- 2165 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KENDINI SEVMEK
Eğer hayat bir öğrenme süreci ise onun niçin bu denli acı verici olması gerekiyor? Bu sorunun çok dokunaklı bir noktası var. Eğer bu dünya katına öğrenmek için geliyorsanız, o halde bu neden bu kadar zor görünüyor?
Eğer onun devinim halindeki bir kendiliğindenlik (spontanelik), bir harikuladelik ve güzellik hayatı olduğu varsayılıyorsa, şu halde neden çoğu zaman bunun zıddı gibi görünüyor.
Burada bazı kuramlar üzerinde konuşuyoruz - kozmik olgular, umutlar ve arzular üzerinde; fakat sonunda, dostlarım, tek temel gerçeğe gelmek zorundayız. Hayatınızda bazı anlar gelir ki, tek bir şeye sahip olduğunuzu idrak edersiniz: Kendinize. Ömrünüz boyunca, kendinizi dünyada rahat hissetmek için kullandığınız bütün "destek ve payandalar" sonunda artık işe yaramaz olurlar. Hayatınıza anlam katan kimselerle ilişkideyseniz, bir sabah uyandığınızda, kendinizi yapayanlız bulabilirsiniz. Çocuklarınız varsa büyürler; eğer hayatta önemli bir mevkiniz varsa, emekli olursunuz ya da mevkiniz sizden alınır; güzelliğiniz varsa, yaşlanırsınız; eğer güçlüyseniz, zayıf ve titrek hale gelirsiniz.
Birçokları bana gelip diyorlar ki: "Tanrı’yı bilmeyi her şeyden çok istiyorum." Ancak, onlar aslında Tanrı’ nın onlarda beğenmediğini "bildikleri" şeylerden nasıl kurtulabileceklerini bilmek istiyorlar. Öfke ve kıskançlık gibi "negatif" duygulardan nasıl kurtulmalı. Fakat sizin bir parçanız olan bir şeyden nasıl kurtulabilirsiniz ki? Birçok yaratıcı yol denenmiştir. Seçilen ilk yol genellikle, öfkelenmemize neden olacak durumlardan ve insanlardan uzak durmak ve kıskançlığınıza neden olabilecek ilişkilere asla girişmemektir. Bu duygular, kendinizi bulunmak istediğiniz düzeyin altında hissetmenize neden oldukları için, onlardan kurtulmak üzere hayatınızı daraltırsınız. Uç noktalarda bu kısıtlayış "terk ve feragat endişe" kadar varır; ve siz ister bir mağaraya, ister evinize sığınmış olun, arzunuz hissetmek istemediğiniz o tepkileri depreştirecek uyarımlardan uzak durmaktır. Fakat gün gelir, evinizden çıkar ya da dağdan aşağı inersiniz ve komşu mağazaya girersiniz. Biri sizi itekleyerek önünüzdeki sıraya girer ve sizin barış halindeki iç dünyanızda bir öfke patlaması olur. Sonunda, terk ve feragatin işe yaramadığını idrak ettiğiniz zaman, bir sonraki girişiminiz öfkelenmemeye karar vermek şeklinde olur. O zaman yüzünüz bir maske haline gelir. Yüzünüze bir gülümseme yerleştirip, çene kemiklerinizi sıkarsınız. Sürekli gülümsemek zorundasınızdır, çünkü kendinizi serbest bıraktığınız zaman ağlayabilirsiniz, haykırabilirsiniz veya bir başka "uygunsuz" şey yapabilirsiniz. İçinizde kaynaşan duyguları iradenizle alt etmeye çalışırsınız. Ve bu bir süre için işe yarar; ama bir gün gelir, huzur bozucu bir olay sizin dişlerinizi sıkmanıza fırsat vermeden ortaya çıkar ve siz üstesinden gelmeye çalıştığınız aynı duyguların ve aynı korkuların etkisi altında tepki veririsiniz. Neyi başarmış oldunuz?
