Küller- II
“Niye böyle olduğunu hiç anlamıyorum gerçekten. Önceden böyle değildi.”
“Hayır; kandırma kendini. Her zaman böyleydi. Sadece korkuyordun.”
“Korkmuyordum!”
“Hala korkuyorsun. Aynaya baktığında gördüğün kişiden korkuyorsun. Kalbin ellerinden yüzlerce derece daha soğuk, niye kabullenemiyorsun artık bunu?”
“…”
“Hadi ama, susacak mısın! Yüzleşmeyi öğrenmen gerek.”
“Daha kaç kişiyi kaybedebilirim bilmiyorum. Yani, biliyorsun işte.. Anlatmama gerek yok defalarca. Ağır geliyor bazen. Etrafımdaki insanlara bakıyorum, ve Tanrım! Ah, gerçekten hissediyorlar değil mi?”
“Öyle tahmin ediyorum. Çok aptallar. Yanlış soruları soruyorlar. Yanlış şeylerle uğraşıyorlar.”
“Bir ben miyim dünyanın sonunu merak eden gerçekten merak ediyorum.”
“Aptal olma, tabiî ki değilsin. Sadece pencereler farklı. Senin gördüğün gibi göremezler. Eğri oturup doğru konuşalım; sen de onlar gibi göremezsin. Zaten, insanı insan yapan, özel kılan da bu değil midir; farklı açılardan olayları ele alması.”
“Tabiî ki de değildir. ‘Her insan özeldir’ saçmalığına inandığını söyleme lütfen, laf salatasından başka bir şey değil. Tamamen insanların egolarını tatmin etme amaçlı kurdukları basit ve sahte bir avuntu. İnsanı özel yapan hiçbir şey yok.”
“İnsanlara anlat.”
“Hayır, anlamayacaklar. Herkesleştirilmeye çalışıldım ve işin en acısı da kendimi herkesleştirmeye zorladım. Ve bak ne oldu, elimde patladı. Daha fazla bu saçmalıklarla uğraşacak gücüm yok. Kendimi başka insanlara karşı zorlamak istemiyorum.”
“Belki de sebebi ihtiyaç duymamandır. Yani demek istediğim şu, belki de kalbin yumuşamıştır?”
“Kabul etmesi zor fakat gerçekten böyle.”
“Daha fazla insana ihtiyacın yok.
“Hayır, yok. Güvende hissediyorum.”
“Peki ya küller?”
“Küller.. Bedenimden önce hayatım kül olmuştu. Fakat topladım. Toplamama yardım etti.”
“Kısa bir zaman önce, bir çingenenin dediği şeyi hatırlıyor musun peki?”
“Hiç çıkmıyor aklımdan. Sorgulayıp duruyorum öyle mi diye. Belki de gülümseyerek kendimi kandırıyorum.”
“Gerçekten buldun mu mutluluğu?”
“Elimden gelenin en iyisi bu. Daha fazlasını veremez, daha fazlasına sahip olamam. Tanrının bana verebileceği maksimum kapasite bu.”
“Hala inanıyorsun değil mi bir aptal gibi?
“Neye, Tanrı’ya mı? Elbette inanıyorum. Çok fazla tesadüfle karşılaştım. Gökyüzünden aşağı düşen bir yağmur damlasıydım ve tozla karışıp yok olmadan önce buharlaşıp gökyüzüne ulaştım.”
“Ne demek şimdi bu? Bu aptal metafor da neyin nesi?”
“Ruhum ölmek üzereyken antibiyotik buldum demek. Hepsi bu.”
“Umutlu gördüm seni, ruhunun yüzüne renk gelmiş. Çok yükseklerde uçuyorsun, umarım düşmezsin.”
“Umarım düşmem..”
“…”
“Peki sen, hep olacak mısın içimde bir yerlerde?”
“Tatlım, üç çocuk sahibi 45 yaşında bir kadın bile olsan her kendine baktığında beni hatırlayacaksın.”
“Bu fikir seni mutlu ediyor gibi gözüküyor.”
“Ediyor, yıllar önce dediğin gibi, tüm bu olan bitenler, her yalnız olduğunda aklına gelmem, senin ‘küçük tatlı intiharın’. ”
“Git artık. Başımı ağrıtıyorsun.”
“Yine geleceğimi biliyorsun.”
“Biliyorum. Umarım bir dahakine ruhum tekrar kül olmuş olmaz.”
“Umarım bir dahakine bedenin kül olmuş olmaz. ‘Tatlı rüyalar’. “
“İşte bu beni gülümsetti. Mutlu rüyalar.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.