- 1114 Okunma
- 14 Yorum
- 2 Beğeni
NURTEEEEN KOOOŞ II.BÖLÜM-E TABİİ Kİ BİR KAMİL OĞUZ MANGIRCIKOĞLU HİKAYESİ.
Yok böyle olmayacak. Daha önceki bölümde sadece Sarımsaklı maceralarını anlattığım Kamil Oğuz Mangırcıkoğlu’nun hikayesine en baştan başlamak lazım.
Efendim, sene 1954. Yani güzel Yurdumun başkentinde benim gibi bir nevcivanın doğduğu yıllar. İşte o yıllarda daha Kütahya’nın pınarlarının harlemeye başlamadığı bir mevsimde bu şiirin ilimizde şirinlik kelimesinin ş harfiyle bile uzak yakın hiç bir ilişkisi olmayan bir bebek dünyaya geldi. Tabii ki o yıllarda öyle bebeklere babaları tarafından isim verilmiyor. Ya ne oluyor? Hani var ya herkesi korkuttuğu için Dede Korkut denen bir pir-i fani, hah işte o koyuyor. Yani isim koyuyor, yanlış anlaşılmasın.
Bu çocuğa da doğal olarak Dede Korkut’un koyması gerekiyordu ( İsmini elbette ) Dolayısıyla Dede Korkut çağrıldı.
Hastaneden içeri giren Dede Korkut, bir kundak içinde kucağına verilen nesneyi görünce şiddetli bir çığlık attı.
-Ulan bu ne? Yüz yıldır bu milleti korkuturum, ben bile böyle korkunç bir şey görmedim. Resmen kıl yumağı bu yahuuu.
Bebeğin babası teaccüble boynunu büktü. ( Yani mahcubiyetle boynunu büktü)
-Aman dedem gözünün yağını yiyeyim.Eline ayağına düştüm. Evlat işte, atsan atılmıyor, satsan satılmıyor. Şuna bir isim ver de çağırdığımızda o isimle çağıralım.
Dede Korkut, içi ürpererekten bebeğe bir daha baktı. ‘’Buna ne isim koyayım yahu. Bu resmen kabus’’ dedi. Allahtan bebeğin babası uyanık adamdı. Dede Korkut’un ‘’Kabus’’unu anında Oğuz’a çevirdi ve bağırdı.
-Duydunuz işte. Dede Korkut oğluma Oğuz adını verdi.
Dede Korkut her ne kadar ‘’ Oğuz değil, kabus’’ diye yırtınsa da bebeğin anne ve babası öyle çok ses çıkardılar ki ‘’Oğuz’’ diye, bebeğin adı karambolden Oğuz oldu.
Oğuz bebek ( Artık ne kadar bebek denirse) anne ve babasının kollarında evlerine geldi. E tabii ki konu komşu, akraba, tallukat, artık her kim varsa o civarda, bu yeni doğan bebeği görmek, kundağına bir çeyrek altın takmak için eve akın ettiler. Akın etmesine ettiler ya Oğuz’u görünce ‘’ Abi al bunu buralardan götür. Mesela Eskişehir’e götür. Orası kalabalıktır. O kalabalığın içinde fark edilmez. Eğer götürürsen bir değil iki çeyrek takarız’’ deyince adamcağız çaresiz evladını bağrına basarak Eskişehir’e göç eyledi.
Oğuz çok kısa zamanda büyüdü. O büyümesin de ben mi büyüyeyim? Her gün iki Montafon ineğinin bütün sütünü tek başına içiyor, kümesteki elli Legorn cinsi tavuğun yumurtasını tek başına yiyordu. Mahallelerindeki fırınlardan biri sadece Oğuz için çalışıyordu. O derece yani.
