- 1804 Okunma
- 16 Yorum
- 3 Beğeni
Hayatın kıyısında iki küçük can
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Efendim!... Bombaların patlatıldığı, gencecik vatan evlatlarının boşu boşuna öldürüldüğü, anaların-babaların yüreklerine kor ateşlerin yağdığı, günahsız ve masum genç polislerimizin katil ellerce şehit edildiği karanlık günlerden geçmekteyiz yine. Birileri, bir yerlerden düğmeye bastı ; oluk oluk kan akmaya başladı yeniden cennet yurdumuzun mazlum coğrafyalarında.
Ne demeli? Allah, ıslah eylesin azgınları, yolundan şaşıranları. Ölen gençlerin ardında bıraktığı sevenlerine de sabır diliyorum. O iki genç emniyet görevlimiz için ise, tek kelime ile söyleyecek söz bulamıyorum. Allah, rahmet etsin, mekanları aydınlık olsun. Gönlümüzü gamlı, gözümüzü yaşlı bırakıp gittiler. Diliyorum, o tetiği çeken eller de, çok kısa bir zaman zarfında aynı akıbete uğrarlar.
Şimdi, enteresan bir fotoğrafın altına düşürdüğümüz bu iki paragraf, şüphesiz oldukça tezat bir tablonun oluşmasına neden oldu. ’Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ diyordur içinizden birileri eminim. ’Tropikal bitkileri havasındaki bu enteresan ağacın dalı üzerine tünemiş acayip şekil de ne ola ki?’ Hemen izah edeyim efendim.
Ha!... Belki de, ’Bu ne saçma fotoğraf’ diye söylenenleriniz de olmuştur bu arada. ’Bu güzelim defter sayfasına da hiç yakışmamış hani.’ diye de geçiyordur aklınızın bir köşesinden. Ufaktan ufağa, alaycı tebessümler de gelip yerleşmiştir şimdi dudağınızın bir kenarına. Ben bilmem mi sizi?
Eeee!... Yaş atmışa merdiven dayamış, kilo desen doksanlarda seyretmekte ise, ve de yerden yaklaşık yedi metre kadar yükseklikte, üzerinde bir kart maymun misali sekmekte olduğunuz ağaç dalından sevimsiz çatırdama sesleri gelmeye başlamış ise, fotoğrafı ancak bu kadar çekilebiliyorsunuz, olayın sanat boyutuna pek inemiyorsunuz. Sıkıysa inmeye çalışın. Bu inişin sonu, aşağıdaki üzeri yeşil yosunla kaplanmış, içinde kurbağaların seyri sefer ettiği bulanık su birikintisi olabilir.
Ramazan ayını, hayırlısı ile serin serin tamamladık. Yaz mevsiminin ortalarına denk gelmesine rağmen, çok zorlamadı bizi oruç, hoş bir akışla geçti gitti mübarek günler. Bayramla beraber, sıcaklar da sökün etti coğrafyamıza; yörenin kaçınılmaz realitesi rutubet ile el ele verince de, gerçekten dayanılmaz bir atmosfer oluşturdu, gündüzün her saatinde sığınacak bir gölge arar oldu insanlar resmen. (Gerçi Karadeniz’de gölge de işe yaramıyor ya.)
Önceki gün, telefonumu unutmuşum evde işe gelirken. Aslında telefonla muhabbet etmeyi hiç sevmeyen, hele de bu akıllı telefonlardan şiddetle uzak duran bir insanım ama, işim gereği bol bol fotoğraf çekmem gerektiğinden, yüksek megapiksel kamerası olan bir akıllı telefon sahibi olma mecburiyeti doğdu ister istemez. Bu arada, biliyorsunuz ki bizim evde bir önemli misafirimiz var on üç gündür. (Bizim ilk torun.) Annesinin ve anneannesinin kesin direktifi var, ne olur ne olmaz diye telefonun yanımda olması gerekiyor daima.
