- 370 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
SUÇLU KİM? AHMET'Mİ?
SUÇLU KİM? AHMET Mİ?
Ölüm ve yaşam arasında ki ince çizgi üzerindeydi. Göz kapakları üzerine bir dağ bşnmişti sanki. Açamıyordu gözlerini bir türlü. Kanlar içinde uzanmış yatıyordu bir şiltenin üzerinde. Öksürdükçe ağzından gelen kanı silebilme uğraşıyla ellerini kullanmaya çalışyor ama beceremiyordu bir türlü bunu. Korkuyordu. Ağzına dolan kanın kendisini boğacağı düşüncesi yerleşmişti belleğine. Hiç bir düşünce kalmamıştı bunun dışında beyninde. Ne yaşadığının farkında bile değildi aslında. Her şey bir rüya gibiydi ve ölümle pençeleşiyordu rüyasında. Sanal bir dünyada yaşıyormuşçasına hiç bir şeyi duymuyor hiç bir şeyi hissetmiyordu. Sadece bilincine yerleşmiş ölümün soğukluğunu hissedebiliyordu belki de.
Varlıklı bir ailenin tek çocuğuydu Ahmet. Annesi kara bulutların yer yüzünü kapattığı bir akşam üstü dünyaya geldiğini söylemişti Ahmet’e. Kumral mavi gözlü topalak bir bebeklik dönemi yaşamıştı Ahmet. Dedesinin kucağında geçirmişti bebeklik dönemini ve bir gün kayboluvermişti dedesi. O zamanlar iki yaşındaydı. Çoğu zaman dedesiyle "cee" cilik oynarlardı. Dede bir yere saklanır; Ahmet’in kendisini bulacağını anlayınca " cee" diyerek ortaya çıkardı. Bu olay o yaşlarda Ahmet’i çok mutlu eder ve katıla katıla güldürürdü. Ahmet hala oyun oynadıklarını sanarak, dedesinin yine saklandığını sanarak, uzunca bir süre koltukların yanında, masanın altında, kapının arkasında bir daha hiç "cee" yapamayacak dededini umutla aradı durdu . Dedesinin pamuk beyazı sakalları gözlerinin önünden hiç gitmedi büyüyene dek.
Ailesi de çok severdi Ahmet’i. En güzel oyuncaklar Ahmet’e alınırdı. En şık giyecekler, en güzel yiyecekler, en lezzetli çikolatalar Ahmet içindi. Gel zaman git zaman Ahmet büyüdü. Okulluk delikanlı oldu. Babası geç gelmeye, hatta hiç gelmemeye başlamıştı eve. Annesi ise Ahmet’i bakıcıya bırakıp bol bol gezer, eve Ahmet için aldıkları cicili bicili poşetlerle dönerdi. Bu arada anne ve babası bir araya geldiğinde bağrışmalar, çağrışmalar başlardı kavgalar. Ahmet masanın altına girer dedesinin gelmesini beklerdi. . Bir süre sonra Ahmet kendisi için alınan hiç bir şeyi beğenmez oldu, o güzelim şekerlemeleri ve çikolataları yemedi oyuncakları da elinin tersiyle itti.
Okula başladı Ahmet. Her gün okula Ahmet’i bakıcısı götürüp getirdi. Okulda öğretmeni mesela bayramlarda, hafta sonlarında tatillerde çocuklara yaşadıklarını sorardı. Başlardı çocuklar anlatmaya. Kimi sokakta geç saatlere kadar arkadaşlarıyla oynadığını, kimi maç yaptıklarını, kimi koşarken düştüğünü dizini yaraladığını, kimi bayramda komşularının elini öptüğünü bir poşet şeker biriktirdiğini, kimi bayram harçlıklarının ne kadar olduğunu başlayınca anlatmaya Ahmet sıranın kendisine geleceğini düşünerek ürkek bir kuş gibi titrerdi. Çünkü sokak nedir bilmezdi Ahmet. Evden de pek çıkarmazlardı Ahmet’i. Bazen annesi büyük alış veriş merkezlerinin oyun parkına götürürdü onu. Bayramları da pek bilmezdi. En çok da el öpüp şeker toplamayı düşlerdi. "Ah dedem gel artık ben de senin eleriini öpeyim" derdi.
Bir süre sonra Ahmet gücünün farkına vardı. Gücüyle her şeyi elde etmeyi denedi ve başardı da. Harcadığı parayla, giydiği giysilerle, biraz da rüşvet dağıtarak, en gözde çocuk oluverdi. Ama Ahmet hiç bir çocuğun kendisini sevmediğini hissediyordu. Okul çıkışında çocukların kendilerini almaya gelen annelerinin kucağına atlamasını hep kıskanır o anlarda dedesine sitemler ederdi. Hatta o anlarda kendisini bırakıp gittiği için, sessizce ağlayıp dedesine küfür bile ederdi.