Derken efendim Oğuz da her çocuk gibi yaşı geldiği için okula yazdırıldı. ( Bu kısımda babasının onu normal bir ilkokula kaydettirebilmek için çektiği sıkıntıları anlatmayacağım.) Sınıfında Nurten adında güzel mi güzel bir kız vardı ve Oğuz işte bu kızı gördüğü anda zaten yarım olan aklı daha da uçtu.
Harfleri zar zor öğrendi lakin sıra fişlere gelince arıza başladı.
Mesela fişte ‘’ Işık, ılık süt iç ‘’ yazıyor. Oğuz bunu ‘’ Nurten ılık süt iç’’ diye okuyor. Öğretmen ‘’Nurten değil, Işık’’ deyince de ‘’ Işık zıkkımın kökünü içsin. Sütü de Nurten içsin’’ diye cevap veriyordu.
Mesela ‘’Emel eve gel’’i o ‘’ Nurten eve gel’’ diye okuyordu. Öğretmen ‘’ Nurten değil, Emel’’ dediğinde ‘’ Emel’i n’aapıyım ya. O altına işiyor.’’ Diye cevap veriyordu sanki aynı haltı kendisi yapmıyormuş gibi.
En çok da ‘’ Oya okula koş’’ şeklindeki fişi sevmişti. Kollarını açıyor ve bağırıyordu ‘’ Nurten Koooşşş.’’ Yani anlayacağınız bu ‘’Nurten koooşşş’’ sendromu onda taa ilk okul yıllarında oluşmuş bir rahatsızlıktı.
Nurten kızıyordu Oğuz’a ‘’ İnsan biraz kibar olur. Ne o öyle emir verir gibi yok efendim ılık süt iç, yok efendim eve gel, yok efendim koş. Burada senin kölen mi var angut’’ diye fena halde paylıyordu Oğuz’u ama Oğuz yine de’’İpek ip atla’’ yerine ‘’Nurten ip atla’’ diyordu her ne kadar favorisi ‘’Nurteen Kooşşş’’ olsa da.
Bir gün ‘’Ali ata bak’’ yerine ‘’ Nurten ata bak.’’ Deyince kızılca kıyamet koptu. ‘’ Elalemin atına ne diye bakayım ayol? Ben seyis miyim? ’’ diyen Nurten beslenme çantasını olanca hızıyla Oğuz’un kafasına indirince Oğuz’un kalan bir kaç miligram aklı da dağıldı.
İk okulu zar zor bitiren Oğuz ortaokula başladığında artık beslenme sorunu yaşamaya başlamıştı. Yedikleri ona yetmediği için komşularının bahçelerine dalıp lahananadan turpa, yer elmasından pırasaya ne varsa çalmaya başladı. Tabii meyve de çalıyordu. Öyle ki onun yüzünden bahçelerde elma, armut, kiraz, erik diye bir meyve görmek mümkün olamıyordu. Ya o değil de bir gün sen tut Eskişehir’in meşhur lületaşını beyaz peynir san. Onu aşır. Ondan sonra da peynir niyetine hiç istifini bozmadan katır katır ye..Katır dedim de, o yıllarda birden bire ortadan kaybolan katırları da onun yediği rivayet edilir.
Bu çalma hastalığı karşısında babası baktı ki olacak gibi değil Oğuz’a bir gitar aldı ve ‘’ Bari bunu çalsın namussuz’’ dedi.
Gitarı eline aldığı andan itibaren Oğuz’da çok az da olsa normallleşme emareleri görülmeye başladı. En azından artık bahçelerden bir şey çalmıyor, onun yerine gitar çalmaya uğraşıyordu.
Şimdi Oğuzdan bahsettiğime göre bir taraftan gitar, bir taraftan okul, öte taraftan da tabii ki Nurten olunca orta okulu ancak yirmi yaşında bitirebildiğini söylememe gerek yok.
