ERCİYES'İN KIZI !.. (5)
Uykuya dalması bir saati henüz geçmemişti ki gençlerin koridordaki yüksek sesle konuşmalarına sıçrayarak uyandı Kutluay. Kendini kavgaların ortasında sandı bir an. Yorganı üzerinden sinirle atarak kaltı. ’N’oluyor’ dercesine uyku sersemi ile hırsla kapıyı açtı. Koridorda gençlerin birbirleriyle şakalıştıklarını görünce:
- Ya sizler ne yapıyorsuz gürültü patırtı? Uykudan yüreğim ağzımda kalktım. Lütfen sessiz olsanıza!
Kutluay’ın çıkışında gençler süt dökmüş kedi gibi sustular. İçlerinden uzun boylu Gökhan, Kutluay’ın kızgınlığını yumuşatmak için kendini komutan karşısında vaziyet alan asker gibi hazırol vaziyetinde:
- Affedersin başkanım, odalarda kimse yok sanıyorduk da!.. Kendimizi biraz fazlaca kaptırdık şakaya. Biz hemen çıkıyoruz, özür dileriz başkanım...
- Arkadaşlar biraz yatayım diye uzanmıştımda. Tam uykuya daldığım sıralarda gürültünüz gelince kendimi okulda kavganın içinde sandım. Sıçrayarak uyandım. O nedenle biraz size sitem ettim... Benimde uyuduğum yeter. Bu vesileyle uyanmış oldum. Üzerimi giyinip ocakta arkadaşlarla buluşacağız,dedi Kutluay.
Gökhan, Kutluay’ın konuşmasından kızmadığını ima etmesine sevindi. Tebessüm gülme arası dudak hareketleri ile:
- Başkanım işimiz varsa bizde gelelim. Bugün derslerimiz yok. O nedenle okula gitmedik. Eğer isterseniz bizde gelelim ocağa.
- Sağolun arkadaşlar. Biz görevli arkadaşlarımızla toplantı yapacağız. Siz yurtta kalın. Eğer dışarı çıkarsanız aman dikkatli olun! İte, puşta uymayın, havlayanlara cevap vermeyin. İsterseniz Kayseri’mizdeki evliyalarımızın türbelerini ziyaret edin. Dualar edin, diye karşılık verdi Gökhan’ın lafına Kutluay.
Gençlerden müsade isteyerek odaya girdi üstündeki pijamaları çıkarıp, beyaz gömleğini, takım lacivert elbisesini giydi. Bordo kıravatıda pek yakıştı boynuna. Filinta gibiydi. Boyuna göre dolgunluğu, kalın kaşlarının o görkemli havasına, bakışlarındaki cengaver sertliği Tanrı dağlarından gelen Kürşat’ın heybeti sarıp sarmalamıştı endamını, bedenini. Kaç kızın rüyalarını süsler, onunla arkadaş olmak için can atarlardı. Onlara sadece davasını anlatmaktan başka hiç bir şey düşünmemişti. Yüreğine kor düşüren Buket’in kendisini nasıl etkilediğini hala düşünce karmakaşası içindeydi. Ona olan duygularını anlatabilmek için kimbilir kaç haftaları ızdıraplar içinde devirecekti? Yüreğindekileri ona anlatabilecek cesareti kendinde görememesi, savaştan mağlup ayrılmış askerin mahçupluğu vardı üzerinde. Başına gelen habersiz bir sevdanın ılk ılık duygularının sarhoşluğuna sanki meyhanelerin tüm şişelerini o boşaltmıştı! Sevdaya ait ne kadar şarkı, türkü biliyorsa kimseciklerin olmadığı tenha yerlerde mırıltanıyor, arkadaşlarından birini bile sevda şarkılarını söylerken duysalar onlara cevap verememekten de kendini yıpratıyordu. Dava adamının aşık olabileceğini hesap edememişti.
Yoğun düşüncelerle ayrıldı yurttan.Yürüyerek ocağın yolunu tuttu. Ocak Melihgazi’de Yoğunburç Kavşağı’ındaydı. Biraz uzak olmasına rağmen o yürümeyi tercih etmişti. Sert adım ve kurt bakışları ile ilerlerken esnaflara selam veriyor, onlar da çay ikramında bulunmalarına karşılık işinin acele olduğunu, başka bir günde çaylarını yudumlayacağını söyleyerek yoluna devam ediyordu. Üst geçide doğru yaklaşırken arkadan birinin kendisine seslendiğini fark etti. Geriye dönüp baktığında ona seslenen kişinin Buket olduğunu gördü. Yüreğinin atışları hızlandı, nefesi kesildi, dizlerinin bağının çözüldüğünü fark etti. Oracıkta yıkılacaktı heyacanından, şaşkınlığından. Tesadüfün böylesi kendisine terler döktürmüştü.
Buket kıvrak adımları ile soluk soluğa ona kavuşturken:
- Başkanım nere böyle hızlı adımlarla? diyordu soluk soluğa kalmış Buket.
