Dünya tekerimde hikayler 17 Ediht Piaf a yolculuk
Bisikletle Strazburg dan Paris e
4 Nisan 2013 Paris de Cilgin Türkler...
Kaldirim Sercesine Yolculuk bölüm 2
Sevgili okuyucu ve canim Charlie Chaplinim önce biraz tanitayim sana ediht Piaf i. Büyüdükce dinlemen dilegiyle. Sarkilarin Tanriçasi Ediht Piafi.
Deli dolu yüreği olan minicik bir kadındı. Kalpleri titreten sesiyle devleşti.
Zorluklar ve acılarla geçen hayatında içki ve uyuşturucuya sığındı. Karaciğer kanserinden öldüğünde sadece 47 yaşındaydı Édith Piaf
Ediht Piaf Gercek adiyla Édith Giovanna Gassion 19 Aralık 1915, Paris - 10 Ekim 1963, Grasse) Fransız şarkıcıdır. Yil 16 şubat 1959 Ediht New York ta sahnededir fakat sağliği bozulmaya başlamistir Ediht in. Sahnede şarkisini söylerken fenalaşip yere düşer ve apar topar kulise taşinir. Yine ayni yilin aralik ayinda verdiği konserde rahatsizlanir ve konserine ara verir. Salon hinça hinç doludur ve seyirciler ayakta tempolu alkiş tutmaya başlarlar. Ediht dişardaki alkiş sesine kayitsiz kalamaz. Doktor sahneye çikmasini yasaklar Ediht buna karşi çikar ve yardimcisi Lui ye döenerek; Lui benim o sahneye çikip şarki söylemem gerek, eğer bu gün şarki söylemezsem ölürüm. Anliyor musun beni Lui ikna et şu beyinsiz doktoru. Asil ben bu akşam sahneye çikmazsam ölürüm.
Sahne aldiğinda meşhur Padam Padam şarkisini söylemeye başlar lakin şarkiyi bitiremeden sahnede yiğilir kalir. Trajedik bir hayattir Ediht in hayati. Annesi Annetta Giovanna Maillard, yarı İtalyan, yarı Tiflis asıllı bir göçmen ailesinden geliyordu. Babası Louis-Alphonse Gassion (1881–1944) ise sokaklarda gösteri yapan bir cambazdı. Annesi sokakta şarkı söyleyerek yaşamaya çalışmaktaydı, Ediht ise bir köşeye oturup annesini dinlerdi. Annesi Ediht in kariyer yaşantisina engel olduğunu düsünerek Ediht i annesine birakir ve hayallerinin peşinden gider. Baba Lui askerden döner ve Ediht i annanesinden alir ve pavyon işletmeciliği yapan annesinin yanina götürüp birakir. Baba Lui sirklere çalismaya gider ama umduğunu bulamaz. Ediht kisa zamanda pavyondaki orosbularin gözdesi olur. Ekmek parasi için etini pazarlayanlarin yaşadiği bu pavyonda büyümeye başlar. Yakalandiği bir göz enfeksiyonu sonucunda dünyaya bir ara karanlik bakar. Baba Lui geri döner ve Ediht i alir. Ediht pavyondan, orosbularda Edihten ayrilmak istemezler. Baba Lui Ediht i alip sokaklarda gösteri yapmaya ve Ediht in yaninda kendisine yardimci olmasini ister. Bunun üzerine Édith, en iyi bildiği şarkıyı yâni Fransa millî marşı La Marseillaise’i söylemiştir. 14 yaşındadir Ediht. Babasiyla pek anlaşamayan Ediht yollarini ayirir ve kenar mahallelerde şarkı söylemeye başladı. 17 yaşındayken ilk ve tek çocuğunu doğurdu. Marcelle adını verdikleri bu talihsiz kız çocuğu 2 yaşında menenjitten öldü. Gençliğinde, babasının başka bir kadından olan kardeşi Simone ya da Édith’in seslendiği gibi Momone ile birlikte Paris sokaklarında şarkılar söyler ve hayatını kazanmaya çalışır. Yine Momone ile sokakta şarkı söylerken, Fransa’nın ünlü müzikhollerinden birinin sahibi olan Louis Leplee ile tanışır. Louis Leplee, sesini dinler ve hayran kalır. Piaf’ın lâkabını "Kaldırım Serçesi" olur. Artık Édith Piaf’ın kariyeri başlamıştır. Kısa süre içinde tüm Fransa tarafından bir "gurur" olarak kabûl edilir.. Ünlü müzikhollerde şarkilar söylemeye başlar.
Kendisini keşfeden Louis Leplée öldürüldükten sonra, derin ve şüpheli sorgulamalara tâbî tutulur. O dönem Piaf için oldukça zorlu geçer, tüm popülaritesi yok olmuş, halkın nefretini kazanmış bir şekilde kabarelerde şarkı söylemiştir. Yeni meşhur olduğu dönemde tanıştığı Raymond Asso’yu araması sonucunda Küçük Piaf’ olarak bilinirken, profesyonel müzik hayatına dönmüş, eğitim almış ve eski ününe Edith Piaf olarak kavuşmuştur.