Yirmi yaşına geldiğinde artık ünlü bir gitaristti ve ünlü şarkıcıların arkasında çalmaya başlamıştı. Az bir şey şöhreti bulunca da doğal olarak havalara girdi. Mesela gıcık olduğu bir şarkıcı sahnede diyelim ki ‘’ Tuti-i mucize gûyem’’ şarkısını okuyacak. Bizimki başlıyordu ‘ Amanın kelle kelle, altını üstünü yelle’’ ye. Bu yüzden pek çok müzikholden kovulsa da iş bulma konusunda sıkıntı çekmiyordu.
Evet...Ünlü şarkıcılara çalıyordu ama o özellikle de dansözlerin kraliçesi Özcan Tekkül’ün arkasından çalmaya bayılıyordu. Yani laf aramızda Özcan Tekkül de Özcan Tekkül’dü hani. Ben diyeyim fıstıklı lokum, Oğuz desin kaymaklı ekmek kadayıfı. Siz haddinizi bilin bir şey demeyin. Burada abileriniz var. Ayıp...
Mesela o günlerin meşhur sloganı ‘’Domates salça, bu ne biçim kalça’’ bizimki tarafından Özcan Tekkül için bestelenmiş bir şarkının sadece bir mısraı idi.
Ya sapık işte..Ben boşuna mı sapık diyorum.
Yirmi yaşına geldiğinde bir taraftan böyle gece kulüplerinde, mizikhollerde gitar çalarken bir taraftan da okula devam ediyordu. Okul dediysem orta okul tabii ki. Sonunda okul idaresi bıktı ondan. ‘’Biraz da Lise hocaları uğraşsın ‘’ diyerek diplomayı verdiler eline.
O liseye başladığı yıllarda Nurten Üniversiteyi bitirmek üzereydi. Oğuz’un her ne kadar gözü Özcan Tekkül’ün kalçalarında kalsa da gönlü hep ‘’ Nurteeen Koşşş’’ diyordu. Çocuklukla ilgili pek çok şeyi unutsa da ‘’Nurteeen Koşşş’’u unutmamıştı. Öyle ki diğer delikanlılar ağaçlara, okul sıralarına kalp çizip içine sevgililerin ve kendi adlarının baş harflerini çizerken o kalp çiziyor, içine ‘’Nurteennn Koşşş’’ yazıyordu. Bu sapıklığı yüzünden de oldukça fazla dayak yedi hocalardan. Disiplin kuruluna gidip gelmekten ayaklarında su kabarcıkları oluştu. Hatta rehberlik ve psikolojik danışma servisi defalarca en modern kliniklerde psikolojik tedaviye aldılar onu ama vaz geçmedi.
Oğuz yirmi beş yaşına geldiğinde okula oldukça genç, karizmatik ve yakışıklı bir Tarih Öğretmeni atandı. Oğuzla aynı yaşta olan bu öğretmen kısa zamanda tüm öğrencilerin sevgilisi olmuştu. Bütün öğrencilerin sorunlarıyla oldukça yakından ilgilenen bu öğretmen baktı ki okulun en sorunlu öğrencisi Oğuz, onu aldı karşısına.
-Bak Oğuz. Seni çok sevdim. Evet manyağın önde gidenisin. Bir hayli sapıklıkların da olmuş duyduğum kadarıyla ama ne bileyim sende şeytan tüyü var sanırım.
-Tüy değil onlar hocam kıl.
-Biliyorum. Ben de farkındayım lakin ‘’Şeytan kılı’’ diye bir tabir olmadığı için ‘’Şeytan tüyü’’ diyorum. Neyse...Her şeye rağmen sevdim seni. Bak ne diyeceğim. Benim babamın adı Kamildir. Bundan sonra senin adın da Kamil olsun.
Oğuz saf saf baktı öğretmenine. ‘’ Ne alaka? ‘’ diye sormak aklının ucundan bile geçmedi. Sadece ‘’ Öyle diyorsan öyle olsun hacı’’ demekle yetindi. Artık bizim Oğuz Mangırcıkoğlu, Kamil Oğuz Mangırcıkoğlu olmuştu.