Neyse... Lafı uzattık yine. Bir arkadaşın telefonundan bizim oğlanı aradım, ’Bisikletine atla, acele benim telefonu getir; durumu annene çaktırma, boşu boşuna akşama fırça yemeyelim’ diye de sıkıca tembihledim. İş ile ev arası iki buçuk km kadar zaten. Çok uzak değil aradaki mesafe. Şantiyemiz, Trabzon-Samsun kara yoluna bitişik. İnşaat alanına giriş yasak olduğundan, yola çıktım oğlanı karşılamak için. Yol kenarına dizilmiş kavak, akasya, incir ve daha bir çok ağacın gölgelerine sığınmış, hem doğanın güzelliğini, hem de önümden hızla akıp giden trafiğin çeşitliliğini seyrediyorum. Başında bareti, sırtında açık sarı iş elbisesi ile manzara seyreden adam, onların da ilgisini çekmiştir muhakkak.
Öyle amaçsızca sağa sola bakınırken, akasyaların sık dalları arkasına saklanmış, koyu yeşil ve yayvan yaprakları arasından sarkan iri, siyah ve üzüm salkımı andıran meyveleri ile tanıdık bir ağaç dikkatimi çekti. Karadeniz Bölgesinin meşhur Karayemiş’i. Ya da diğer adı ile TAFLAN. Bu yıl, çiçek dökme zamanında düşen sis nedeni ile, sahil kesimlerdeki ağaçlar pek meyveye duramadılar. Ancak görüne o ki, kendini insanlardan saklamayı başarabilen bu bereketli ağacın dallarını dolduran siyah salkımları oluşturan çiçekler, hiç de öyle etkilenmişe benzemiyorlar bu doğa olayından. Zamansız çöreklenen pustan da kendini, çiçeklerini korumayı başarabilmiş.
Tam da toplanma mevsimindeyiz meyvenin. Her Karadenizlinin, memleketini çok özlediğini tarifleyen önemli ve ortak bir soru cümlesi vardır. Temmuz ayının ikinci yarısında, dünyanın dört bir tarafından akıp gelir o soru cümleciği bu coğrafyada yaşayanların kulağına.
’Karayemişler oldu mu?’
Her şeye, her sıkıntıya, her özleme, her acıya katlanılır da, Karayemişlerin olgunlaşma döneminde memlekette olamamanın acısına asla katlanılamaz nedense. Bir de denizden yeni yeni çıkan Hamsi’nin...
Oğlan telefonu getirince, ilk işim şantiyenin emektar mühendisi Orhan Bey’i aramak oldu.
’Orhan Bey!’
’Buyur Şefim!’
’Sana enteresan bir sorum var.’
’Sor!’
’Bu ana yol ile, şantiyemiz arasında kalan alan kime aittir?’
’Orayı kamulaştırdık biz. Devletin malıdır. Yani tüm vatandaşların.’
’Buradaki ağaçların meyvesini yersek, haram yemiş olur muyuz?’
’Ne haramı? İsteyen herkes yiyebilir. Milletin malı onlar. Atalarımızın deyimi ile ’Hayrat’ hepsi.’
’Çok sağ ol!’
’Hayrola yav!.. Neden bu sorular? Oradaki incirlere göz dikti isen, çok sulanma, ben çoktan sahiplendim onları ve sezonlarına daha çok var.’
’Yok!... İncirler senin olsun. Karayemişler bana yeter. Burada karayemiş ağaçları var ve oldukça da bereketli bir sezon geçirmekteler. İşin garibi, hiç kimse varlıklarından haberdar değil.’
’Yok yav!... Nasıl göremedim ben? Topla da getir biraz. Bir ikindi ziyafet çekelim kendimize.’
Durur muyum? Her zaman ceplerimin bir köşesinde bir küçük poşet bulundururum ne olur, ne olmaz diye. Hemen ağacın altına seğirtiyorum. Hiç bir Allah’ın kulu uğramamış, dallar yerlerde deyimi tam anlamını bulmuş burada.
