- 1554 Okunma
- 7 Yorum
- 2 Beğeni
ONDAN SONRA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
OY NATAŞA NATAŞA...
Temel çok güzel bir Rus kadını olan Eva ile evlenen Dursun’u çok kıskanmaktadır.
Ne yapıp edip kadınla birlikte olmalı ve Dursun’u boynuzlamalı ki, kıskançlığı yatışsın.
Bir gün yakaladığı bitr fırsatı değerlendirip, Eva’ya:
"Senden çok hoşlandım," demiş. "Seninle birlikte olmak istiyorum."
Eva, alışık bu tekliflere; Dursun ile evlenmekle namuslu kesilecek değil ya...
"Olur," demiş; "ama yüz dolarını alırım."
Temel de yüz dolar nerede... "Tamam o zaman ben para bulup da geleyim," diyerek gitmiş.
Dursun, ertesi gün işe gittikten bir kaç saat sonra Temel, elinde yüz dolarla çıkıp gelmiş. Parayı verip,Eva ile birlikte olmuş.
Dursun, akşam işten çıkıp evine döndüğünde Eva’ya:
"Hanım temel bugün buraya geldi mi ?" diye sormuş.
Eva, yaptığının öğrenildiğini sanarak, korkmuş.
"Şeyyyy… geldiiii... "
"Peki sana yüz dolar verdi mi?"
Eva, iyice telaşlanmış,
"Şey... Dursunum, dinle bak... Verdi.... geldi.. şey... hık... mık..."
"Getirdi demek...Afferim şu Temel’e...sözünün eriymiş kerata... Sabah koşturup yanıma gelerek, bana acil yüz dolar lazım, öğleden sonra size uğrar yengeye bırakırım dedi de…"ONDAN SONRA:
İdris, Türkiye’de ki işsizlikten, güçsüzlükten iyice bunalmıştı. Ne yapıp, ne edip, kapağı yurt dışına atmak istiyordu. Bunun için çat pat Almanca bile öğrenmişti; yani birisi, " Haben Sie wissen, Deutsch?" diye sorarsa, "Ja!" diyerek cevap verebiliyordu.
Bekardı; Liman Sokağı’nda atadan kalma tek katlı evinde bekar başına yaşıyordu. Buna yaşamak denirse tabii ki! İşi, Rize Terminali’nde ayakçılık yapmaktı. Yaptığı işteki kazancı otobüs firmasına götürdüğü müşteri karşılığında aldığı bahşişlerden ibaretti. Bazı günler bir cigara parası, bazı günlerse evinin nafakası!
Çok hovarda adamdı. Terminalde düşürdüğü bir karı kız oldu mu, hemen eve atardı. Özellikle, konuşurken kem küm etse de, yarı Almanca ile, yarı dilsiz işaretleriyle, nataşa sınıfından düşürdüğü çok oluyordu. Mahallede de adı hovardaya çıkmıştı. Onun bu hovardalıkları mahallelinin, özellikle de kocaların çok kanına dokunuyordu.
Şimdi, şurada, kendisi yok ama, Allah’ı var; çok namuslu çocuktu İdris, mahalleli karıya, kıza hiç sarkmazdı; hatta sarkması için çabalayanları da ’dünya ahiret bacımsın’ muamelesi yapıp yollardı. Bu namusluluğuna rağmen mahalledeki kocaların tümü, uyumak için karılarının koynuna girdiklerinde ona, "Ulan İdris, inşallah, Topkapı Sarayına harem başı olursun!" diye beddua ederlerdi. Neden ederlerdi? İdris’le alıp veremedikleri neydi? Bunu bir kendileri biliyordu, bir de bu öykünün okuyucuları.
Bir gün eve attığı nataşalardan biri ona, "sen, ben," deyip parmağına yüsük sokup çıkartma hareketleri yaparak evlenme teklif ettiğinde, ağzından, "hassittir ordan, orospi!" diye bir küfür kaçtı.
Nataşa pek fazla Türkçe bilmese de, "orospi" sözcüğüne pek yabancı olmadığı için, onu anladı. "Orospi," diyerek söyleneni tekrar ettikten sonra, "ben?" diye sorarak işaret parmağıyla memelerini gösterdi. Daha doğrusu kendisini göstermek isterken, işaret parmağı memelerinin karşısında olduğu için, memelerini gösteriyormuş gibi oldu. Onun maksadı, asla memelerini göstermek değildi. Sadece, "ben mi? diye sorduğu soruya işaret parmağıyla destek olmak istemişti. Yani...