Bu çok çok yakışıklı ve karizmatik öğretmen Kamil’e okusun da adam olsun diye mesela Anna Karenina, Vadideki Zambak, Sefiller, Drina Köprüsü gibi romanlar veriyordu ama Kamil Fırıncının Kızı, Anjelik Aşkı öğretiyor, Emmanuella gibi erotik kitaplardan başını kaldırmıyordu. Eeee o da haklıdı aslında çünkü 25 yaş civarlarındaydı ve artık büluğa ermişti. Yani artık evlenme çağı gelmişti. Evet..Evlenme çağı gelmişti ama Kamil’in babası yer yüzündeki hiç bir masumenin günahını almak istemiyordu. Yine de bir soru beynini kurcalayıp duruyordu. Acaba oğlunun bir sevdiği var mıydı? Bunu öğrenmenin tek yolu elbette sormaktı. Oğlunu karşına aldı ve sordu.
-Söyle bana oğlum. Bir sevdiğin var mı?
Kamil’in gözleri parladı.
-Akşama kuzu çevirme mi var? Baba bak ölümü öp. Bana kötü bir şaka yapmıyorsun di mi?
Babası esefle başını salladı.
-Yemek olarak değil oğlum.
-Haa anladım ayran diyorsun.
İlginçtir ki o kadar gece kulüplerinde çalıştığı halde asla ağzına alkol almamıştı. ‘’Milli içeceğimiz ayrandır’’ derdi de başka bir şey demezdi. Hatta bu yüzden adı ‘’ Ağzı açık ayran delisi’’ ne çıkmıştı ama aldırış etmiyordu böyle lakaplara.
Babası dayanamadı.
-Oğlum , içecek de değil. Senin sevdiğin bir insan yok mu?
Kamil belki bir harçlık koparırım umuduyla:
-Olmaz mı baba? Seni çok seviyorum mesela.
Babası daha da öfkelendi.
-Lan angut. Anlasana. Aşık olduğun biri yok mu?
Kamil cevap verdi:
-Haaaa...Onu diyorsun. Olmaz mı? Nurten var.
-Hangi Nurten?
-Nurteeen Koşşşş.
-Soyadı Koş mu bu kızın? Ne acayip soyadıymış bu.
-Soyadı koş değil ama ben ona hep ‘’Nurteeen Koooşşş’’ diyorum.
-Neden?
-Manyaklık parayla mı?
-Doğru sen de haklısın. Eee bu bahtı kara nerede yaşıyor?
-Eskişehir’de. Yani burada yaşıyor. Baba ya. Bana onu alsana.
-Ulan eşşek sıpası. Manavdan karpuz mu alıyorsun? Hem bakalım o da sana aşık mı?
-Elbette aşık.
-Sana? Pardon ama bu kız normal mi?
-Tabii ki normal ya...Aynen Sophia Loren’e benziyor.
-Hem Sophia Loren’e benziyor, hem de sana aşık. Olamaz. Eşyanın tabiatına aykırı bir durum. Öyle bir kızı -kendisi istese bile, ki hiç sanmıyorum- sana vermezler.
-Verirler.
BAKALIM GÖRECEĞİZ . Bir bölüm daha yazarsam tabii ki ))))))))))))))
YORUMLAR
sami biberoğulları
selam ve sevgilerimle.
Hocam çok güzel bir yazı okudum hani böylesi yazıya hasret kalmışız tebessüm ettim yine Kemal beyi çok güzel anlatmışsınız ikinci bölüm olursa dahada güzel olacak ve bütün gerçekleri öğrenmiş olacağız kaleminize sağlık saygılarımla
sami biberoğulları
Öncelikle çok teşekkür ederim.