Önce alçak dallardan, daha sonra da küçük irtifalı tırmanışlar yardımı ile elimdeki poşeti meyve ile doldurmaya başlıyorum. Bu arada, gelip geçen arabalar nedeni ile yemişlerin tozlanmasına hiç aldırmıyor, arada bir de mideye indiriyorum bir kaçını.
Kilomuz fazla ya, ağacın genç dallarında öyle kıvrak hareketler sergilemek, genellikle uç kısımlarda yoğunlaşan meyveleri toplamak kolay olmuyor. Birazcık zahmet çektiğimi itiraf etmeliyim.
Efendim, cüssemi taşıyacağından emin olduğum bir dalın üzerine tünemişim, hemen göz istikametinden deniz tarafına uzanan bir dalın yoğun yemiş yükü dikkatimi çekiyor. ’Şu dalı kendime eğebilir, uç kısmına erişebilirsem, oldukça diri ve olgun gözüken meyveler ile poşetimi doldurabilirim.’diye düşünüyorum ve o tarafa doğru hamle yapıyorum.
Tam uzanıp dalı eğeceğim sırada ne göreyim? Küçücük bir kuş yuvası... İçinde de, olan bitenden bi haber, gürültüyle ağacın meyvelerini söğüşleyen bu kaba adamın varlığından asla rahatsız olmayan, oldukça da büyümüş iki serçe yavrusu. Yani, yuvaya ikisi beraber zar zor sığmaktalar. Benim yüzümden yuva zaten yerinden oynamış, biraz daha hareket etsem, her an tutunduğu çataldan kurtularak, aşağıdaki su birikintisine hep beraber yuvarlanıverecekler. Öyle ağızlarını açmış, omuz omuza vermiş, mışıl mışıl uyuyorlar.
Önce ne yapacağımı şaşırdım. Bir süre seyrettim bu güzelliği. O dalın ucundaki bol Karayemiş salkımlarına sahip olmaktan vazgeçtim tabi ki. O an aklıma, olayı fotoğraflamak, Edebiyat Defteri dostları ile paylaşmak geldi. Tam işlemi gerçekleştiriyordum ki, bastığım dalın, tam ana gövdeye birleştiği yerden sevimsiz bir çatırdama sesi ile ayrılmaya başladığını gördüm. Karayemiş odununun zayıf olduğunu ve pek yük taşımadığını biliyorum zaten.
Sonra ne mi oldu? Düşmedim tabi ki o yükseklikten su birikintisinin içine. Düşseydim, şimdi burada, bu klavyenin karşısında değil, yakınımızdaki hastanenin acilinde, kolumun, bacağımın alçıya alındığı operasyonun kucağında olurdum herhalde.
Bastığım dal kırılırken, can havli ile yan tarafa sıçramış, güç bela da olsa tutunmayı başarabilmişim. Böylece, eşe-dosta, çoluğa-çocuğa, defterdeki dostlara rezil olmaktan kurtulmuş olduk. Bu yaşta bile, hala ağaçlara tırmanabildiğimizi de göstermiş olduk. Kime mi? Hem ele güne, hem de kendimize.
Serçe yavrularına gelince;
İnsanların, meyve toplamak için o ağaca gitmelerini engelledim. Zaten ancak bir kaç kişinin haberi olmuştu olaydan. Güzel ve olgun meyvenin membaını soranlara da,’Üzümü ye, bağını sorma’ atasözünü hatırlattım. Kimse zarar versin istemedim yavrulara. Gelişmelerini tamamlasınlar, sorunsuzca uçup gitsinler doğanın kucağına. Sanırım çok zaman almayacak yuvadan ayrılmaları. Yakında itiverir anneleri onları yuvadan aşağıya.
İşte böyle efendim. Sevimsiz günlerin arasına sıkıştırdığımız sevimli bir olay.
