Geriye Kalan Hayatın İlk Günü
Henrik, klavyeden ellerini çekti. Yavaş hareketlerle koltuğunun arkalığına yaslanarak gerindi. Uzamış sakalları, onun günlerdir geç saatlere kadar çalıştığının habercisi gibiydi. Soğumuş kahvesinden bir yudum alırken gözlerini ekrandan ayırmadan kodları bir resme bakar gibi seyrediyordu. Çalıştığı web yazılım şirketi, büyük bir alışveriş firması için interaktif web sitesi hazırlıyordu. İşin kendine düşen kodlama kısmındaki hata yüzünden ikinci kez teslimat ertelenmişti.
“Neyi gözden kaçırıyorum?” diye mırıldandı. Kahvesinden bir yudum daha aldı ve tekrar arkasına yaslanarak ekranı incelemeye başladı. Bir süre sonra koltuğunu hafifçe çevirerek sol tarafındaki duvarda asılı tabloya doğru döndü. Önlerindeki denizde sandallar bulunan iki katlı ahşap evlerin bulunduğu yağlı boya bir tabloydu bu. Hala batmamış tekne kalıntısına doğru kaydı gözleri. Deniz mavisine boyanmış gövdesinin üst kısmına beyaz bir kuşak çekilmişti. Fırtınalı denizlerin köpüklü dalgalarından geriye kalanlar gibi arkasına bağlı bir sandalla öylece duruyordu.
***
Antalya, Aralık ayına ılımanlık katan havasıyla sıradan günlerini yaşıyordu. Belek’teki beş yıldızlı bir otelin şaşalı lobisinde iki görevli ayaküstü çene çalıyordu.
“Tenis turnuvaları sayesinde otel bayağı hareketlendi şefim. Ama yerli turistten para çıkmaz biliyorsun.”
“ Bu yaşlı yabancı turistler olmasa kış boyu Antalya’da açık otel bulunmaz zaten.”
“Şefim bunların kahrını çekmek de zor ya; bak o sahilde oturan ikisi, sürekli ‘güneş ne zaman çıkacak?’ diye sorup duruyor…”
“Kendi memleketinde güneş mi görüyorlar işte, sırf güneşi görmek için geliyor bunlar."
Birinin üzerinde bordo ağırlıklı, otelin özel kıyafeti vardı. Diğerinin kıyafeti sivildi ve elinde de küçük bir telsiz tutuyordu. Telsizi olan görevli, kararlı adımlarla yanlarından geçen, atletik vücutlu, siyah spor kıyafetli adama seslendi:
“ Engin Bey, ne yaptınız? Halen, tenis çalıştıracak kimseyi bulamadınız mı?
Engin Bey, dört gün önce, “her şey dahil” sistemiyle otele giriş yapmıştı. Bıyıklarında ve top sakalında beyaza yönelmiş kırçıl renklerden ellili yaşları devirdiği anlaşılıyordu. Saçı gibi sakalı ve bıyığı da kısa kesilmişti. Hafif bronz ve kırışıksız yüzü ile yaşlanmaya dirençli görünüyordu.
“Ben bu insanlara hayret ediyorum. Milli Takım seçmeleri için turnuva düzenleniyor ama katılanların hiçbiri kazanmak için bir şeyler yapmayı düşünmüyor”
“Engin Bey, çoğu kulüpler aracılığıyla geliyor bu sporcuların. Yani zaten hocaları var. Siz kendi başına olanları bulmalısınız, onlardan da para çıkar mı bilinmez.”
Adam cevap vermedi. Bir süre öylesine durdu, ifadesiz yüzündeki yosun yeşili gözlerinden ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi. Sonra odasına çıkmak üzere selamsız, teklifsiz uzaklaşırken bu mekanlara aşina olduğu her halinden belli oluyordu.
Görevliler bir süre arkasından baktılar. Sonra telsizli görevli çenesiyle adamın gittiği yönü işaret etti.
“Yarın son günü bunun, tenis öğretmeniymiş ama çalıştıracak kimseyi bulamadı.” dedi gülümseyerek.
Ertesi sabah, otelin kat görevlilerinden bir bayan, sorumlu olduğu odaları dolaşıyordu. İki yüz on altı numaralı odanın önünde durdu. Bu saatte müşterilerin çoktan odalarından ayrılmış olmaları gerekiyordu. Oysa bu oda dolu görünüyordu. Kapıya hafifçe vurdu.
“Kat görevlisi” diye seslendi.
İçeriden cevap gelmeyince biraz daha sert bir şekilde vurdu:
“Kat görevlisi” diye yineledi. Bu sefer daha yüksek perdeden seslenmişti.
İçeriden yine ses alamayınca “dolu işareti”nin yanlışlıkla unutulmuş olduğunu düşünerek cebinden çıkardığı görevli kartıyla kapıyı açtı. Yatağın yanında yerde boylu boyunca yatan müşteriyi görünce irkildi.
“Ayy!” diye hafif bir çığlık attı. Adamın yanında devrilmiş içki şişeleri ve komodinin üstünde hiç açılmış bir votka şişesi duruyordu.
“Beyefendi bu saatte odayı boşaltmış olmanız gerekiyor.” dedi, yüksek sesle. Bir taraftan da adamı dürtmüştü. Yerde kıvrılmış halde yatan uzunca ve atletik vücutlu adama öylece bakıyordu sonra birden panikledi. Yine de adamın nefesini dinlemeyi akıl edebildiğinde cılız nefesler aldığını duyabildi. Derhal belindeki küçük telsizle konuştu:
“Oda iki yüz on altıda acil durum… müşteri baygın olarak yerde yatıyor, durumu kritik olabilir.” Görevli bir nefeslik durdu ve mesajın alındığından emin olmak istedi.
“Tekrar ediyorum, oda iki yüz on altı… acil durum… müşteri baygın, durumu kritik olabilir.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.