Bütün bu manevralarla siz harikulade bir yönetme oyunu oynamaktasınızdır. Sizi rahatsız etmemeleri için insanları idare etmektesinizdir, çünkü eğer onlar iyi ve terbiyeli davranırlarsa siz de kötü davranmak zorunda kalmayacaksınızdır. Eğer sevgiliniz sizi kıskandırmama konusunda çok dikkatli davranırsa, siz kıskançlık hissetmeyeceksiniz, eğer hiç öfkelenmeyen bir patron seçerseniz, öfkeyle başa çıkmak zorunda kalmayacaksınızdır. Böylece, ortamınızı buna göre oluşturmaya çalışırsınız. Başa çıkılması size fazla zor gelen şeyleri geride bırakırsınız, çünkü kendinizin o tarafıyla yüzleşmek istemezsiniz. Sizin için pasif bir ayna olabilicek ve böylecede sizi "negatif" yönlerinizi görmek zorunda bırakmayacak birilerini bulmaya çalışarak, bir ilişkiyi bırakıp bir diğerine yönelebilirsiniz. Fakat sonunda bu çabaların hepsi boşa gider. Bir gün çevrenizde koşuşan bu küçük "şeytanlar" dan kendi başınıza kurtulamayacağınızı anlamış olarak yanlız kalırsınız. O zaman bir başka parlak fikir gelir - bu işi Tanrı’ ya havale etmek! Siz yapamıyorsunuz öyleyse sizin adınıza bunu Tanrı yapsın diye O’na bırakırsınız. Şimdi önce O’nu bulmak ve sonra O’ndan bütün bu tatsızlıkları sizin adınıza gidermesini istemek zorundasınız. Şu ya da bu zamanda, hepiniz O’ndan böyle bir şeyi istemeyi denemediniz mi? Herhangi bir şey değişti mi? Böylece, şimdi o harikulade "spiritüel uyanış" oyunu başlıyor ve siz uzun bir aydınlanma sürecine başlıyorsunuz. Bir üstada gidiyor, bütün "doğru" şeyleri yapıyor, bütün "doğru" mantraları zikrediyorsunuz, çok keskin ve dikkatli ve öylesine iyisiniz. Ve bu sürecin sonunda Tanrı’yı bulacağınızı ve negatif yönünüzden kurtulacağınızı umut ediyorsunuz.
Bu noktada bir an tartışmamızın dışına çıkmak istiyorum . Mary Margaret’i iyi tanıyanlar arasında çoğunuz kuşkusuz bu soruyu sormuşsunuzdur: "Bu iş için neden o seçildi?" Bir neden vardır ve bunu şimdi o bile hatırlamıyor bile. Pasifik’teki küçük bir adada, küçük bir kız olarak yaşarken, yalnız başına birçok saat geçirir ve eski Hawaii kilisesine gider, molozlar üstüne oturup bacaklarını sallayarak düşünürdü. Düşünüyordu ki çeşitli dinlere mensup kişilerden oluşmuş bir topluluk içindeydi ve eğer o topluluğa uyum sağlayacaksa bunlardan bir anlam çıkarması gerekiyordu. Hawaii’ de diğerleri arasında Budistler, Mormonlar, Katolikler, Zen Budistleri, Hristiyanlar ve Kahuna öğretilerine bağlı Hawaii yerlileri vardı. Genç kız bu çeşitli kiliselere devam ediyordu, çünkü babası, konumu gereği oralara gitmek zorundaydı ve kızını da beraberinde götürüyordu. Zamanla onun bilincinde bir hayli çeşitli malzeme birikti ve o bunların arasındaki kendisine gerçekten apaçık görünen muazzam farklılıkları nasıl bağdaştırabilileceğini düşündü. Böylece, o oturup bacaklarını sallayarak düşündü durdu. Sonra bu ikilemi birleştirmek için şu soruyu yanıtlaması gerektiği hakkında ona farkındalığından kaynaklanan bir kanı geldi: Bir adada yalnız başına, kitapları ve arkadaşları olmadan yaşayan bir kişi Tanrı’yı nasıl bulabilir? Bu onun araştırmasının temelini oluşturdu. Ve benim bugün söyleyeceklerim, onun birçok yıl önce kendi kendisine sormuş olduğu sorunun yanıtıdır. Çünkü sonuçta siz bir adada tek bir kişisiniz ve okumuş olduğunuz tüm duaların sizin boşluğunuz karşısında hiç bir anlamı yoktur.
O halde lütfen şu gerçeği kabul ile başlayın ki, sizin temel kimliğiniz belki de pek fazla değişmeyecek. Ne yaparsanız yapın, ne tür zihinsel jimnastikler uygularsanız uygulayın, genelde kendiniz olarak kalacaksınız. Siz kim iseniz osonuz, yüz milyarlarca deneyimin nihai ürünü. Öyle ise kim iseniz o olduğunuzu kabul etmek ve onaylamakla başlayın. Bu kabulü varlığınızın derinliklerinde beyan ettikten sonra, örneğin, bir kıskançlık duygusuyla karşı karşıya geldiğinizde, kendinizi yine kapana sıkışmış hissedeceksiniz. Kapana sıkıştınız çünkü o kıskançlık duygusundan uzaklaşamıyorsunuz. Uzaklaşmayacaksınız, çünkü uzaklaşmak zorunda değilsiniz. Hayatınız sizde düzeltilmesi gereken bir yanlışlık olduğu ve onu düzeltmek zorunda olduğunuz varsayımına dayandırılmıştır. Sizde hiç bir bozukluk olmadığını, sizin kesinlikle düzeltilmeye ihtiyacınız olmadığını söylemek isterim. Sizin içsel geriliminiz , varlığınızın bazı kısımlarını sevememekten kaynaklanmaktadır. Onları sevmiyorsunuz, çünkü size o yanlarınızı sevmemeniz telkin edilmiştir. Sizin özgürlüğünüzü gerçekleştirecek olan kendi içinize dönmek ve varlığınızın bütün gücüyle şöyle söyleyebilmektir: "Kıskançlıklar içinde de olsa ben kendimi seviyorum" Sizin özgürlüğünüz her ne olursa olsun, o duygunun, o düşüncenin, o eylemin içindeyken "Ben kendimi bu anda, olduğum gibi seviyorum," diye bilmenizde yatar.
