- 684 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yörükbaşı
Yörük başı ; anaların , genç kızların,o mahir ellerinden çıkan, harika motiflerle bezeli Yörük çadırlarının arasında, heybetiyle durmuş. Uzağa; gözlerinin görebildiği en uzak noktaya bakmış. “ Evet,” demiş. Güzellikler, iyilikler, ora dan da ileride olmalı.”
Yürürken karıncalar korkmazmış, yeşil çimen bile incinmezmiş, adilmiş obasında. Onun için oymağın anaları ağız birliği etmiş, gelmiş;
” Oymağımıza baş ol, Yörük başımız ol!”demişler. Öksüzlerin başında şefkatini bırakan, yaşlıların son günlerinde onlara yarenlik yapar, güçsüze ; karasabanın ardında güçmüş tarlalarda. Yörük başı varmış artık oymağın başında.
Boş zamanlarında doru atı onu alır ağaçların arasından, götürür, yeşilin o en koyu renklerine.
Dağların ötesinden, ovalardan gelen uğultular sormuş ak saçlı, nurlu sakallarını sıvazlayan kılıç ustasına;
“Ah oğul ne zamandır bu soruyu sormanı beklerim. Zalim kralın ovalara dağlara serdiği ahlardır, feryatlardır…”
Yörük Başı hiddetle;
“Ben ki güçsüze güç, yetime aş, mazluma yürek oldum obamda, benim dünyam büyük emmi… Diğer obalar, dağlar da kurtulmalı.”
Oymağın demirci ustası; yüz yıllardır alın terine duaları da katarak dövdüğü çift oluklu kartal başlı kılınca mazlumların gözyaşlarından biriktirdiği suyunu da vermiş. Son çekicini vurduğu kartal başlı çift oluklu kılıcı uzatıp:
“ Kılıç ; yiğidini gözlerdi. ” Demiş. “ Bu öyle bir kılıç ki, çelikten çelik, keskinden keskin. Hiçbir baş onun önünde eğilmeden kılıç kınına girmesin.” Demiş.
O oymağın bütün kahrını sırtında taşıyan ak saçlı anası;
” Ustanın kılıncı belinde oğul, belliki artık o ağırlığı sırtlanmışsın. Oğul cesaretin, adaletin, metanetin tamam, artık insanoğlunun tarih boyu yenemediği ihanetlerin, kötülüklerin zulmün temsili zorba kıralı yenecek güçtesin. Fakat o savaşın kesin galibi olmak istiyorsan, tilkinin kurnazlığını, aslanın kükremesini var git al.” Demiş.
Yörük başı doru atına binmiş. Oymağın kadınlarının bütün göz nuru , el emeği ile kirman edip dokuduğu , o çiçeklere bezeli yün habeyi anası uzatırken.
“ Hadi oğul, var git, savaşın galibinin ardında mazlumların duaları olacak. Bilesin!” demiş.
Vurmuş gitmiş ormana. Karanlık koyu gölgelerini ağaçlara basarken anca varmış tikinin yanına .
Kurnaz tilki ; “ Sen kimsin ne istersin “ demiş.
Yörükbaşı; “ Senden ödünç almaya geldim. Ya uracağım kelleni, yada soyun bakalım kurnazlığını.”
Kartal başlı kılıç kınından şimşek gibi çıkmış . Yandaki koca meşe bir vuruşla yere serilmiş. Titreyen tilki bütün cesaretinden soyunmuş, ağlamaklı sesle;
“ Al,” demiş “kurnazlığımı.”
Kurnazlığı alan yörük başı, kıldan heybesine koymuş kartal başlı çift oluklu kılınıcını kınına sokmuş . Bir nara atmış,,, vurmuş gitmiş karanlığa. Karanlık bile irkilmiş atılan naradan. Toprak atının nallarının altında sallanmış, karanlık sabaha doğru kaçmış, sabah öğle sıcağına doğru . Yörük başı ormanın arka yerine; insanoğlunun korkudan giremediği gizemine; kükreme kralının topraklarına kadar yürümüş.
Ne şato varmış, ne de mermerden dantel örgülü bir saray. Ağaç dallarını kükreten bir korku sarmış etrafı. Yürük başı kartal başlı çift oluklu kılıcını kınından çekmiş, iki ağaç boyu gölgenin ötesinde duran aslana doğru yürümüş. Attığı her adımda toprak sallanmış, çevredeki ağaçlar saygıyla eğilmiş.