İdris, zaten anlamıştı onun memelerini değil de, kendisini gösterdiğini; onun için, "evet, sen!" diye karşılık verdi.
Nataşa, gayet pişkin, "Да, Я, сука" diyerek güldü.
İdris de güldü. Güle güle, orta ve işaret parmağıyla tepesinde zafer işareti yaptı. "Ben senle var evlenmek, sonra var boynuz takınmak..."
Nataşa onun bu lafından her ne anladıysa, anladı, kısaca, "Да," diye cevap verdi.
İdris, "Да," demenin Almanca, "ja" demek olduğunu biliyordu.
Almanca, "nein," diyerek buna karşı çıktı. "Ben var namusli bir adam olmak, yok boynuzli olmak," derken tepesinde bir kez daha zafer işareti yaptı.
Nataşa da en az İdris kadar Almanca biliyordu; hemen, "nein! Nein!" diye atıldı. Aynı cümle içinde Türkçe olarak, "Boynuzli," Rusca olarak, " быть" ve Almanca olarak, "nein!" dedi.
İdris onun, "boynuzlu olmak yok," dediğini hemen anladı.
Nataşa devam ederek, "sen vermek свадьба, ben, vermek, две тысячи евро" dedi.
İdris, bu defa da, ’sen vermek, ben vermek’ sözcüklerini çok iyi anladı, fakat, ’свадьба’ ve ’две тысячи евро’ dan hiç bir şey anlamadı. Kadına, "свадьба ilen две тысячи евро’dan hiç bir pok anlamamuşam, şunun bi de Alamancasunu deyiver pakiim," dedi.
"Немецкий?"
"Да!"
Nataşa, az önce söylediklerini bu defa Almanca olarak tekrar etti. "Sie heiratete mich, ich gebe Ihnen zweitausend €..."
İdris, Rusçadan bir şey anlamasa da Almancadan evvel Allah, müslümanların Kur’an-ı Kerim’i anladıklarından daha çok anlıyordu; onun için, iki bin euro lafını hemen anladı. İki bin euro lafını kolayca anladı ama, bu defa da lafın öteki taraflarından bir şey anlamadı. Kadına, "dediğundan pipok anlamamuşam," dedi.
Nataşa, onun yine bir şey anlamadığını anlayarak, "sen
yapmak bana," diyerek parmağına yüsük sokup çıkartma hareketleri yapmaya başladı.
İdris orasını anlamıştı zaten; "tamam, ben orasını anladım zaten," dedi. "Öte tarafı ne diyo, oni anlamamişam..."
"Ben vermek zweitausend €..."
"Ha şindik anlamuşam uşağum! Demektesun ki, senunla evlenursam, bana iki bin yuro vereceksun..."
" Да! Да! Да!... Yani, ja! ja! ja!..."
"Nasul anlamişum ama pen oni... Warum, var vermek sen bana, zweitausend yuro?"
Nataşa, onun hala anlamadığını sanarak yüsük parmağına yüsük sokup çıkartma hareketlerini yineledi ve "sen, ben..." diye devam etti.
"Orası tamamdur da!" O da yüsük parmağına yüsük sokup çıkartma hareketleri yaparak, "Neden?" diye sordu.
" Um eine Aufenthaltsgenehmigung in der Türkei zu erhalten!"
İdris, her ne kadar bilse de Almancayı, kadın Rus şivesiyle konuştuğu için ne dediğini anlayamıyordu. Kadın onu cahil sanmasın diye anlamış gibi yaparak, "He... Anladum pen oni!" dedi.
"Anladı?"
"Ja, ja... Hemi de çok iyi anlamişum. Olur be bebeğum, madem ilk görüşünde aşık olmişun, evleniruz anasinu satium!"
Nataşa, onun evlenmeye razı olduğunu anlayınca bir sevinç çığlığı atarak, boynuna atıldı, öpmeye başladı.
*
İdris, evlenme kararlarından hemen sonra düğün hazırlıklarına başladı. Dört başı mamur bir düğün yaptı. Hiç bir masraftan kaçınmadan hem terminaldekileri, hem de mahalledekileri öyle bir ağırladı ki, herkese, darısı her evlenenin başına dedirtti.
