ABDULLAH AĞAR’ IN IŞİD VE IRAK KİTABININ HATIRLATTIĞI , Fİ (T) NE
Abdullah Ağar bir zamanlar yan yana askerlik yaptığım çok değerli, gazi, kahraman bir Türk evladı. Askerlik kadar yazarlık da ona çok yakıştı. Son kitabı ile bana çok önemli bir konuda yazmam gerektiğini hatırlattı.
Fitne kelimesi Arapça kökenli fitn kökünden türemiş. İngilizcede karşılık gelen sözcükler nedir diye bakarsanız, complot, cabal gözünüze hemen ilişiveriyor. Aslında daha fazla karşılık gelen sözcük var. Cabal kelimesinin Türkçe anlamına karşılık, komplo, entrika, hizip, dolap, dümen kelimeleri düşüyor. Yani ne kadar geniş ve kapsayıcı bir fiili ifade ediyor daha başından anlıyorsunuz.
Her ne kadar İslami düşünce temelinde toplumsal bir hastalığı ifade etmek, işaret etmek için kullanılsa da
dünyada insan kadar eski bir tarihi hezeyan. Şeytani davranış modeli! Habil ile Kabilin arasındaki fitneydi. Kabil kardeşinin kanını eline bulaştırdı. Daha o zamandan kan , acı, gözyaşı, yalan, şiddetle beraber anıldı fitne. Kardeşin eline kardeş kanını bulaştıran şeytani kötülük desek, bütün zamanlara, bütün coğrafyaya, tüm medeniyetlere uyarlayabilirsiniz.
İslam inancında fitne başka anlamlar yüklenerek de kullanılmış. Bir tür sınav; eşle, çocukla, para, dünya malı vesaire ile sınanma.
Anarşi, bozgunculuk, arabozuculuk, bölücülük günümüze çok da uyan anlamı. Niçin fitne var olmuş? Cevabını burada konuşmak çok uzun bir diyalektik mesele. Olaya ferdin ahlaki gerçekliği açısından bakarsak,Marcus Aurelius’ un o çok sevdiğim ;" Başkalarının yaptıklarına; söylediklerine ve düşündüklerine aldırış etmeyen, sadece iyi bir insan olmak için kendi yaptıklarıyla ilgilenen bir insan ne çok zaman kazanır." Sözü fitneye panzehir felsefelerden birinin kapısını aralar. Türk şiirinin ustalarından Can Yücel şu sözünü bir kenara not etmişim: Kendine bak kendine…Özüne, sözüne, benliğine. İlgilenme kimseyle, kim ne yemiş, ne giymiş. Bundan sana ne. Sen kendini besle, bilgiyle, sevgiyle, şefkatle. Ancak o zaman ulaşırsın, insan olmanın erdemine. Bilmem varmak istediğim noktayı anlatabildim mi?
Birebir insani ilişkilerden tutun, halklar, liderler, bloklar, dinler arasında maalesef var olan sorunlar fitne kökenli değil mi? Önce , iki insanın iyiliği, birbirini anlaması üçüncünün derdi oluverir! Nedense üçüncünün mutluluğu fitnede saklıdır!? Ahlaki öğretilerin hepsi insana, önce diğer insanlara iyi davranıp faydalı olmayı, onların haklarına saygı duymayı, erdemli insan olmayı tavsiye ederek yola çıkar. Her ne dinde, öğretide, medeniyette olursa olsun bunlar evrensel ahlaki kabullerdir. Neden başkalarının iyilikleri birilerinin mutsuzluğu olur? Oysa düşünen varlık olarak insan kendini geliştirmiş, binlerce yıl edindiği acı tecrübelerle başkalarının mutluluğunda asıl mutluluğu aramanın erdemine ulaşmıştır. Ama dünya var oldukça insanla kolkola gezeceğine ahdeden şeytan her fırsatta fitnesini bulaştırmak için hazırdır. İsteyen buna şeytan değil insanın kibir ve haset batağına batmış benliği desin. Rivayet olunur ki; Hz Nuh (a.s) gemiye bindiği zaman, her canlıdan bir çifti gemiye aldı.Bu