- 563 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
MECBURİYET (EDEBİ METİN)
Mecbur muydun beni sevmeye?
Tanrıdan diledim bu kadar dilek
O yarin yüzünü bir daha görek
Bize kısmet değil dizine yatmak
Dizine yatıpta yüzüne bakmak
.............................
Gözlerinde ayrılığın kara gölgesi ibadete durmuştu sanki. Yüreğimde açan baharları hicvederek.
Ölmek bu kadar zor muydu gözlerinde? Yaşamak bu kadar kolay mıydı kollarında?
Ne gidebiliyordu ayaklarım. Ne kalabiliyordu yüreğim. Ben hiç böyle çaresiz kalmadım. Böyle hiç savrulmadım zalim kaderin gam yüklü rüzgarlarında...
Sana sarılmak ne kadar zorsa, senden ayrılmak o kadar işkence bana.
Zindana girsem güneşe keserdi, mezara girsem cennete dönerdi, sensizliğin ağusundan bu kahbe Dünya...
Mecbur muydun beni sevmeye? Mecbur muydun ismimi terennüm etmeye? Mecbur muydun bana yarim demeye?
Mecburiyet nedir ki? Alışkanlığın diğer adı değil midir Allah aşkına?
Hiç o yonca falını tutmaz olsaydın bozkırın ortasından yürürken sonsuzluğa. "Seviyor" çıkınca hiç kızarmasaydı yüzün. İndiripte gözlerini yere, gözbebeklerinle gözlerime kaçamak bakışlarla bakmaz olsaydın.
Mecburiyet var mıydı? Her gelişimde o şehre beni karşılamaya. Çocuksu sevinç parıltılarıyla yüklü gözlerinle beni yakmaya. Bana kahvaaltılar hazırlamaya. Şarkılar söylemeye ve ud çalmaya mecburiyet var mıydı?
Mecbur muydun gün batarken ne düşünüyorsun diye sormaya. Acılarını anlatmaya. Ağlamaya. Yine akşam oluyor içime, hüzün çöktü, kalk gidelim demeye, mecbur muydun Allah aşkına!
Mecburiyet nerde ki? Bir imbatta, üşüyorum ısıt beni dediğin yerde mi? O kırmızı gülü saçımın kenarına iliştirir misin demekte mi? İlk defa ellerini tuttuğumda ne kadar sıcak ellerin var diyerek omuzuma yaslanmakta mı mecburiyet?
Yoksa Atilla İlhan’ın "Ben sana mecburum..." şiirini okurken sana, bu nakaratı benimle, coşkuyla, gözlerimin içine baka baka tekrarlamakta mı mecburiyet...
Biliyorduk başlarken aslında Tanrı’nın bizi, birbirimize yazmadığını. Kavuşmayacağımızı biliyorduk. Ama yine de kesişti yollarımız bir yerlerde. Mecbur kaldık birbirimizi sevmeye...
Mecbur kaldık ya birbirimizi sevmeye, yine bir mecburiyet masalıyla koptuk birbirimizden, acımadan bize.
Sen ve ben olduk çaresizce.
Bizi, mecburiyetin kurbanı ettik, gerçeklerinin en acımasızına. Yani yanlızlığımıza. Yani gururumuza.
Yani geçmişimizin, gelecekte ki yansımalarına mecbur kıldık bizi, hiç acımadan bize...
Kürre-i arz da
Bir top elmaydı aşkımızın masalı
Gökkuşaklarının altında
Sevda yüklü yağmurlarla
Yaşandı kara gözlerinde
Ilık bir ilk yaz akşamında
Uzaklarda
Çok uzaklarda
İhanetin gözlerinde ki
Şahmerandan bir asa
Korkularımın ay ışığında
Yakamozlar çizerdi
Delikanlı kaçışlarıma
Gurbet
Saklandığı yerden çıkacak bir gün
Ben hüznümü
Bir yaşlı bahçevanın küfesinde saklayacağım
Daha nice şebboylu baharlar gelip geçecek
Beyaz yapraklarında günahlarımı aklayacağım
Bir gri bulutun üstünde
Yokladın ya beni bu mavi gurbet akşamında
Bulamadın ya aradığın ihaneti aşkımda
Düş kırıklığına gebe o sonsuz çağlayan
Dindi mi damıtıpta gerçeği
Muhteşem demiştin ya/bu ne ihtişam
Mahcuplaştı gözlerimden akan her damla yaş
Onlar billurdan damlasıydı ve yaşardı
Hicransız sabahları
Ama bu adam sensiz hep ayyaş
Yüklenmiş gidiyor sonsuza
En masum
Günahları...