Kimilerinizin zihinlerindeki korkuyu görüyorum; sanıyorsunuz ki o yanınızı sevecek olursanız, hayatınızın sonuna kadar o yanlarınıza takılıp kalacaksınız. Size bu noktada, içinizde ve çevrenizde gerçekte nelerin vuku bulduğu ve bu duyguların nasıl meydana geldiği ve onları kabullenmenizin niçin sizin çıkış yolunuz olduğu hakkında kozmolojik bir görüşü iletmek istiyorum. Lütfen izlemeye çalışın. Gerçek şudur: Düşünceler her zaman sizin çevrenizde hareket halindedirler. Sizinle düşünceler arasında sizin deyiminizle, aura’nız bulunur. Bireysel eğilimlerinizden ötürü, geçiş halindeki düşüncelerden bazılarını seçip kendinize çekersiniz. Her zaman bu aynı düşünceleri kendinize çekme eğilimindesinizdir, böylece hep aynı yollardan tekrar tekrar geçersiniz. Değersizlik, korku, kasvet düşünceleri: yıpratıcı, negatif düşünceler tekrar ve tekrar. Şimdi önemli bir nokta. Bir düşünce size geldiğinde o düşünce fiziksel bedeninize duygu olarak aktarılır. Ve bu duygu sizin deyiminizle, ruhunuza kaydolur. O anda gelecek zamana ait bir eylem şekil alır. Süreci anlıyormusunuz? Dışınızdaki düşünce aura alanınızdan geçerek size gelir. Size çarpar. O bir duygu olarak kayda geçer. İçinizdeki o duygudan siz, gelecekte yer alacak bir eylem formule edersiniz. Örneğin düşünce şöyle gelir; "Bu kişi benden hoşlanmıyor" Duygu öfke halinde kendinin belli eder, gelecekteki eylem, intikamıdır.
Siz dünya katına bütün bir duygular, bu heyacanlar dizisini deneyimlemek ve onlar üzerinde hakimiyet kazanmak, üzere geldiniz. Tepkilerinizi, kendinize çekeceğiniz düşünceleri, hayatınızda gerçekleştireceğiniz eylemleri seçebildiğinizi idrak ettiğiniz zaman hakimiyeti kazanmış olursunuz. Ve size bugün söyleyeceğim şu ki, kendinize çektiğiniz düşüncelerden çogunun temelinde sizde bir kusur olduğu ve sizin sevilmeye layık olmadığınız ve sevilmek için bir şeyler yapmak zorunda olduğunuz inancı yatmaktadır. Ben size bu süreci ters yöne çevirmek üzere, şimdiye kadar hiç aklınıza gelmemiş şu mantra’yı ciddi sürekli bir görev olarak tekrarlamanızı önereceğim: Ben kendimi seviyorum. Bir anda keder ve umutsuzluktan mutluluğa geçebilirsiniz. Deneyin mutlu bir düşünceyi düşünün, mutlu olacaksınız. Karamsar bir düşünceyi düşünün mutsuzlaşacaksınız. Ama işte burada, sandalyede oturuyorsunuz! Herhangi bir şey oldu mu size? Biri size vurdu mu? Hayır! öylece oturuyorsunuz, "neşe"den, "bezginliğe" geçebilme yeteneğindesiniz. Bütün yaptığınız düşüncenizi değiştirmek oldu. Bunu nasıl yapacağınızı zaten biliyorsunuz ve bunu her zaman yapıyorsunuz. Eğer sessizce otururken bir anda ruh halinizi değiştirebildiğiniz dogru ise, belki sessizce otururken ve anlayışla, "Ben kendimi seviyorum" dediğinizde içinizde birşeylerin olduğunu hissetmenizde mümkün olabilir. İçinizde bir sıcaklık duymaya başlayacaksınız. İçinizde bir "ateş" olduğu doğrudur. Sevgi yoluyla "ateşlenen" bir çakra vardır. Size önümüzdeki ay, her gün sadece oturup bunu hissetmek için kendinize biraz zaman ayırmanızı öneriyorum. Hepsi doğrudur. Bu kendini sevme duygusu üzerinde durarak bir sıcaklık meydana getirmeye başlarsınız.
