- 554 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANLAŞABİLENLER AYNI DUYGULARI PAYLAŞABİLENLERDİR
20 Temmuz Pazartetesi günü Türkiye bir bomba ile bir kez daha derinden sarsıldı...
Şimdi aklınızı başınıza toplama zamanı! Benim naçizane çözümlemem şu: Ülkemiz hızla Pakistan’ın içine düşürüldüğü duruma itilmekte. Hızla bir iç savaş girdabı içine çekiliyor! Ülkemizde neoliberal barbarlık biçiminde yeniden formatlanan devlet yapılanması ve işleyişine “muhalif” olan herkesin bundan böyle en masumane tepki ve tutumlar sırasında bile insanlık dışı bir terör ve vahşetin hedefi haline gelebileceğinin mesajını veriyor.
Suruç’ta Amara Kültür Merkezi’nde yapılan basın açıklaması sırasında patlatılan bir canlı bomba 32 yurttaşımızın ölümüne, 100’den fazla kişinin de yaralanmasına yol açtı.
Ölenler ve yaralananlar, Kobane’ye yardım için gitmek isteyen Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) ve onun gençlik derneği üyesi, çoğu üniversite öğrencileriydi. Ölenler arasında 7 Haziran Seçimleri’nde HDP’nin Bursa milletvekili adaylarından Metin Kılıç’ın eşi, HDP Parti Meclisi Üyesi Ferdane Kılıç ve oğlu Nartan Kılıç da vardı.
Olay, vicdanı olan herkesi büyük bir acıya boğdu. Başka insanların mutluluğu için bir şeyler yapma çabasındaki gençler, kendisinden başka hiçbir kimliğe, inanca, düşünceye tahammülü olmayanlarca yok edilmişti. Bu saldırı aslında farklı kimlik ve inançların birlikteliğine, barışa, kardeşliğe yönelik bir saldırı idi. Farklılıkları bir araya getiren, onların birlikte siyaset yapmasını ve eşit biçimde bir arada yaşamasını savunan HDP’ye yönelik bir saldırıydı aynı zamanda.
Saldırı sonrasında ne yazık ki yine bölündük. Vicdan sahibi, ırkçılığı değil barışı, kardeşliği savunanlar katliamı ve onu gerçekleştiren IŞİD çetesini, işbirlikçilerini lanetlediler. IŞİD’e karşı mücadele vermeyen, hatta yakın zamana kadar ona destek veren iktidarı eleştirdiler. Ne yazık ki bazı vicdan yoksunları terbiyesizliklerini “oh olmuş, keşke daha çok ölseydi” demeye kadar götürebildiler. Sırf solcuların, Kürtlerin karşısında olmak için IŞİD katillerine destek verdiler, bombacıya rahmet dilediler.
Siyaset dünyasında da bu bölünme açıkça ortaya çıktı. Hükümet ve Cumhurbaşkanı açıkça IŞİD’e karşı çıkmak yerine “terör nereden gelirse gelsin” söylemiyle yetindiler, sanki nereden geldiği belli değilmiş gibi. Ne yas ilan edildi ne de Cumhurbaşkanımız yurtdışı gezisini kesme ihtiyacı duydu. Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın sözleri ise iktidar kanadındaki akıl tutulmasını açıkça ortaya seriyordu.
Bülent Arınç “orada HDP’liler neden yoktu?” diyebildi. Tüm ülke, istihbaratçı ve polis kaynayan Suruç’ta IŞİD bombacısının oraya nasıl girebildiğini sorgularken, sayın Arınç’ın derdi neden daha fazla HDP’linin orada olmadığı ve ölmediğiydi. Ölenlerin hemen hepsinin bir şekilde HDP ile ilişkili kişiler olduğu da gözardı edilmeye çalışıldı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin söylemi de onlardan farklı değildi. Kobani’ye yardım için Suruç’a giden gençler için “orada ne işleri varmış, Türkiye’de yardım edilecek yer mi yok” sözleri ile hem ırkçılık bir kez daha dile getirilmiş, hem de katliama kendilerince bir “haklılık” yaratılmış oluyordu.
Ne yazık ki ölümler bununla bitmedi. Önceki gün Adıyaman’da TSK ile PKK arasındaki çatışmada bir asker yaşamını yitirdi. Dün de, tam Suruç kurbanları uğurlanırken Şanlıurfa’da iki polis memuru öldürüldü. Olayı PKK’ye bağlı HPG üstlenerek polislerin IŞİD’e yardım ettikleri için cezalandırıldığı bildirildi.
Suruç olayında AKP ve MHP yöneticilerinin kullandığı dilin tersine, Demirtaş bu olayın ardından yaptığı açıklama ile barış ve sağduyu mesajı verdi. “Polis ve asker de bu halkın çocukları, ailelerine başsağlığı diliyorum, artık kimse ölmesin, kan kanla yıkanmaz” diyerek acıları yarıştırmadığını ve her türlü şiddete karşı olduğunu belirtti.
Herkes barış istediğini söylüyor ama barış ancak kimseyi ötekileştirmeden, nefret dili değil barış dilini kullanarak, başkalarının da acıları paylaşıldığında gerçekleşebilir. Ölüleri "bizden", "onlardan" diye ayırarak barış sağlanamaz.
Benim acıma gülen biriyle kardeş olmam mümkün değil.
Kaçınılmaz olarak yaşananlar kapitalist emperyalist buhran süreçlerinin bir devamı. Bunun arkasında sadece Türkiye’nin içindeki ekonomik, siyasal, kültürel ve ideolojik saflaşmalar ve kutuplaşmalar yok. Bu gidişin nesnel zeminini oluşturan çelişkiler yumağı ağırlıklı olarak elbette Türkiye içinde. Ancak bunlar aynı zamanda bölgesel süreç ve gelişmelerle de fazlasıyla iç içe geçmiş durumda. “İç” ve “dış” kökenli olanlar karşılıklı olarak birbirlerini etkileyip derinleştirerek, üst üste binip yığılarak gitgide büyüyen ve hızlanan bir kartopu oluşturuyorlar. Hangi etnik, dinsel, cinsel kimliğe sahip olursa olsun, hangi sınırlar içinde kalan bir “muhalif kimliğe” sahip olursa olsun bu ceberut düzene ve miadı dolmuş iktidarına karşı olan bütün kesimler, aralarında güç ve eylem birliği yaparak, işçilerin, emekçilerin ve halkların kendisini korumasının koşullarını bir an önce örülmeye başlanmalıdır.
Mevlana’nın dediği gibi “aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir"
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.