Bir tarafta, hayata tutunmaya çalışan iki küçük can, diğer tarafta, din kisvesi, devrim kisvesi, milliyetçilik kisvesi altında, insanları acımasızca öldüren caniler.
Allah, yardımcımız olsun.
Başımız sağ olsun.
Bir tutam hayat-23.07.2015-Trabzon
YORUMLAR
Karayemişin dalı gevrek olur basmaya gelmez diyesim geldi. Hani güzele ulaşmak zordur denir o misal. Karayemişleri görmeniz bence yavru canları fark etmeniz içinmiş adeta. Doğru şiddete katliamlara inat yaşama yaşatma isteği. Her şeye rağmen doğada insanın yeri var.
İyi ki telefonu unutmuşsunuz, iyi ki yol başında beklemeye koyulmuşsunuz. Kaleminize yüreğinize sağlık. Bir avuç ta bize saklasaydınız karayemişten. Sevgiler
Azizim öyle güzel anlatmışsın ki canım taflan çekti. İyi de hayatımda ne bir kez gördüm hatta ne de işittim. Allahtan nette her şey kolay. Girdim, buldum, okudum, öğrendim. Sıra tatmaya geldi, inşallah buluruz bir yerden.
Yine olağanüstü yazmışsın. Kelimeleri kullanman, tasvirlerin hele hele duygularını okura aktarman bir harika.
Kalemine sağlık
Bir tutam hayat
dilerim yolun Doğu Karadeniz'e düşer.
Ve o tarih Temmuzun ikinci yarısının başları olur.
Eğer,
biz buralarda isek,
hem sana güzel bir tatil yaptırırız,
hem de taflan dahil yörenin değişik tatlarını sunarız.
Her zaman,
başımızın üzerinde yerinizin olduğunu biliniz efendim.
Güzel yorumunuza çok teşekkür ediyorum. Sayfamı zenginleştirdiniz.
Hayat işte böyle bir şey.." deyip gelip geçici günlük isyanlarla kabullenmek de var olan bitenleri...
İnsan olmanın dayanılmaz acısıyla ateşlerde yürümek de var bir ömür boyu...
Ömrüne bereket. Duygu dünyan hep artarak büyüsün büysün...
Bir tutam hayat
Artık bir kaç gün düşünürüm bu güzel cümlelerin taşıdığı anlam denizinin derinliklerinde gezinerekten ben.
Keşke,
rüzgarlar hep hüzünlü esmese bu sevimsiz sularda.
Tebessüm sıcaklığı da gönderse hayat güneşi ruhlarımıza.
Çok teşekkür ederim güzel yorumunuz için efendim.
Merhaba BTH, çok garip bir dünyada mı yaşıyoruz yoksa dünyayı garip kılan biz insanoğulları mıyız diye soracak olursak ikinci şık elbette.
Bir yanda dünyadaki insanların acımasızlığından habersiz kuş yavrularını yaşatma telaşı; diğer yanda acımadan hunharca öldürülen insanlar: Bu durumda garip olan dünya mı biz miyiz diye sormak çok abes bir soru olarak havada kalıyor sanırım.
Günlük hayatın içinden ders çıkarıcı kaleminizi kutlarım
selamlar
Bir tutam hayat
bir o kadar da acı bir durum bu aslında.
Keşke hep serçe yavrularını korumakla geçse günlerimiz.
Vatan evlatlarının ölümünü bildiren kahredici haber bültenlerini dinlemekle değil.
Hem güzelliği, hem de acıyı aynı anda yaşamak yoruyor insanı.
Allah,
sonumuzu hayır etsin.
Güzel ve anlamlı yorumunuza çok teşekkür ediyorum efendim.
Karadeniz'in güzel insanı yine karşımızda
Gündelik yaşamın ağır ritminden ağır ağır uzaklaşıyoruz rehberliğinde
Güne düşen yüreği, emeği, kalemi, kelamı selamlıyorum.