Büyüdükçe hiç bir şeyi beğenmez oldu Ahmet. Hiç bir şey onu tatmin etmiyordu. Ailesinin kendisi için harcamalarının artmasından büyük keyif alıyordu. Bilgisayarlar, tabletler, akıllısı akılsızı telefonlar, lap toplar, giydiği markalar hiç bir şey mutlu etmiyordu Ahmet’i.
Gel zaman git zaman ergenliğe erişince bir spor müsakasında gördü Zeynep’i. Öylesine güzeldi ki Zeynep istediği her şeyi rahatlıkla elde edebilen Ahmet; Zeynep’in bahar gözlerine gözünü değdiremiyordu bir türlü. Bu yüzden de hırçınlaşıyor evde eline geçeni sağa sola fırlatıp atıyordu. Ahmet’in arttıkça hırçınlığı, özellikle annesi Ahmet’e bol bol para veriyor, Ahmet’i alış veriş merkezlerine götürüyor ve istediği istemediği ne varsa olağanüstü paralar harcayarak Ahmet’i susturmaya uğraşıyordu. Ve ansızın kayboluverdi Zeynep. Günlerce haftalarca aradı Zeynep’i ama bulamadı. Hiç bir şey tat vermiyordu Ahmet’e.
Henüz on altı yaşındaydı. Bir gün sokakta dolaşırken tanıdı Selim’i. Selim’le arkadaş oldu. Bir tek Selim anlıyordu Ahmet’i. Selim’e karşı müthiş bir güven duyuyordu. Belki de şimdiye kadar edindiği tek arkadaşıydı Selim. Selim okumuyordu. Selim’le olabilmek için okuldan da kaçmaya başlamıştı. Bir gün birlikte otururlarken sahilde Selim bir hap tutuşturmuştu eline. Aldı hapı içti. Bir süre sonra bulutlar üstünde uçmaya başlamıştı. Öylesine mutluydu ki. Sanki özlediği tüm sevgiler verilmişti kendisine.
Akşam saatlerinde eve vardığında mutlulukla annesine sarıldı ve öptü annesini yanaklarından. Belki de ilk defa annesini böylesine öpüyordu. Geçti odasına ve Zeynep’i düşünmeye başladı. Ve o gece Zeynep’ le birlikde hayallere daldı.
Ertesi gün yine okuldan kaçtı ve telaşla Selim’i aradı. Selim sahilde aynı yerde onu bekliyordu. Ahmet’i görür görmez elindeki hapı uzattı. Bir süre zaman böylesine akıp gitti. Yine bir gün hap istediğinde Selim’den, Selim "hapların çok pahalı olduğunu ve kendisinde para kalmadığını" söyledi. Bunun üzerine "ne kadar para istiyorsa verebileceğini" söyledi Selim’e. Selim doymak bilmiyor. Her geçen gün artırıyor istediği parayı. Ailesi mutlu. En azından hırçın değil çocukları. Ama öyle bir zaman geliyor ki Ahmet’in istediği para bütçelerini zorlamaya başlıyor. Yine de merak etmiyorlar bu çocuk bu kadar parayı ne yapıyor acaba diye.
Gel zaman git zaman haplar yetmez olur. Artık arkadaş çevresi de çoğalmıştır. Onlarca Selim kendisine dadanmıştır. Yetmez olunca haplar başlamıştır iğneye. İğne öyle bir mutluluk ki her defasında hayat dönüyor cennete. Bırakın okulu artık eve de gitmez olmuştur. Ailesi tedbiri harçlığını kısmakta görmüştür. Ne araştırma ne soruşturma; kısarsak harçlığını mecburen döner eve mantığı Ahmet’in sonu olmuştur. Artık Ahmet bir eroin bağımlısı olarak hırsız gibi girer evine. Önce annesinin mücevherlerini, sonra pahada ağır yükde hafif şeyleri en sonunda da para edebilecek her şeyi götürmüştür. Hatta bir gün kendisine engel olmaya çalışan annesine eline geçirdiği bıçakla saldırmış, kolundan yaralamıştır kadını. Baba ise senin yüzünden diyerek hep anneyi suçlamış, inşallah geberir kalır bir yerde dualarına başlamıştır. Yine de ana yüreği. Sahiplenmiş çocuğuna düşmüştür arkasına. Ama nereye kadar. Artık Ahmet düşmüştür sokaklara el açıp dilenmektedir kişi başı bir lira.
İşte böyle sevgili dostlar Ahmet’in hikayesi. İnşallah olmuştur kıssadan hisse. Benden tavsiye size, çocuklarımız yabancı kalmasın geleneklerimize.
Davut Tunçbilek/ Elmadsğ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.