Aslan Yörük başının korkusuzluğunu kaslarında hissetmiş. Ses tonunu kontrol etmekte zorlanarak titrek;
“ Kimin ülkesindesin biliyor musun” demiş.
Yörük başı akıncı beyi ;
“Kükremeni verir misin, yoksa ben mi gelip alayım. ” demiş.
Aslan geri adım dahi atamamış, olduğu yere yığılmış kalmış. Barışın en ağır şartlarını imzalayan komutan edasıyla ;
“ Tamam.” demiş. “İstediğini al, ama ne olur ormandaki canlıların bu olaydan haberi olmasın. “ demiş.
Kükremeyi de koymuş akıncı beyi heybesine.
“Ana, “demiş. “ istediklerini aldım .”
Ana;
“ Oğul” demiş. “Yağız atlara binmiş yiğitler gözünü bekler, bekler anaların gözyaşlarının yıkamadığı zulüm kalaları… Hadi var git yolun açık ola. Bilin dualarımız kalplerinizin köşelerin de her zaman. Avuçlarımız gözyaşlarımızı taşır., oğul.”
Doru at şaha kalkmış, at kişnemelerine oba yiğitlerinin naraları karışmış, At sürmüşler yıldırım hızını gerilerinde bırakarak… Gönül koymuşlar zafere.
Surlar eğilmiş bükülmüş, yıkılmaz kale, alınmaz burç çalınmaz kapı, diz çökmüş Yörük başının önünde. Yağız delikanlılarıyla vurup at sürmüş zulüm kralının ülkesine.
Kral ; hainlerine haber salmış, Sırlar sırdaşlarda kalmış., ihanet Yörük başının yakınına bile yaklaşamamış.
Uzaktan gelen uğultular ülke mazlumlarının dua mırıldanmalarına karışarak büyümüş. Ölüm; zulmün altında ezilerek kalınan ağır mermer sarayın duvarlarına çarpmış. Minik çatlaklardan içeriye sızan sözcükler sarayın sütunlarına dolanmış.
Yörük başına birşey yapamamış.
Kral ; karlı, geçilmez dağların tepelerindeki korku dolu bekleşen gözcülerine haber salmış.
“ Gözlerinizi karanlıkta bile kırpmayın.” demiş.
Krallığının sınırlarını geçen at kişnemelerine heyecanını katmış. Sarayın süslemelerine koyduğu gururu, kibri de yanına alarak, altın varaklarıyla bezeli salonuna anlı , şanlı şövalyelerini de çağırtmış. Düşlerini, duygularını hatta akıllarını aldıkları, çaldıkları rakkaseler oynamış , içkilerden iğrençlik tüm masalarına dolanmış.
Zalim Kral;
“ Şövalyelerim ; Eğer yaşamın sizin için her zaman böyle devam etmesini istiyorsanız, evlerin, çadırların üzerlerindeki korku gölgelerimizin sürmesi gerek. Korkusuzluğunuza sarılın. Bir avuç çapulcu zulmün burçlarına saldırmak üzere.”
Zulüm şövalyeleri, mazlum gariplerin kanlarının damladığı kınlarından kılıçlarını çekip “Vira” demişler. Birlikte ırz, kan , kin gözlüğünü takınmış , çelik zırhlarının şakırtılarını gururlarıyla örten o kendini beğenmiş şövalyeler.
Atlarına binerken kendilerince ölümsüz zırhlarını kendileri bile taşıyamıyorlarmış. Atlar, kamburlaşmış, yer çökmüş,…
Korkuyu gözlerine giyen gözcülerin.
“Ordu göründü.” demesiyle gözden kaybolmalarının ardından. İki ordu karşılıklı saf tutmuş. Bir yanda altın armalı, yalan, kin, nefret, kan sarmalı , kral armadalı bir ordu. Diğer yanda, mert civan mert, yağız delikanlıların, acılar, göz yaşları, ezilmelere karşı saf tutmuş, “Artık yeter.” diyen , ardında binlerce, milyonlarca evlerden duaların yükseldiği gök bayraklı yıldız sancaklı bir ordu.
Aslan kükremesi yeri göğü tutmuş. Yörük başının kükremesiyle atlar donmuş kalmış. Korku; köhnemiş suratlı şövalyelerinin iliklerini korku sarmış, akıllarını başlarından almış. Kartal başlı kılıcın çift oluğuna çarpan Güneş ışığı öyle parlamış ki; gökkuşağı renkleri savaş meydanındaki atların üzengilerinin hatta dizginlerinin rengini değiştirmiş. Kan kokusunu alamayan leş kargaları, sırtlarındaki korkunun ağırlığının bacaklarını titretmesi ile geri dönüş yolunu tutmuşlar.
