdivenlerden atlayarak indi genç adam.
Fotoğrafları aldı ve bakmaya başladı. Yıllardır aynı mahallede yaşadıkları kaç yıldır arkadaş olduklarını bilmediği insanlar… Çayırda top oynarken babasının fotoğraflarını çektiği gün aklına geldi, birkaçı hariç hepsi yine aynı karede idiler. Sadece şort yerine pantolon giyiyorlardı, bacakları da yara bere içinde değildi. Kimi göbeklenmiş, kimin saçlar dökülmüş, kırlaşmış. Çoluğa çocuğa karışmış hatta torun sahibi olmuş ama içindeki çocukları öldürmemiş, aynı mahallenin sıcacık kültüründen kopmamış adamlar. Aklına annesi geldi.
“Anne mahalledekilerle fotoğraf çektirdik” diye seslendi…
Kanepede yan yana oturup fotoğraflara bakmaya başladılar. En sonuncusu taksisi ile verdiği fotoğraftı. Sıra ona geldiğinde annesi uzun uzun baktı…
“Oğlum bu numaralar bu hafta çıkmadı ki!” dedi.
“Ne numarası anne ?”
“Bak tekelcinin yanındaki tabeladaki numaralar bu haftanın değil, yanlış numaraları yazmış. Her hafta aynı numaraları oynarım bilirim elbet …
“Anne oğlunun fotoğrafı dururken sen tutup nereye bakıyorsun” diye söylendi.
Yaşlı kadın yine televizyona daldı. Rakısına devam etmek için balkona çıktı. 1-2-3 derken geç olmuş diyerek odasının yolunu tuttu.
Sabah yine yaşlı annesi erkenden kalkmıştı, kahvaltı yine hazırdı. Yıllardır hiç aksatmıyordu kahvaltı etmeyi annesi sayesinde. Ayrı bir keyifti mahallenin dedikodularını dinlemek, bazen gördüğü ve kendisine yakıştırdığı kızları dinlerdi ama yaş ilerledikçe annesi de umudu kesmiş olacak pek kız bakmıyordu şu aralar. Her sabah olduğu gibi az şekerli kahvesini içti annesinin o güzel ellerinden bol köpüğü ve yandan çarkı her daim hazır olarak.
Bugün cumartesi idi biraz geç çıkardı hafta sonları. Yanına fotoğrafları aldı kahveciye bırakmak için. Herkesin olduğu fotoğrafı kahveye asarlardı. Arabanın karşısına geldiğinde fotoğrafını aldı bakarken birden numaraları fark etti. Tekel bayii aynı zamanda sayısal loto da oynatır ve kazanan numaraları yazarmış, hiç dikkat etmemişti . Bir an durdu fotoğraftaki numaralarla orada yazanlar farklıydı. Dükkanın önüne geldi, biraz şaşkınlık biraz da meraklı bir tavırla…
“Bu numaraları değiştirdin mi dün? Diye sordu.
“Yok ya! değişirmi hiç, her cumartesi akşamı çekilişten sonra yazarız, ikramiye çıkan bakar, ufak para çıkanlar da bizden alır…”
“Yani sen hiç değiştirmedin mi?”
“Abi nerden çıkardın sabah sabah değiştirdin mi değiştirmedin mi? Diye sorup duruyorsun, kaç senedir yaptığımız iş, hep aynı şeyi yaparız, bu akşam çekilişten sonra değiştireceğiz, çok dert olduysa gel beraber değiştirelim” diye güldü.
Hiç bir şey anlamamıştı. Ama içinden de bir ses şu numaralara oyna diyordu. Rakamlara baktı bir şeye benzemiyordu ki sırayla gidiyordu altı tane rakam. Ne kadar ki bu sayısal, amannnn sende diye içinden düşündü,
“Ulan bir de çıkarsa mahallede sıkıntısı olan bir dolu insan var biraz yardım ederim anam da yıllarca kaplıca kaplıca der durur atlar gideriz” diye hayal kurdu.
“Oynayalım şu numaraları” dedi ve rakamları söyledi sayısalcıya…
“Ya abi bu rakamlara çıkar mı? diye güldü sayısalcı, bırak makine oynasın…
“Ulan zor mu o kadar yazması, çıkar çıkmaz tasası sana mı düştü?”
“Sonunda aldı bileti, kıvırıp gömleğinin cebine koydu ve durağa doğru yola çıktı… Yine müşteriler, gelişler, gidişler, kimiyle maç kimiyle siyaset muhabbeti derken aklına bey amca geldi saat 6 ya geliyordu. Bi gideyim bari dedi kendi kendine. Kazancı camisinin hemen yanındaki sokaktan yürümeye başladı Cihangir caddesine doğru merdivenleri çıktı. Amcanın verdiği adrese geldi, zillerde ismi buldu ve bastı. Biraz bekledi açan yoktu. Yan taraftaki bakkalla göz göze geldiler.
“Bey amcaya bakmıştım ama evde yok, gördünüz mü?” diye sordu
“Hangi bey amca” dedi bakkal.
Yaşlı adamı adını söyledi.. Bakkal bir an durdu, iç geçirdi.
“Ne yapacaktın ki bey amcayı?”