Şimdi negatif diye nitelenen bir duygu ortaya çıktığı zaman nelerin olduğunu tartışalım. Orada öylece oturup sıcaklığı hissediyorsunuz, gücü hissediyorsunuz, kendinizi harika hissediyorsunuz, derken telefon çalıyor. Açıyorsunuz, biri, "Sen gerçekten de görgüsüzün birisin!" diyor. Şimdi, biraz önce orada olmayan bir duygu içinize giriyor. Süreç devam ediyor, düşünce geçip giderken siz onu çekip alıyor ve hissediyorsunuz. Belki onu büyük ağır, keskin bir kaya gibi hissediyorsunuz. Bu yüzden ondan kurtulmak istiyorsunuz. O zaman zihniniz, gelen beyan ne ise, onu ret ve inkar etmeye çalışıyor, fakat sonuçta, bu bir işe yaramıyor. Bunu daha önce de denemiştiniz ve işe yaramamıştı.
İşe yarayacak olan şudur. O acı verici duyguyu içinizde hissettiğiniz anda kendi kendinize, "Ben bu duyguyu seviyorum!" deyin. "Ben onu hoş karşılıyorum" Onun bir yere gitmesi ya da değişmesi gerekmiyor. O benim bir parçamdır. Bu duyguyu kabul ediyorum." Ve orada her zaman mevcut olan sıcaklık, o "kaya"ya olan sevginizden, "o" sizin sevginizin duygu kütlesinin içinde akar, onu kuşatır, onu yüceltir ve o "sevimli" hale gelir. Ve siz iki şeyi birlikte taşıyabilme yeteneğinde olduğunuzu görürsünüz: Sevginizi ve o şiddetli ıstırabı. Sevginiz öylesine engindir ki onun taşıyamayacağı hiç bir şey yoktur ve işte sizin öğrenme ihtiyacında olduğunuz şey bu enginliği kullanmaktır. Hiç bir ıstırap, sizin onu ve sevginizin muazzam gücünü aynı anda içinizde barındıramayacağınız kadar büyük değildir. Siz seçim yapmak zorunda değilsiniz. Tüm ıstıraba, tüm hastalıklara, tüm acılara, tüm pişmanlıklara, tüm suçlara sahip olabilirsiniz, yinede üzülmenize gerek yok; çünkü gönlünüzdeki sevgi öylesine uçsuz bucaksızdır ki o hepsini taşıyabilir.
Öylesine çaresizce dışta aradığınız bir şeyi siz kendiniz üretebileceğinizi nihayet anladığınız anda kendi hayatınızın efendisi olursunuz. Siz sevgiyi, güvenceyi kendi dışınızda arıyorsunuz; onu içinizde bulduğunuz anda artık efendi sizsiniz. Ancak ozaman siz bir başkasını sevecek bir durumda olursunuz. Çünkü o dakikaya kadar siz sürekli olarak birbirinizden bir şeyler istemektesinizdir, bunu nekadar incelikle ve zekice yapıyor olursanız olun.
Hayatınızı canlı kılan şeyleri siz biliyorsunuz. Hayatınızı yaşamaya değer kılan şeyleri siz biliyorsunuz, sabahleyin kalkıp işinize gitmek istemenizi sağlayacak şeyleri. Ve siz, yatakta kalmak ve yorganı başınıza çekmek istemenize neden olan şeyleri de biliyorsunuz. Öyleyse yapmak istediğiniz şeyleri yapın hayatınızı canlandıracak, size güç, size iç sıcaklık verecek şeyleri. Ve sizi güçsüz kılan, boğan, uyuşturan, donuklaştıran şeyleri yapmaktan vazgeçin.
YORUMLAR
Kendini sevmek,ve dostlarini sevmek sevgiler vardir yureklere sigmayan,sevemek bazan beklemektir,ne kdar bekleyecegini bilmeden,sevmek istiyorsan,once sevmeyi bileceksin,sevgiler paylasildikca cogalir.dostluk ve sevgiyi
yeni dogmus tum bebeklerin yureklerine yaz buyusun dumyayi sarsin diye..sevgi emek ister.sevgi oyle yuce bir duygudurki kendini sevmek ve sevgiyi paylasmak dogayi
hayvani,canliyi sevmek sevgiden ask dogar,sevginin ileri
asamasidir ask,insanda.sana yapilmasini istemedigin bir seyi sen karsindakine yapma.bunu dusunup ve duyguladiginda zaten karsindakine verdigin degerin ve sayginin sevginin dostlugun iymetini daha iyi anlar ve uygularsin.