esnada gemide siyah pelerininin kukuletası başını ve yüzünü saklıyan bir ihtiyar gördü. Nuh (a.s) ihtiyara “sen kimsin, ne işin var burada, terket burayı” dedi. Sessiz kalan ihtiyarın şeytan olduğunu anlayan Nuh (a.s) onun şu teklifi ile karşılaştı.” Sana insanları helak edecek beş şeyden üçünü söyleyeyim beni geminde alıkoy.”Allah Nuh (a.s) a vahy göndererek “Sana söyleyeceği üç şeye ihtiyacın yok. Sen haber vermek istemediği diğer iki şeyi öğren ondan.” Dedi. Hazreti Nuh (a.s) “Söylemek istemediğin iki şey nedir?” diye sordu. Şeytan, “ O iki şey sayesinde beni yalanlamazlar, bana muhalefet etmezler, onlar vasıtasıyla halkı helak ederim. Onlardan biri hased, diğeri de hırstır! Hasedden ötürü lanetlendim ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş bir şeytan oldum.” Dedi
Hamurunda kin, hased ,nefret olan fitne harcı, insanoğlunun dünya üzerinde hep karanlığı olmuş. Tarih yüzlerce fitne örneği ile doludur, ne yazık ki yıkıcı savaşların çoğu fitne ürünüdür. Hristiyan tarihçiler; Hazreti İsa’nın canına kasteden Roma anlayışının bir Yahudi fitnesi olduğu konusunda hemfikirdir. Hazreti İsa’nın Yahudi din adamlarının tahriklerine kanan Roma İmparatorluğu’nun Yahudiye eyaletinin valisi Pontius Pilatus’un emri ile Kudüs’te çarmıha gerildiğini yazarlar. İslam inancında çarmıha gerilen Hz. İsa değildir…
Abdullah Ağar kitabında Kerbelada Hz. Hüseyi’nin katline sebep fitnenin hala o coğrafyada kol gezdiğini anlatıyor ve bu kirli senaryonun kimler tarafından kaleme alınmış olabileceğine dair ipuçlarını veriyor.
Mitolojik Yunan, Milat öncesi ve sonrası Mısır, büyük Asya, Ön Asya, Ortadoğu, Ortaçağ Avrupa coğrafyası ve on sekiz ve yirminci yüzyıllar arasındaki yıkıcı Amerikan ve Avrupalı emperyal anlayışın ardından gelen iki dünya savaşını analiz edersek karşımıza tek kelime çıkar: Fitne; emperyal olmanın yolu buradan geçer. Sorabilirsiniz,” Her imparatorluk bu zeminde mi vücut bulmuştur?” O başka ana başlıkta tartışılacak uzun bir konudur. Biz burada imparatorlukları değil komployu, hasedi, bozgunculuğu, arabozuculuğu tarihsel örneklerle irdeleme derdindeyiz.
Çinlilerin kadın kullanarak içten yıkıma uğrattığı Hun devletleri, akla zarar Bizans oyunları ile dize gelen devletler, Ortadoğu coğrafyasında din eksenli aldatmaca zemininde birbirini kıran kabileler, ortaçağ karanlığında mübah sayılıp akıtılan kardeş kanı , hayvanlardan daha çok vahşileşen emperyalist dünyanın altın ve petrol uğruna kanını emdiği, terör ile inleyen zavallı toplumlar, örneklerden sadece birkaçı.
En acısı da günümüzde uzlaşmacı zeminde buluşmaya çalışan anlayışı bile fitne kabul edip oluk oluk kan akıtan karanlık düşüncenin hala yandaş buluyor olması. Şeytani bu davranış ve heves daha ne kadar hayatlarımıza hükmedecek, daha ne kadar kan kokusu sinmiş havayı çekeceğiz içimize? Düşüncesi bile mide bulandırıyor.
İtalyan filmlerinin sonu bir zamanlar Fİ (T) NE yazısının yer aldığı sahne ile biterdi. Çok manidar bir metafor oldu bu!
Bu vesile ile Abdullah Ağar’ın Işid ve Irak kitabının tarihsel önemini bir daha hatırlatıyor; yazarı tebrik ediyoruz.
HARUN ÖZMEN