30
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2082
Okunma
Harran´a geldiğimizde rehberlerimiz; "sakın çocuklara para vermeyin" diyerek bizleri uyarmıştı. Başa çıkamazsınız çok fazla çocuk var" dediler.
Güneşten yanmış kapkara yüzlü küçücük çocuklar sardılar etrafımızı, adeta hepsi Harran´da dilenci olmuşlar.
"Abi para versene..." diyerek peşimizden geldiler. Ben biraz onlara güler yüz gösterince "heh tamam bu ağbi para verecek " dediler belki de. Lakin, hakikaten bu olacak gibi değildi.
"Abi, hadi be abi, şeker alcaz..."
Bunları duyunca benim içim "cız " etti. Kimine adını sordum, kimine yaşını, kimine de;" çok güzelsin" dedim. Fatma daha beş yaşında. Hepsinin yüzlerindeki o tebessüm dolu, ürkek bakışları beni etkiledi. Harran´da sanki acı bir çığlık gibi yükselen o sesleri;
" Ağbi kitap alcaz, hadi be agbi, kalem alcaz. "
Ezberlemişler bunları. Tabii ki yaptıkları duygu sömürüsüydü. Fakat ne acı, o çocukların günahı değildi bu, onlar masum. Fakirlik işte, kaderleri diyelim uzatmadan ama onların o halleri bana dokundu. Aileleri tarafından ihtiyaçları karşılansaydı, kimseye el açmadan yaşamalarını isterdim. Bunu hen de çok isterdim. İçime oturdu o garip halleri.
Sıcaktı çok, yanıyordu her yer. Harran Ovası´na uzanan o yokluk... Ünüversite binasının harebelerinde dolaştık. Sonra yanları açık, kara bir çadırın altındaydık, genç birkaç delikanlı örtü ve benzeri tekstil eşyaları satıyordu. Bir de buzdolabı vardı, içecek meşrubat da satıyorlardı. Ben bir kola içtim. Parasını verecektim. Delikanlı; "ağbi ta nerelerden gelmişsiniz. O da bizden olsun, para almam" dedi. Nasıl oldum. "olur mu, sizler burada öyle bedava mı dağıtacaksınız" dedim. Yok ağbi almam dedi. Ben o kolanın parasını veremedim. O kadar temiz yürekli insanlar. Fakirler belki ama yürekleri zengin.
Daha sonra Harran evlerinin birinde öğle yemeği yiyecektik, ben o ara biraz guruptan ayrıldım.
Çocuklardan ikisi benim arkamdan geldiler. Yine para istiyorlardı. Çebimden çıkardım
birkaç milyonluklar vardı. Bakın dedim; " orada Fatma diye bir kız vardı, onu tanıyor musunuz? Beş yaşında, küçük bir kız" içlerinden biri, "evet ağbi tanıyoruz, o bizim akrabamız zaten" dedi. " O zaman bu parayı ona vereceksiniz. Alın bunlar da size" dedim. Sevindiler. Daha sonra onlarla sohbet ettim. "Burada bakkal yok mu?" dedim. Bakkalı gösterdiler bana. Bakkalın penceresi yoktu, yalnız bir kapısı vardı.
"Açık değil mi dedim. "
"Çağırınca açıyorlar, bakkalın sahibi bu evde oturuyor" dediler.
Sonra kürtçe bağırarak çağırdılar. Bir bayan çıktı dışarı, konuştular. Ben bir şey anlamadım. O ara benim gitmem gerekiyordu. Bakkala giremedik. Merakım da içimde kaldı.
Misafir olduğumuz evi gezdik. Çok ilginçti öyle o evlerin içi çok serindi. Otantik... O atmosferde geçirdiğimiz o birkaç saat çok hoşuma gitti.
Harran evlerinde çay içtik, mırra kahvesi, karpuz ve peynir, bir de açmalar vardı, öyle kahvaltı yaptık öğle yemeğinde.
Harran´da geçirdiğimiz o gün, orada yaşadıklarım beni çok etkiledi. Yokluğun insanları ne hale getirdiğine şahit oldum. İhtiyar bir amcayı fotoğraf çekmiştim, o da; "bir bahşiş" diyordu.
Sanki bir ağıt söyleniyordu
Sesizlikte Harran Ovası’na baktım
Harabeler...
Toz ve kurak topraklar
Bir de o masum çocukların sesi kulaklarımda
"Ağbi şeker alcaz... Para versene..."
...
Fikret Şimşek