Yazının devamı olacak. Bu gece inşallah. İlgine tekrar teşekkür ederim
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Bu aşırı sıcaklardan ben de adeta kaçamak yapıyorum. Maalesef yazı okuyamıyorum, arkadaş yorumlarına bile günler sonra cevap verebiliyorum. Sıcaklar oldukça rahatsız ediyor beni.
Kemal Bey'e gelince: Ona vurmayım da kime vurayım. ( Şakacıktan tabii ki :D)
Selam ve sevgilerimle.
sonunda geldiler, modern aşıklar, aşıklar derken yanlış anlaşılmasın, elinde sazla atışan aşıklar :))) siz kemal hocamla siz olmasanız, gündemin ve gündelik hayatın boğuk halinden kurtulamayacağız hocam. elinize sağlık.
ha bir de şu nurten hanımı koşturmayın artık. kadıncağız yoruldu. :)
sami biberoğulları
Arada olan Nurten Hanıma olsa da bu çileli hayatı maalesef kendi seçmiş )))Yapabileceğim bir şey yok.
Selam ve sevgilerimle.
Kıymetli hocam
Tevekkeli değil dil bilgisi kurallarını yazım inceliklerini çok iyi biliyor.Yirmi yaşına kadar orta okulda okursa gayet normal o zaman gerçi okuduğu kitapların, yazısı az resimleri bol ama genede eğitici bir tarafı varmış demek ki)))
Çok keyifli gidiyor yazı bakalım devamı olacak mı? Umarım olur bu sayede kim bilir daha neler öğreneceğiz neler
Kaleminize dostluğunuza sağlık
Saygı sevgilerimle
sami biberoğulları
Çift dikişin de her zaman faydası olmuştur))))))))
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Harikaydı..
Sabah sabah epey güldüm.
Kemal Abi'nin hikayeside iyi gidiyor hani.
Bakalım diğer bölümlerde neler yazacaksınız..
Saygılarımla :)
sami biberoğulları
Şaka bir yana benim için de keyif..Bu arada siz değerli dostların da böyle teşvikleri olduğu sürece ben daha çoook bölümler yazarım. Böyle malzemem var elimde kaçar mı?)))))
Selam ve sevgilerimle
Hımmm!...
Kemal Hoca'mın,
gecenin 04.00 ünde bilgisayar karşısına dikilip,
çatır çatır hikaye kaleme alışının sebebini şimdi daha iyi anlıyorum.
Adamcağızı resmen haşat etmişsin hocam.
Ancak,
zaten solunum problemleri var,
bu kadar seri vurma da,
gariban az buçuk nefeslensin.
Hikaye çok hoş olmuş.
Onunki ile seninki bir noktada kesişse gerçekten güzel olurdu valla.
Artık güreş arenası Ayvalık'ta mı, Korkuteli'nde mi kurulurdu bilemem valla.
Bildiğim,
seyre gelenin çok olacağıdır.
Eline sağlık diyorum hocam.
Güzeldi.
sami biberoğulları
Atalarımız ''Kemal azapta gerek'' demişler...Pardon şeytandı o sanırım. Amaaan, ha Kemal, ha şeytan )))))))))))))
Onun hikayesi ile benim hikaye bir noktada kesişir mi bilemiyorum. O altıncı bölümde bitirecekmiş. Ben daha yeni başladım )))))))
Selam ve sevgilerimle.
Merhaba Ben Sami Hocaya bakmıştım. Hocam burası sizin sayfa değil mi. Kemal Bey yan blokta oturuyor sanırım. Hay Allah çok kafam karıştı. Yazarları birbirine karıştırdım. Bölümü yarın okuyacağım inşallah.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Hocam, debbag sevdiği deriyi yerden yere vururmuş...
Fakat siz daha beter etmişsiniz...
İlham ettiren bu durumu hak etmiş midir, tabii siz bilirsiniz...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Daha yapacaklarımın yarısı aklımda bile değil. Dur sen )))))))))
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
İlgine çok teşekkürler.
Selam ve sevgilerimle.