Düğün masraflarına Nataşa’nın verdiği iki bin euro yermemişti, birkaç milyarcık da borca girmişti; ama, olsun varsındı. Aha böyle taş gibi bir avradı karı etmek kolay mıydı...ONDAN SONRA;
Çernobil patlaması insan sağlığı açısından Karasdeniz’e oldukça pahalıya mal oldu. Şimdi konumuz bu değil...
Çernobil’in hemen arkasından başlayan nataşa göçü konumuz... Bu göç de tıpkı Çernobil gibi Karadeniz’e pahalıya mal oldu. On yıl boyunca Karadeniz’in sosyal hayatına bir deprem yaşatan Nataşa’lar güneye, Akdeniz’e indi.
Onların ardından Karadeniz’in karakteri bozuldu. Geride ruhsal, toplumsal, cinsel açıdan yıkık bir bölge bıraktılar. Dağılmış ocaklar, yeni zevkler keşfinde parasını tüketmiş tatminsiz adamlar, rakiplere benzeyeceğim diye sararttıkları saçlarıyla mutsuz kadınlar... Fırtına dinince baş başa kaldılar. Ve bakınca birbirlerini tanıyamadılar. Yabancı hayat kadınlarından sonra boşanmalar hızla arttı bölgede:
Önceki yıl Doğu Karadeniz’de toplam 1730 çift boşandı.
Trabzon’da 4 yılda boşanmalar 2 katına çıktı.
Gümüşhane’de 1999’da 25 çift boşanmıştı. 2003’te 1005’e çıktı. Artış 40 kat...
Bunların bir kısmı, yabancı kadınlara çalışma izni alabilmek için yapılan "hülle evlilikler" yüzünden... Bir dönem köyün delilerinin ya da para düşkünü açıkgözlerin nüfus cüzdanları alınarak Nataşa’lara toplu nikâh kıydırılmış. Yüzünü bile görmediği kadınlarla bilmeden yıllar yılı evli kalmış erkekler... Bir gün gerçekten evlenmeye kalkışınca "çoktandır evli" olduklarını öğrenmişler.
Dağılmış yüzlerce aileden başka, evlenmek için nataşa gibi güzel avrat isteyen erkekler ve nataşa gibi güzel olmak isteyen avratlar kapladı ortalığı. Bunu fırsat bilen güzellik uzmanları da bakkal dükkanı gibi güzellik merkezleri açmaya başladı.
Şarkının dediği gibi:
"Oy Nataşa Nataşa
kodun bizi ataşa
çıkardın bizi yoldan
gavur kızı Nataşa"
TÜM EDEBİYAT DEFTERİ DOSTLARININ BAYRAMI KUTLU OLSUN...
Ondan sonra, okumadığınız yazılarımda buluşmayı sürdürmek üzere...
Nurten Paracıkoğlu, Sarımsaklı
Yazıda geçen yabancı ifadelerin anlamları:
"Да" :(Evet)
"ja" : (Evet)
"nein" : (Hayır)
"Да, Я, сука" :(Evet, ben, orospuyum)
" быть" : (olmak)
"свадьба": (nikah)
две тысячи евро / zweitausend € :(iki bin euro)
Немецкий? :(Almanca?)
Sie heiratete mich, ich gebe Ihnen zweitausend €...: (benimle nikahlanırsan sana iki bin euro veririm)
warum: (niçin, neden)
Um eine Aufenthaltsgenehmigung in der Türkei zu erhalten: Türkiye’de oturma izni almak için...
YORUMLAR
Bayram yorgunluğuna iyi geldi. dinlendirdi, bilgilendirdi.
Yazınız çok güzelde , asıl ben sizin hayatınızın zorluğunu düşünüyorum.
Kolay mı bir yazarla evli olmak ?
Kemal bey kendi odasında, siz salonda.Allah bilir sizden bir şey isteyeceği zaman bile bilgisayardan
mesaj çekiyordur.
Ben ne düşünüyorum biliyor musunuz? Siz ancak kavga ederken sohbet edersiniz.
Sizin ve muhterem eşinizin bayramı kutlu olsun efendim...
Selam ve saygıyla...
ONDAN SONRA
Edebiyatımız Kemal Yavuz
11:26
Edebiyatımız Kemal Yavuz
Nurtenciğim, meyve var mı? Ne varsa getirsen...mümkün mü?
Naılmış? Saygılarımla...
Bedri Tokul
Bu bayramda çocuklarımdan hiç birisi yoktu yanımda...
Emin olun samimiyetle söylüyorum sizin ve Kemal kardeşimin
yazıları bütün üzüntümü, garipliğimi aldı üzerimden.