Kutluay, heyacanını bastırmaya çalışıyor, yürekteki depremini zapdetmeğe çalışırken sesinin titrekliği ile:
- Ben yurttan gelip ocağa gidiyorum, Buket diyebildi. Yüzündeki kırmızılığı ve terleri göstermemek için beyaz mendille yanaklarını kapamıştı siliyormuşcasına.
Buket, Kutluay’ın ne olduğunun, neden heyecanlandığının farkındaydı aslında. Kutluay’ın kahverengi gözleri ile Buket’in ele gözlerinin derinliklerinde nasıl kaybolduğunu ve onunda ona karşı hislerinin kök saldığının bilincindeydi. O narin gülüşü ile bahar meltemlerini üfleyen dudaklarından dökülecek kelimeleri cümle kalıplarına yerleştirirken onuda tatlı bir titreme aldı.
Tek kelime etmeden ikiside göz göze donup kaldılar. Mimik yüz ifadeleri, kirbiklerin sık aralıklarla inip çıkması, göz kapaklarının buğulu sıcaklığı, endamlarına düşen nurani güzelliklerdeki mayıs çiçeklerinin envai çeşitlerinin açması, nefeslerini yalayan gül kokularının saflığında kala kaldılar. Kutluay, bakışların büyülü gizeminden uzaklaşmaya çalışırken:
- Hay Allah! Şaşırdım ne diyeceğimi seni birden görünce. İşin yoksa gel birlikte gidelim ocağa. Toplantımız var. Okulumuzdaki kız arkadaşlarımızın başkanı Tülay’da gelecek toplantıya. Arkadaşlarımdan müsade alır, sende katılırsın toplantımıza.
Buket’te Kutluay’ın bu sözlerinden cesaretlenerek:
- Eğer çok özel değilse toplantısınız, ben de katılabilirim. İşimde yok bugün...
- Tamam, haydi öyleyse marş marş ocağa... Mutlulukla gülümsüyordu Kutluay.
- Çok hızlı yürümeyeceksin ama! Senin kıvrak adımlarına yetişemem ben. Dün ayağım burkulmuştu okulda. Gereksizce ökçesi biraz yüksek ayakkabı giymiştim. Ne olacaksa? Neredeyse bileğim kırılacaktı. Bereket yanımdaki arkadaşıma yaslandım düşerkende de az incinmeyle atlattım tehlikeyi. Aşkam evde iyice pansuman yaptık ılık suyla. Şimdi rahatım yavaş yürürsen? Aslında çok hızlı yürürüm. Bak şu ayağımın incinmesi geçince beni göreceksin nasıl kıvrak adımlarla seni geçtiğimi, dedi.
- Tamam, sana ayak uyduracağım. Zorlanırsan yaslanabilirsin bana, dedi Kutluay.
Buket, şaşkınlıkla Kutluay’ın yüzüne bakarken:
- Olmaz! İftira atmak için bizi gözetleyenler olabilir. Ben böyle giderim sen bana adımlarını uydurarak...
- Peki, öyle olsun bakalım!
Kaldırımda aheste aheste yanyana ilerliyorlardı. Buket azıcık kısaydı Kutluay’dan. Omuzlarını keçiyordu Buket’in başı. İpeksi saçları rüzgarın esintisinde sallandıkça Kutluay’ın omuzlarını vuruyor, sağ elinin parmak uçlarıda çeketine dokunuyordu. Kutluay, tuhaflaşan duygularına hakim olmaya çalışıyordu. Birbirlerine öylesine yakışmışlardı ki; Kutluay’ı tanımayanlar nişanlı, evli çift sanacaklardı. İçten konuşmaları, birbirlerine samimi bakışları ıhlamur yapraklarını okşayan yağmurun mis kokularını yüklüyordu asil yüreklerine. Gelecek günlere gebeydi fırtınanın geleceği...
Buket’in nazlı yürüyüşlerinde ocağa gelindi. İkinci kattaki ocağın merdivenlerinden yukarı çıkarlarken Kutluay:
Buket, toplantıdan sonra acil bir işimiz olmazsa birlikte yemeğe gidelim mi? Yemekten sonrada kahve içmeye gideriz bizim Orhan’ın mekanına. Ne dersin bu teklifime?
- Başkanım çok yoruldum ocağa gelesiye kadar. Hayır diyemiyeceğim bu teklifine, derken gözleri gözlerindeydi Kutluay’ın.
- Tamam anlaştık. Günün yorgunluğunu çıkartırız. Hele şu toplantımız hayırlısı ile bitsinde...
Salonun kapısını açıp içeri girdiklerinde gençlerin hepsi ayağa kalıkıp hazır ol vaziyetinde başkanlarını karşıladılar.
Kutluay Alparslan Gazi’nin edası ile:
- Selamün aleyküm arkadaşlar. Nasılsınız?
Gençlerin hep birlikte gür sesleri gökyüzünü delercesine:
- Aleyküm selam başkanım. Hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Sağolun, Allah’a hamd olsun iyiyiz! dediler hepsi birden.
- Sizlerde hoş geldiniz. Buyurun oturun. Toplantımız var yönetimdeki arkadaşlarımızla. Bize müsade içeri geçelim, diyerek yönetim kurulu odasına girdi Buket’le birlikte.
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
7 Ağustos 2015 Cuma 00.15 Lahey