Alkolü aşırı derece kullanmaktaydı. Fransız ortasiklet boks şampiyonu, evli ve üç çocuk babası Marcel Cerdan ile tanıştı ve ikisi de birbirlerine deli gibi âşık oldular. Hayatında en çok sevdiği erkek orta siklet dünya şampiyonu boksör Marcel Cerdan’dı. Cerdan başkasıyla evliydi, Fransa’da zaten tanınan bir insandı. Marcel Cerdan, Fransa’dadır ve Édith Piaf’la buluşmak üzere Ekim 1949’da Paris’ten New York’a uçarken uçağı düştü. Bu kazadan kurtulan olmadığı bilinmektedir. Piaf’ın hayatı hayatının erkeği olarak tanımladığı Marcel Cerdan öldükten sonra tamamen değişir, ağrı kesici,alkol ve morfine bağımlı hale gelir. Sonrasında yağmurlu bir günde geçirdiği trafik kazası sebebiyle hayatı boyunca omuriliği iyileşememiş, yarı kambur bir şekilde yürümek zorunda kalmıştır.
Yil 1960 maddi olarak tükenir Ediht buna rağmen yinede bir hayali vardir Ediht in Olypia da şarki söylemek. Bu hemen hemen imkansizdir Ediht icin. Sağliği bozulmuş ve kisa bir süre icinde Olypia da bir konsere hazirlanmasi olanaksizdir. Buna rağmen salon tutulur ve hersey organize edilir. Lakin kendini iyi hissetmeyen Ediht olympia konserini iptal eder. Bu karari aldiği gün iki müzisyen kendisine bir şarki dinletir. Bu sarki benimde en cok sevdiğim bir Ediht Piaf şarkisi olan non je ne regrette rien dir. Ediht Olympiya gitmek istediğini ve bu şarkiyi söylemek istediğini söyler. Ediht Olmpiya da konserini gercekleştirir yer yerinden oynar.
Fransız rivierasındaki Plascassier’de 10 Ekim 1963’te karaciğer kanserinden ölür. 11 Ekim günü Édith Piaf’ın öldüğü açıklandıktan kısa bir süre sonra (aynı gün içinde) çok sevgili dostu Jean Cocteau da hayata veda etti. Cocteau’nun Piaf’ın acısına dayanamadığı için kalp krizi geçirdiği söylenir.
Katolik kilisesi Paris Başpiskoposu –sürdüğü hayat nedeniyle- Édith Piaf’ın cenaze törenini yapmayı reddetti. Tabutu Père-Lachaise mezarlığına götürülürken on binlerce hayranı korteje katıldı. Mezarlıktaki törende hazır bulunanların sayısı ise 100.000’i geçti.
Ünlü şarkıcı Charles Aznavour, Édith Piaf’ın cenaze törenini anlatırken “İkinci Dünya Savaşı sona ereli beri bütün Paris’in trafiğini tamamen kilitleyen başka bir olay yoktur.” dedi.
Ölümden korkmamaktadır yalnızlıktan korktuğu kadar ve son röportajında şöyle der:- Bir kadına öğüt verecek olsaydınız, bu ne olurdu?
- Sev.
- Bir genç kıza?
- Sev.
- Peki bir çocuğa?
- Sev.
Pere Lachaise mezarliğindaki ziyaretlerimiz bitti ve otelimize geri döndük. Lakin yine bisikletlerimizi kontrol için gittiğimizde bisikletlerimizin yerinde olmadiğini ve sadace kesilmis kilitlerin yerlerde olduğunu gördük. Sakaydi koca bir şaka yoksa başka bir yeremi park etmiştik bisikletlerimizi. Hemen tren garindaki polislere gidip izah ettik durumu şaşkin şaşkin yüzümüze baktilar. Devamli polislerin olduğu bir yer tren gari , adamlar güpegündüz gelip kilitleri kesip 3 bisikleti çalip götürüyorlar. Bizi yakinlardaki bir polis bürosuna yönlendirdiler. Yaptiklari tek yardim buydu. Sora sora bulduk polis bürosunu. Birde yanimiza bulduğumuz bir Türk ü götürdük bize tercümanlik yapmasi icin. Alinan kimlik ve bisiklet bilgilerinden sonra hersey bitti. Bürokrasinin yapilmasi gereken kismini yapti polisler. Ülkenizde sigortanizdan paranizi alirsiniz diye de bizi başlarindan savdilar. Gerek bisiklet hirsizlari gerek polisler keyfimizin diplerde sürünmesine yetti ve artti. Bu olayi aramizda espriye dönüştürdük. Al Sana Paris... hala bu üç kelimeyi gülmek için kendi aramizda tekrarliyoruz. Al Sana Paris...
O gece otelde seyrettiğimiz Fransiz haber kanalinda hirsizliklarla ilgi haberleri veriyorlardi. Pariste hirsizliklarin artiği ve belediyenin buna çözüm bulamadiğini anlatiyordu. Yaramiz daha çok tazeydi hemen uyumali ve bu rüyadan uyanmaliydik. Su anektodu aktarmam gerekiyor size; Her japon Paris e mutlu bir şekilde geliyor ama ülkesine mutsuz bir şekilde dönüyormuş. Sebebi japonlarin Paris te cüzdan, kamera gibi eşyalarini çaldirmalariymiş. Bizimde japonlardan geri kalir tarafimiz yok mutlu geldik mutsuz döneceğiz. Al Sana Paris...