Bir tutam hayat
Öyle kurgu hikayeler yazmayı çok becerebildiğimi söyleyemeyeceğim.
Bu nedenledir ki hep Karadeniz'i,
Karadeniz insanını yazıyorum.
Doğduğum, büyüdüğüm, hayata atıldığım ve de bu günlerde de emekliliği yaşadığım yöre burası.
Yazılacak da çok şeyleri var gerçekten.
Umarım sıkmıyordur cümlelerimiz.
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
bugünler "fırsattan istifade muhafazakar kesimi yerden yere vurma" günleri. Kendileri de en benim kadar bu kanlı eylemleri yapanların gerçekten Müslüman olmadıklarını biliyorlar. Ama dedim ya, fırsat bu fırsat. İslam ne kadar yara alsa kardır.
Ben bir insan olarak herkese aynı derecede üzülemiyorum. Mesela teröristle polise, pitbulla yüzü parçalanan çocuğa, balkonda başına kurşun isabet eden çocukla gösteride vurulan çocuğa 'aynı derecede' üzülemiyorum. Üzülüyorum diyeni de samimi bulmam. Mesela ülkeyi bu gerginliğe sürükleyenlerden biri ölüverse vah vah demem. Eminim ki diğerleri de kendi kahramanı ve haini paralelinde benden farklı düşünmüyor. Ama hümanist görünmek çok moda moda bu ara. Sosyal paylaşım sitelerinde yalan yanlış ne varsa paylaşmak, intikam yeminleri etmek, askere dua etmek, teröriste rahmet dilemek...hepsi aynı anda moda; ne kadar ilginç değil mi?
Karayemiş dalı ek yerinden kolayca ayrılabilen ama başka türlü kırılması çok zor bir forma sahiptir. Aynı bizim memleketimiz gibi. Siz de bütün ağırlığınızı dala vermişsiniz. Dal çatırdarsa üzerindeki her şey suya düşer. Kuşlar ölür. Çocuklar gibi. Dalın ek yeri nasıl kuvvetlendirilir hiçbir fikrim yok. Dal kopmalı mı kopmamalı mı diye de bir fikrim yok. Her ne kadar evrimin diğer aşamalarında Darwin'e inanmıyor olsam da doğal seleksiyon durumu bu tip şeyleri gördüğümüzde çok da anlamsız gelmiyor kulağa. Bir kadın sene de sekiz on kere saçına yeni model veriyor, doğa yaratıldığı günden beri aynı kalır mı? Böyle düşününce; yükü taşıyamayacak dal zayıf daldır, kırılsın ki beden güçlensin fikri hiç fantastik görünmüyor.
Bugün Şırnak'tan yola çıkan vatandaş hiç problem yaşamadan Ankara'ya gidebiliyorsa, Ankaradan yola çıkan bir vatandaş Bingöl'e kaç saatte değil...varabilir mi? Havuz kaç günde dolar? Bir ışık yılı kaç dünya yılına eşittir. Cennette her istediğimiz olacaksa cehennemde yanan yakışıklı aktör ya da güzel aktrislerden birini yanımıza almamıza müsaade edecekler mi? insan kötü şeyler düşünmeye başladığında zihnini toparlamanın yolunu nasıl da buluyor görüyor musunuz?
Allah sonumuzu hayretsin. Amin.
Kutluyorum, düşündürdüğünüz ve yazma fırsatını verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
Bir tutam hayat
Her bir cümle,
enine boyuna irdelendiğinde, çok anlamlar çıkıveriyor altından.
Genellikle de insanı sevimsizliğe yönelten durumlar bunlar ancak,
sonuçta bizim hayatımız bu yaşadığımız ve bizim kader yolumuz bu üzerinde yürüdüğümüz.
Mücadele etmek, savaşmak, gayretli olmak gerekli.
Yılgınlığa hiç yer yok bu zor yürüyüşte.
En çok,
değişimin tarif edildiği bölümde verilen örnek dikkatimi çekti.