Artık savaş alanında savaşacak ne bir şövalye kalmış ne de namlı şövalyelerinin gururunu kibrini saran kral.
Kaçan kralın ardında hazineleri, hanımı, altın saçlı gözü yaşlı kızı, hatta en sevdiği kara kedisi bile
Kükremiş akıncı beyi;
“ Kaçınılan zamanın kralı; fare deliği bile seni kabul etmez. Başındaki tacın senin değil artık. Ayakkabıların bile seni istediği yere götürmez. Zalim atalarının topraklarının kralı değilsin artık. Ülken bile yok.” Demiş.
Kralın kulaklarını kızartmış ses . Atının dizginlerini çekmiş durmuş düşünmüş. Namlı şövalyelerine bağıracak olmuş arkalarından, öylece susmuş kalmış. Kendi dönecek olmuş ;
“ Ne ağlayan bir hatun, ne de yalvaran bir kedi bırakmışım ardımda. Ünlü demirci ustamın su giydirdiği çelik kılıcım hala kınımda. Bırak savaşçı bir Kral, o ustaya çırak bile olamazmışım.”
Artık sarayındaki ne altın tabakları varmış, soytarılık yapan soytarısı bile yokmuş. Nede tarihe bıraktığı bir adı.
Savaşamamanın ağırlığı da üzerine çökmüş. Ulaşılamayacak sandığı derin karanlık bir kovuğa saklanmış.
“ Artık bana, ne çift oluklu kartal başlı kılıç yetişebilir, nede aç sefil bıraktığım ayaklar. Karanlık ruhumun adıdır. Bura dada mutlu yaşar.”
Yörük başı kala zindanlarındaki demir parmaklıkları kırmış, içeride prangalarını taşıyamayacak kadar takatsizlere;
“ Hadi gün yüzü sizlerin artık.” Demiş.
Yüz yıllardır duvarlarda kalan kan izlerine, demir halkalara düğümlenmiş canhıraş çığlıklara da;
“ Bugün hesap günüdür! Vurun gidin intikamınıza !!! “ demiş.
Çığlıklar yıkılan demir parmaklıklardan geçerek gözlerinin unuttuğu gün yüzünü yakalamak için duvarlara tutunarak yürümeye çalışanların arasından prangalarla indirildikleri o loş dehlizleri son hızla geçmişler, yeraltına inen merdivenleri yukarı doğru tırmanarak kala burçlarından şehir yaşayanlarının buruk sevinçleri arasından bildikleri yöne, dağlara doğru uçup gitmişler.
Ülkede sevinçle dökülen gözyaşlarına saklandığı kovuğunda yakalanmış kral…
Kral duyduğu çığlıklardan korkup mağaranın koyu karanlıklarına doğru kaçarken, peşindeki feryatlar, çığlıklar mağaranın duvarlarından kayarak karanlık gecelerin sonuncusunu yakalamaya, krala doğru atılmışlar. Dipsiz mağarada zülüm kıralı çıldırmış cesetlerle karanlığın en koyularına kaçarken, anılarının intikamı hep arkasındaymış.
Kral elinde sıkıca tuttuğu o anlamsız metal tacın kayalara çarparak fırlamasına, karanlığa karışmasına, ayaklarına takılmasına kadar kaçmış . Mağaranın duvarlarına yalayarak kor intikamın en acımasız haykırışları olan çığlıklar; kralın çıldıran bedenine namert bir ölüm gibi yapışmışlar.
Yörük beyi; “ Ana artık sen ve diğer analar ağlamayacak.”
Ses dağları aşmış geri dönemeyen o çığlıkların feryatların anılarına, mağaranın bir karanlık köşesinde kralın onursuz cesedinin hemen yanı başında rastlamış.
Korku; savaşamamanın acısını bile unutturmuş şerefsizliğini kalbine gömerek ölmüş gitmiş.
O surlarda dolanan vahşi savaş naraları da toprağın altına taş duvarlarla birlikte gömülmüş. Ovayı yedi gül verenler, nergisler, yemyeşil çimenler kuşatmış.
Ova ilk olduğu günlerine, gerçek yaşamına barışa savrulmuş.
hOça 2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.