Pal ve Ço
"Haydi palyaço olalım." dediğinde, saatlerden beri sol yanımda oturduğunu unutmuş gibi irkildim. Demek ki konuşmuyorduk ve ben düşünüyordum. Ne düşünüyordum? Sahi, bunu hatırlamıyorum. Önemi yok. Hem zaten biz saatlerce hiç konuşmadan otururduk ve ben düşünürdüm ki bunlar çoğunlukla önemsiz şeylerdi. Mesela kulaklı orman baykuşunun ismini nerede duyduğumu ve isminin çok komik olduğunu düşünürdüm. Ya da bir palyaço olup... Palyaço olmak! Jale bunu söylediğinde beynimin kıvrımlarında kısa, zayıf elektriklenmelerle gelip geçen düşüncenin alev alıp mideme çöktüğünü... Hayır. Sanırım bir düşünce mideye çökemez ama bazen düşününce benim midem sancır. O gün de sancımıştı. Hem demek ki Jale de düşünüyordu. Ne düşünüyordum ki, elbette düşünecekti. Hem de benim kadar sıkılıyordu.
Sabahları sıkıcı işlerimize gidiyorduk, hatırlamak için fazla sıkıcı işlerdi, akşamları kanepede oturuyor ve demek ki düşünüyorduk. Biraz korkaktık. Hem bu çok belliydi ki, insanlarla pek az zorunluk kalıplar dışında hiç konuşmuyorduk, birbirimizle de.
Nasıl tanıştığımızı bile hatırlamakta zorlanıyorum bazen. O benimle tanışmıştı, evet. Bir bardaydım ve yalnızdım. Göbeğim masamla aramda dikkate değer bir mesafe yaratıyordu. Yalnız masayla değil, bir insanla arama bin yıllık kaygılar sığdıracak kadar büyüktü. Demek ki bu yüzden kaçıyordum insanlardan. Tanrım!
Jale, sarhoştu ve adımları yeryüzüne değmiyordu, düşmek üzere masama tutunana kadar onu fark etmemiştim. Yanımdan geçerken tanrının gülünç bir oyunu yüzünden benim masama mı rastlamıştı, yoksa benim için mi geliyordu? Bunu ona hiç sormadım. Dediğim gibi, pek konuşmazdık. O gece de, kendiliğinden masama oturduğunda hiç konuşmamıştık. Kalp atışlarım, gergin sessizliği önleyecek kadar güçlüydü, bakışlarımızın arkasını dolduran bir gerilim müziği gibi. Sonra... Hatırlamıyorum. Birçok şeyi unutabiliyorum ve bu muazzam bir yetenek.
Palyaço olma fikrinden bahsettiği gece, tamam, dedim. Birbirimizden ayrı ayrı ve aynı şeyi düşünmenin rahatlığında, yine fazla konuşmamıza gerek yoktu. İki buçuk saatlik hazırlığımızdan sonra aynanın ötesinde kimliksiz ve yabancı iki insan vardı. Bedenlerinin eski sahiplerinden daha gerçek duruyorlardı ve... cesur!
Bayan Pal ve Bay Ço böyle doğmuşlardı.
İsimlerimiz yaratıcı değildi ama bunun için üzülmüyorduk. Pal ve Ço’nun yaratıcı olmaya ya da takdir edilmeye ihtiyaçları yoktu. Dışarı çıktı. Sadece çıktık...
Pal ve Ço yeni kimliklerini çok çabuk kazandılar. Pal ve Ço olduğumuzda sesimiz kendiliğinden değişiyor, duruşumuz dikleşiyor, adımlarımız seri ve neşeli bir tempoyla diziliyordu. Hem de konuşuyorduk. Tanrım! Çok fazla konuşuyorduk, birbirimizle ve herkesle. Bir bara gidiyor, yalnız oturan insanların masalarına ve hayatlarına davetsizce sokuluyorduk.
İnsanlar Pal ve Ço’yu seviyorlardı. Çokça arkadaşları olmuştu. Barlarda yabancı insanların ısmarladıkları içkilerle sarhoş oluyor, geceleri onarın evlerine gidiyorlardı. Dünya onlara zarar vermeye çalışan yabancı bir yer değildi.
Pazartesiden cumaya sıkıcı işlerinde çalışan basit insanlardık. Cuma geceleri Pal ve Ço’ya düşünüyor, pazartesi gün doğumuna kadar onların hayatlarını yaşıyorduk.
Pal zamanla yeni kostümler almaya başladı. Bunların çoğu derin dekolteleriyle, mini eteklerle Pal’ın dişiliğini sergiliyorlardı. "Bizim saklayacak hiçbir şeyimiz yok ki Ço, sen de o kocaman ve sevimli göbeğini saklamaktan vazgeç." diyordu. Barlarda erkeklerin kulaklarına yaklaşıp müstehcen fıkralar anlatıyordu. İnsanların gözü önünde sevişmek istiyor, bedeninin bastırılmamışlığında tüm dürtülerine aç ve arzulu istekleriyle benim de başımı döndürüyordu.