Ve az buçuk tebessümleri davet etti dudaklarıma.
Hani,
bayanların senede 8-10 kez saçlarının rengini değiştirmesi olayı.
Güzeldi.
Ve,
güzel bir yüreğin feryatları idi okuduğumuz.
Her yönüyle katıldığımız...
Aynur Engindeniz
millet sevgi çiçeği rolü yapabilir, ben yapamam aklımdan geçeni söylemek gibi garip bir şiarım da var. Sizi rahatsız etmek istemezdim. Sevimsiz görünmek uğruna da olsa düşüncelerimi söyledim. Biliyorum ki siz aklı ve vicdanı geniş bir insansınız. Anlayışınız için teşekkür ediyorum.
Bu, insana huzur veren yazı için tekrar teşekkürler.
Yazdığım yorum uçmuş. :(
Bu vesile ile yazınızı bir kez daha okurum.
Can-ı gönülden kutluyorum kaleminizi ve duyarlı yüreğinizi. Bir hayat dersi sunduğunuz keşke ders alması gereken herkes okusa ve nasiplense. Çöreklenmiş nefret ve tüm olumsuz güdüler ile hayatlara son verilirken okunası satırlardı. Ne acı olan biten ne acı çaresizlik muzdarip kılındığımız. hayatın kıyısında ne çok güzellik var oysa görmekten çok uzak iken bizler.
Saygılarımla efendim...
Bir tutam hayat
Sizinle siyasete bakış açımız gerçekten çok farklı.
Ama,
buna rağmen bir çok konuda fikir, duygu birliği sağlayabiliyoruz.
neden insanlarımız da,
bizim sadece kelimelerle sağlayabildiğimiz bu güzelliği keşfedemiyor, yudumlayamıyor, hayatlarına uygulayamıyorlar?
Şaşılacak bir durum gerçekten.
Sanırım samimiyetsizlikten...
İki yüzlülükten...
Çıkar çatışmasından...
Sonumuz hayırlı olsun diyorum.
Hikayeye getirdiğiniz güzel yorum için de çok teşekkür ediyorum.
Sayfayı biraz daha renkli kıldınız efendim.
Sağ olun.
Her gün ölüm haberi duyduğumuz binlerde gencecik fidanların acınmadan hayatlarının çalındığı bir ülkede..
Sizin gibi iki serçe canına değer verenleri görmek ne güzel değerli hocam
size şiirleri okuyarak anlamlı yorumlar yazmanızla hayranlığım vardı zaten
değerli büyüğüm bu dünyada sizin gibiler olsa hayat yaşanır halde olurdu
bu güzel anlamlı yazınız için değerli kaleminizi kutlar saygılarımı sunarım...
Bir tutam hayat
Hoş gelmişsin, safalar getirmişsin sayfamıza.
Aslında,
hala büyük bir zevkle şiirlerinizi okumaktayız ama,
yorum konusundan elimizi ayağımızı çektik bir bukle.
Zira,
sıradan yorumlar yapmak istemedik insanların gönüllerinden kopup gelen güzelliklere.
Gerçek bir yorum da çok zamanını alıyor insanın ve bizim o denli boş vaktimiz yok.
Oysa,
nesre yorum çok daha kolay.
Çok zamanımızı işgal etmiyor defter o durumda.
Bir de şairlik becerisi yok bizde.
sadece okumayı sevmekle de olmuyor hani.
Neyse efendim.
Hikayeye getirdiğiniz güzel ve anlamlı yorum için çok teşekkür ediyorum size.
Bence nesir de yazmalısınız siz.
Bu kalem boş değil.
Ne kadar zıtlıklarla dolu hayat,
Bir canı rahatsız ettim diye pişmanlık,
Öbür tarafta intikamları aldık diye zihniyet..
Tebrik ederim saygılarımla.
Bir tutam hayat
Adınız düşmedi mi yorum köşemize,
bir şeyler eksik kalıyor sanki.