“Benim taksiyle Bostancıya geçmiştik, bozuk yoktu ücreti almadım, adresi verdi gel al diye, bir de arabada bir şey unutmuştu”…
Bakkal öylece dondu kaldı..
“Bey amca geçen Pazartesi günü bir zarf bıraktı, Cumartesi günü bir taksici gelecek bunu ona ver diye” dedi ve zarfı almak için içeri girdi.
İyi ama adamı dün götürmüştü Bostancıya… Pazartesi zarfı neden bıraksın., herhalde başka bir taksiciye idi zarf. Bakkal o sırada zarfı getirdi… Üzerine baktı kendi adı soyadı yazıyordu…
İçini açtı 57 lira vardı. Bu dün taksimetrenin tuttuğu rakamdı. Zarfı aldı,
“Dün Cuma namazından sonra defnettik Feriköy Mezarlığına” dedi, bakkal…
Donup kalmıştı, bir ileri bir geri sallandığını hissetti, hiçbir şey demeden yürümeye başladı. Cihangir Meydanından aşağıya doğru İtalyan yokuşundan inerek Tophaneye ulaştı, ne olduğunu anlamaya çalışıyor anlamaya çalıştıkça soğuk soğuk terler döküyordu. Yürüye yürüye Tepebaşına gelmiş, Tarlabaşı’ndan Taksim’e doğru geldiğinde terden gömlek vücuduna yapışmış halde idi. Saate baktı 9 olmuştu. Annesi kim bilir nasıl merak etmişti. Arabaya bindi kontak anahtarını çevirdi. Kafası karmakarışıktı dün akşam binen bey amca, unutulan fotoğraf makinası, zarf… Rüya mı görüyordu yoksa…
Eve geldiğinde annesi yine TV nin başındaydı. Dünden kalan rakısını aldı iki dilim kavunu tabağa doğrayıp balkona çıktı. Dün geceden beri olanlar nasıl bir şeydi. İyi saatte olsunlara mı karıştık, üç harfliler mi yoksa diye aklından geçiriyordu. Türlü türlü şeyler kafasının içinde beynini kemiriyor bir türlü çıkış bulamıyordu. 1-2-3-4 rakı kadehleri doluyordu. İçi geçivermiş uyuya kalmıştı yine….
Birden annesi söylenmeye başladı…
“Bu haftada çıkmadı cenabet bilet , valla bi daha oynamıycam aha da buraya yazıyorum!..”
O an aklına sabah aldığı bilet geldi.
“Anne hangi numaralara çıkmış…”
“Sıçtırma numarasına , böyle boktan numarayı Sarıyer’den hangi deyyus oynamış , sana ne numaradan…”
O altı numarayı merak mı ettiniz? Yoksa taksicinin ne yaptığını mı? Peki taksici şimdi ne mi yapıyor ?
Baba yadigarı taksiyi çocukluk arkadaşına verdi, yıllarca sıkıntı çekmişti, bazen hafta sonları rızıklansın diye 56 İmpalasını verirdi ve o arabaya kendisi gibi bakacağından emindi. Herkesin borcunu ödeyip anasını kaplıcalar götürdü.
Bazen bir kasabaya, bazen bir şehre, bazen de yakınlarda bir yerlerde bulduğu insanların sayısal loto bayileri önünde fotoğrafını çekiyor, gizlice evlerine bırakıyor, bazıları bu kısmeti görmüyor. İşte devir etti dediğimiz haftalar var ya! O kısmeti tepenler yüzünden… Yeni bir mesleği var şimdi, hem de çok sevdiği…
Ne zaman mı emekli olacak?
Bilinmez…
YORUMLAR
Benim kısa öykü anlayışıma uyan bu eseri okumak ne derler, zihni cereyan ettirmek midir, temiz rüzgârlar esmesi midir veyahut tanıdık bir yüz görmek midir dersiniz, ortaya karışık hisler uyandırdı. Cümlelerin kuruluşu, kurgunun akışı edebi gözle gerçekten beğendim. Sadece bir okur gözüyle finalin bir ara final olmasını ümit ettim elbette:) Ama hikâyenin en vurucu noktası da final belki de. Şans getiren fotoğraf kareleriyle dolu hayatlar dilerim size de, hak eden yüreklere de, kendime de.
Kemal Yılmaz
Güzel bir hikaye.
Enteresan bir final.
Çok hoş ve akıcı bir anlatım.
Edebiyat Defteri'ne yakışacak bir kalem daha kazandık.
Güzelliğe hoş geldin arkadaş.
Kemal Yılmaz
Bir kere hiç de kısa değil, uzun bir öykü. Fakat öylesine sürükleyici ki, nasıl sonuna geldiğimi anlayamadım.
İlk başından itibaren sürekli oluşturulan yeni durumlarla okur merak içinde peş peşe yaratılan ustaca kurgunun ardında koşturuyor. Kahraman bana, her ne kadar içki içiyorsa da ahlaki açıdan oldukça düzgün ve bu haliyle mucizeyi hak eden bir Kemalettin Tuğcu karakterini hatırlatıyor.
Ayrıca sıkı bir final izledik.
Kurgusu, dili, grameri hepsi oldukça başarılıydı.
Tebrik ederim, Defter'e hoş geldiniz.
nitemtran tarafından 8/13/2015 2:32:11 AM zamanında düzenlenmiştir.