Zamanla Pal sıradan bir gecenin ortasında belirecek kadar güçlenmişti. Hafta içi herhangi bir akşam Jale, Pal’ın sesiyle konuşmaya başlıyor, Pal ve Ço olarak tanıştığımız insanlardan ve başka önemsiz şeylerden bahsediyordu. Pal’ın varlığı kısa sürüyordu ama ürkütücüydü. Bazen uyurken ortaya çıkıyordu. Sıradan, ağır bir uykunun içinde Pal, huzursuzca uyanıyor ve şortumu çıkartıyordu. Benim uyanmamı beklemeksizin onu üzerimde buluyordum, korkunç inlemeleriyle ona eşlik ediyordum. "Kendini bana bırak Ço, sana zarar vermeyeceğim." diyordu. Doğruyu söylemeliyim ki bazen bütün bu çılgınlıklar beni korkutuyordu.
Zaman geçtikçe arzuları güçlenmeye ve onları gerçekleştirmek için sabrı azalmaya başlamıştı. Jale olarak sürdürdüğü hayatla olan bağı zayıflamıştı. Çok zaman işe gitmek istemiyor, gittiğinde de bir yolunu bulup erkenden çıkıyor ve akşama kadar Allah’ın belası şehirde neler yaptığını bilmiyordum. Bu lanet oyuna bir son vermek istiyordum.
Bir çarşamba günü evde tüm makyajı ve gerçekliğiyle Pal ile karşılaşıncaya kadar çok geç kaldığımın farkında değildim. Jale işten izin alıp eve gelmiş ve zamansızca dönüşmüştü. Bu zamansız dönüşümün midemdeki etkileri korkunç sancılara yol açmıştı. Hiçbir söylemeden banyoya gidip kustum. Pal sürekli konuşuyordu:
"Beni gördüğüne şaşırdın mı sevgilim? Haydi... Şimdi hasta olmanın sırası değil. Ço’yu ver bana ve seviş benimle. Bundan sonra hep bu neşeli ve seksi kadını göreceksin. Jale’yi öldürdüm, biliyor musun? Bütün kıyafetlerini yaktım ve iş yerine de onun istifa ettiğini söyledim. Şimdi sıra sende. Hadi ama. Ço’nun koca göbeğinin üzerinde zıplamak istiyorum."
Banyodan çıktıktan sonra O’na bakmamaya çalışarak hızlıca yatak odasına yöneldim. Lanet olsun! Kadın susmuyordu. Konuşuyordu ve yatak odasının kapısını açtım ve... Yatakta çırılçıplak uyuyan adamı gördüğümde karnımın içinde onlarca atom bombasının patladığını sanıyordum. Pal hemen ardımdaydı ve gözlerine baktım; Jale’ye, Jale olduğunu sandığım şeylere baktım. Konuşamıyordum. Oysa Pal hiç susmuyordu:
"Ah! Üzgünüm Ço. Bunu tahmin ettiğini sanıyordum, açıkçası böyle dehşete düşmüş görünmene çok şaşırdım. Bu ilk değil ki. Seni sevdiğimi biliyorsun Ço ama Pal kimsenin kadını olamaz. Biliyorsun, Pal ve Ço özgürler."
"Ben Ço değilim, Allah kahretsin! Ve bugün çarşamba, Jale, bugün çarşamba!"
"Jale artık yok ki, Ço. Sevineceğini sanmıştım. Oysa..."
Pal’ın çenesinin sağ yanına çıkarttığım yumruk onun sesini kesmişti. Yerdeydi ve ağlak, iğrenç bir sesle inliyordu. Açılan eteğinin altında iç çamaşırı yoktu.
"Gel buraya Pal. Gel buraya, iyileştireceğim seni."
Onu yatak odasının dışına taşırken, bunca patırtıya uyanmayan çıplak adamın nefes almadığını fark ettim.
"Sen ne yaptın Pal’cığım? Sen ne yaptın?"
"Yapma Ço. Pal özgür bir insan. İstediği her şeyi yapabilir."
Pal’ı yerde bırakıp pantolonumu çıkarttım.
"Hayır Ço. Bana bu şekilde sahip olamazsın. Önce makyajını yapmalı ve bana sevecen davranmalısın."
"Kes sesini Pal!" Kollarını iki yana bastırdım ve Pal’ın vahşi dudaklarını öptüm ve... içindeydim. Kuru. Sıcak. Ve inlemeleri beni iğrendiriyordu.
"Ses çıkartma Pal. Sakin ol. Biz özgür insanlarız ve ben seni gerçekten özgürleştireceğim."
Sağ elim ince boğazını kavramak için yeterliydi. İniltileri, hırıltılı seslere dönüşürken artık bir Jazz müziği gibi ölüme yakındı.
"Sakin ol Pal..."
Sonra tamamen sustu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.