Konuya getirdiğiniz anlamlı yorum için teşekkür ediyorum.
Sağ olun.
İnsanoğlu ulşacağı emeller doğrultusunda kendinden daha küçük gördüğü hayatları heba eder!
Biz onlara insanlık yoksunu vicdansız insan dışı yaratıklar diyoruz, Yazınızın ve hikayenizin manidarlığı o kadar güzel ki, hem vicdanın ve insanlığın yaşadığını anlamak satırlardan hemde naif bir anlatımla yazılmış olan hikayenin içinde kaybolmaktan çok keyif aldım.
O güzel yüreğiniz var olsun efendim.
Saygılarımla
Bir tutam hayat
bu güzel yorum cümleleriniz,
gönlümüzün sesini yansıtan satırlarımızı gerçekten zenginleştirdi, güzelleştirdi.
İnsana,
yazma zevki aşlıyorsunuz, edebiyat sayesinde insanlara ulaşabilme ümitlerini yeşertiyorsunuz.
Ne demeli?
Çok sağ olun, çok var olun efendim.
duyarlı ve anlamlı güzel yazınız okudum kaleminize sağlık tebrikler bırakıyorum
Bir tutam hayat
Şeref verdiniz ziyaretiniz ve güzel yorumunuz ile.
Hani bir ‘an daldan gelen sevimsiz çatırdama sesinden bahsedince dedim eyvah! Her halde Gökhan hocam hastahane odasın da kaleme aldı bu yazıyı ama çok şükür hemen sonra ki satırlarda durum açığa kavuştu.
Harika vurgulamışsınz hayatı. Küçücük serçe yuvasına zarar gelmesinden endişe eden kocaman olgun bir yüreğin olduğu bu dünyada, ne yazık ki yuvaları söndüren ruhu çürümüş yüreksizlerin de var olduğunu bilmek ve onlarla aynı dünyayı yaşamak!? çok anlamlıydı yazınız
Beğeniyle okudum kaleminize yüreğinize sağlık
Saygı sevgilerimle
Bir tutam hayat
hastane odasından Edebiyat Defterine uzanmamın nasıl olacağını merak etmedim değil hani.
Yine de Allah korusun diyorum.
Her birimizi tabi ki.
Bu arada, dün akşam saatlerinde bir de trafik kazası yatım.
On beş yıldır ilk defa.
Ufak bir kaza.
Araç on gün olmayacak ama,
şükür yine yırttık hastaneye düşmekten.
Bu günlerde dikkatli olmam gerekiyor.
Bir kara bulut dolaşıyor galiba tepemizde.
Yav,
yorumun o ikinci bölümü gerçekten yakıyor insanın yüreğini.
Keşke,
ruhu çökmese birilerinin,
yüreksiz birilerinin,
göz kırpmadan yuva söndüren birilerinin de soluklandığı havayla yaşamak zorunda kalmasak.
Elden bir şey gelmiyor maalesef.
Bir güzelliği paylaşabilmiş isek dostlarla bu karamsar atmosferde,
ufacık da olsa,
bir damla da olsa,
dudaklarına bir bukle tebessüm taşıyabilmiş isek ne mutlu bize.
Güzel yorumuna gönülden teşekkür ediyorum dostum.
Çok sağ ol.
Bir tutam hayat
Çok üzüldüm orada, Suruç'ta ölen gençlere.
Aslında,
asla ideolojilerini paylaşmıyorum ama,
sonuçta onlar da bu vatanın evlatları.
Onların da ana-babaları var.
Biri de Trabzonsporlu imiş.
Çok üzüldüm çok.
Keşke,
iki küçük serçeye karşı duyduğumuz sevgi ve yaşatma gayretini,
genç insanlarımıza karşı da duyabilseydik.
Sonuçta,
onları katleden de bu vatanın evladı değil mi?
Yazık valla.
Teşekkür ediyorum güzel yorumunuza.
