DOĞANIN KANUNU MU?
Sabahın ışıkları hafif esintiyle, aydınlatma için ufukta acele ediyordu. Şık parıltısını dünyaya salmak, satmak parıltısıyla çabalıyordu. Güneş doğmaya, karanlık dağılmaya gayret gösteriyordu. Fakat ne güneş ve karanlık birbirini sevmiyordu. Doğa gündüz ve geceyle kendini yeniliyordu. Tek nüne geçip, dünyanın ışık görmesini engelliyordu. Bazen de güneş aynı işi yapıyor, ayın dünyadan görünmesini engelliyordu. Bunlara da Güneş ve ay tutulması deniliyor.
İnsanlar uyanmış, ya da uyuyamamışlardı. Tan ağarmadan çıkmışlardı dışarıya. Tan atınca motorlu taşıtlar uykusuzca homurdanıp birer beşer çalışmışlar, rın, rın, diye boğulur gibi sesler çıkartıyorlardı. Mümkün olduğunca klaksiyon sesini çıkarmıyordu. Motorlu araçlar şehire ses vermek, katkı sağlamak, gürültü sunarak, gazını işlenmiş olarak salıyordu cadde ve sokakların yollarına. Kocaman katlı apartmanlar boyunları bükük neşesiz görünüyordu. Daha uyanamamışlardı.
Sabahları yataktan kalkmak, yeni güne başlamak zordu. İşine erken gidecek olanlar kahvaltısını yapamadığı için yakındaki simitçiye uğrayıp simit peynir alıyorlardı. Bir araya toplanıp, durakta buluşuyorlardı. Aperatif, çabuk, ayaküstü yiyim gelişiyordu. Bir an önce, çabucak yemek yeme insanları obez yapıyordu. Önceden evlerde çorba kaynatılırdı. Şimdi evlerin değil, pastahanelerin ocakları yanıyor, tembelliğe çanak tutuyorlardı. Geç saatlere kadar oturup uykusunu alamayan çalışanlar, işine yetişmek için yürümede bile acele etmek zorundaydılar. Servislerin saatleri belliydi.
Yemede içmede, düzenli beslenmede eşi çalışmayanlar daha şanslıydı. Eşi erken kalkıp çay demleyip, kahvaltılık malzemeleri koyarak, eşinin kahvaltı yapmasını sağlıyordu. Zaman zaman da çorba pişirerek değişiklik yapıyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.