Gülmelerim tebessüm değil hep kahkahaydı.
Sağ olun
Sizlerde hep gülün hep...
Saygılarımla Hocam.
Gülümseten,
ancak güldürdüğü kadar da düşündüren bir yazı idi.
Hikaye edilen konu, gerçekten yaşanmıştır memlekette.
Bu yaşanmışlık, Doğu Karadeniz bölgesinde biraz daha yoğunluk kazanmıştır.
Zira,
Rusya'yı ülkemize bağlayan en yakın karayolu, o bölgeden girmekte memlekete.
Dolayısı ile,
ilk saldırıları bu yörenin erkekleri karşılamak,
belki de memleketin diğer bölgelerini korumak için kendilerini feda etmek zorunda kaldılar.
Bir Doğu Karadenizli olarak, ekmek uğruna başka coğrafyaların denizlerinde kürek salladığımız için,
o fırtınalı günlerde memleketimde değildim.
Yani,
biz kısmetlenemedik o güzelliklerden.
Latifeyi bir kenara bırakırsak,
yazılanların bir çoğunun maalesef doğru olduğunu belirtmek zorundayız.
Çok tanıdıklarım var,
gül gibi karılarını bıraktılar, çoluk çocuklarını terk ettiler, Rus güzellerinin peşinde kaybolup gittiler.
Sonraları, bazıları geri döndü hatalarını anlayıp.
Ancak,
hala dönmeyenler de mevcut buralara.
Ahlak sistemimizde, gelenek-göreneğimizse tamiri zor yaralar açtı bu durum.
Uzun yıllar sonra, temelli yaşamak için döndüğüm memleketimde,
bu sevimsiz fırtınanın artık dindiğini gözlemledim.
Öyle sağda solda, salla pati dolanan sarışın Rus güzellerine rastlanmıyor artık.
Bazı otellerin gayri resmi programları arkasına sıkıştıkları söyleniyor.
Konu güzeldi.
Önemli bir gerçeğe parmak basılmış.
Yöre şivesine gelince,
epeyce daha fırın ekmeği yemesi gere yazarın diyorum.
Ve,
güzel anlatımı için kendisini kutluyorum.
Sıkmayan bir hikaye olmuş.
ONDAN SONRA
İki farklı kültür bir de ekonomik zorlukları en kolay yoldan aşmak için yollara düşen Sovyet kadınları...Bir üst yapı kurumu olarak hayatın her alanını tanzim eden ahlaki değerler, ortaya çıkan yeni duruma dayanamayıp çözülmeye başladı. Ahlaki değerler de sürekli evrilir elbette ama bu kendi çelişkileri üzerinden ve zamana yayılı bir şekilde yavaş yavaş olur. Doğu Karadeniz bölgesinde olan ise bir evrim değil, sosyal bir depremdi.
Kültürel alt üst oluş elbette eski şiddetinde değil artık, ama ne o bölge ne de Anadolu asla eskisi gibi de olmayacak. Bu durumu fıkralarla da destekleyip çok güzel anlatmışsınız.
Kaleminize sağlık efendim, saygılarımla
ONDAN SONRA
Trabzon nataşalardan çok çekti evet ama ben yuvalın yıkıldığına şahit olmadım. bizim adamlarda aldatma vardır ama karısını bırakma yoktur :) Böyle de incedirler işte. Rusya Nataşalarla birlikte ebedi devlet politikası ve hayali olan sıcak denizlere inme işini kısmen de olsa başarmış oldu. onlar akdenize inince geriye kalan çirkin kadınlar çanak çömlek satmak suretiyle geçimlerini sağladılar. O da bitince tamamen defolup gittiler. İtiraf etmeliyim ki hala çoğumuzun evi Rus çanağıyla daha doğrusu çin malı rus çanağıyla doludur. Aslında ben onlara acırdım. Çoğu diplomalı öğretmen hemşire doktor. ve çoğu Türkiye de fahişelik yapmak için değil mesleklerini yapabilmek hayaliyle bu topraklara gelmişlerdi. Kim onları da hangi terminalde nasıl bir Temel ağına düşürdü de o hale geldiler. Dünyanın süper gücü olarak bilinen Rusya'nın arka sokaklarında kadınlar sadece bir sakız ya da tek bir ağrı kesici için kendilerini Türk işçilere satabiliyorlar. Ne acı aslında değil mi?
Gülümseten bir yazıydı.
Sevgiler.