AYSE 09
saygımlasınız
Ne güzel bir anlatım hayran olmamak elde değil
Sanki şu anda karımdasınız o sevimli tombulluğunuzla sohbet ediyoruz sanki.
Inanılmaz bir iletişim kabiliyetiniz var sevgili Okan bey.
Gelelim hali pürmelalimize
Söyleyecek çok şey var aslında ama kalem yazdmıyor
Yürekse feryattabu ahvali şiirimin bir kıstssıyla anlstmak isterim.
Acıları şerbet yapıp içerken
Bağrı yanık böynu bükük anaları
Dilleri zem saçmazlar meşkul
Ağaların, beylerın zem saçıyor dilleri
Beyhude soluyor bu vatanın gülleri
Nasıl uyku tutar bilmiyorum
Bu ülkeyi yönetenleri gözleri.
Gelelim serçecikler konusuna
Bir kaç yıl önce bir can dostumun bahçesinde ağaçların altında çay keyfi yapıyorduk.
Kahve tadında bir sohbet eşliğinde
Bir ara ağaçtan bir serçe yavrusu düştü kucağıma
Daha tüyleri bile çıkmamış kocaman ağzını açmış bağırıyordu
Öncü aldım evime getirdim eczanedenbir bir damlacık aldım
Bir gün yumurtanın sarısını sıvı hale getirip ağzına damlatıyor ertesi gün pirin suyunu veriyordum
Adını angutyo takmiştım büyüdü kutusundan çıkıp peşimden zıplaysrak geliyordu
Üstüne baslarda başına bir şey getiririm diye semtimizdeki koruya götürüp azap ettim günlerce
Özlemini çektim angutyomun
Ne zaman bir serçe görsem burnumun direği sızlıyor onu çok özlüyorum
Sevgili Okan özlemimi tazelemiş olsanızda çok tşk ederim bu harika paylaşımınıza
Hoşça kalın siz hep yazın
Bir tutam hayat
Sanırım bir iç savaş çıkacak ve yarı nüfusumuz kırılacak,
daha sonra da ülke bölünerek finale ulaşılacak.
Galiba,
Lozan'da yapılması gereken bu güne,
bizim zamanımıza sarktı.
Tüm kavimler topraklarını alıp gittiler,
bir Kürtler kaldı, biz Türkler ile beraber yaşayacağız dediler.
ya da öyle dediklerini zannediyoruz.
Zira, yakın tarihimiz karışık bizim biraz.
Allah, sonumuzu hayır etsin.
Serçe meselesine gelince;
Bu yavru kuşlar, insanların hep ilgi odağı olmuştur.
Onlarla ilgili hikayeler hep ilgi ve tebessümlerle okunur.
Onlarla ilgili olaylar hep ciddiye alınır, hüsranla sonuçlanmasın diye gayret gösterilir.
Güzel şeyler bunlar.
Keşke,
genç yaşta toprağa düşen fidanlarımız için de gösterebilsek.
Güzel ve anlamlı yorumunuza teşekkür ediyorum efendim.
Çok sağ olun.
Keşkelerin öncesine koyamadığımız asıl cümlelerimiz. İki küçük serçe yavrusunun canını düşünebilen siz değerli dostumun karşısina onlarca can alan inañçlı olduklarını bağıran insanlar.
Eş anlamlı mı desek zıt anlamlı mı ?
En iyisimi susalım !
Sevgiler saygılar
Bir tutam hayat
İki küçük serçe,
onlarca genç vatan evladı.
Hepsinin anası, babası, sevenleri var.
Sonuç?
Hep hüzün, hep acı, hep kan...
Ne demeli?
Allah yardımcımız olsun.
Keşke olmasaydı böyle şeyler.
Sadece güzellikler,
Karayemiş dalında mışıl mışıl uyuyan serçeler olsaydı.
Anaların yüreğine düşen acılar hiç yaşanmasaydı.
Teşekkür ediyorum güzel yorumunuz.
Hiç esirgemediğiniz desteğinize.