- 1014 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DİLDEN DİLE, DALDAN DALA İYİ BAYRAMLAR!
Bilimin, teknolojinin, ideolojilerin ortak dili olduğu gibi inançların da ortak dili olmalıdır.
Çağımızda;
İngilizce; kapitalizmin dünyayı egemenlik altına alınmasında kullanılıyor.
Amerikan doları; küresel sermayece; dünya ticaretinin temel parası olarak kullanılıyor. Avrupa buna karşılık EURO’YU öne çıkarsa da, etken değil. Bugün dünyanın en büyük nüfuslarına sahip, Çin ve Hindistan bile, İngilizceyi dünya dili olarak, doları da ticaret birimi olarak kullanıyor. Halbuki bu iki toplumun dili dünya nüfusunun yarısından fazlasında kullanılıyor.
İnsanların söylemlerine baktığımızda;
Batı yanlıları dünya dili olarak İngilizcenin esas alınmasına, yayılmasına, egemen kılınmasına karşı değiller.
Ülkemizde Türkçülüğü Turancılık anlayışında alanlar, Türkçe’nin dünya dili olmasına çalışıyorlar.
Bu isteklerini, milliyetçilik, dünyacılık, ideolojik, kültürel anlayışlarla yansıtıyorlar. Bu yansıtmayı da normal görüyorlar.
Ben de diyorum ki; madem ideolojiler, sömürgeciler, ırklar; kendi dillerini dünya dili haline getiriyorlar. Neden Müslümanlar da; Müslümanlar arasında Allah’ın ayetlerinin gönderildiği Arapçayı Müslümanlığın ortak dili olarak bütün dünyaya yaymasınlar? Neden Müslümanların bu tür istekleri, farklı algılanarak suçlamalara neden olsun?
Ben bir Müslüman olarak; dünyanın neresine gidersem gideyim. Müslümanların ortak dili olarak ayetlerin ilk okunduğu, konuşulduğu dil ile Müslümanlarla diyalog kurduğumda, Müslüman kardeşliğini oluşturmayacak mıyım?
Şöyle düşünün: Mesela yabancı bir ülkede dolaşıyorsunuz. Oranın diliyle, oranın Müslümanları ezan okuyor. Ne anlayacaksınız? Hiç....
Ama dünyanın neresinde olursa olsun, Arapça ezan okunduğunu duyduğunuzda ne anlayacaksınız? Çok şey...
Müslümanların ortak anlaşma dili olarak, ayetlerin ilk dili Arapçayı öğrenmek, ortak ibadetleri Arapça ile yaparak birliktelik oluşturmak, akla, mantığa uygun iken, niçin böyle bir istem, farklı algılanarak suçlanır?
Üstelik suçlayanlar; İngilizceyi dünyanın ortak dili, Türkçeyi Türklerin ortak dili olarak savunurlarken, neden Müslümanların ortak dili olarak ayetlerin ilk diline karşı çıkarlar?
Kanımca bu karşı çıkışların altında, kendi birlikteliklerini oluşturmak isteyen egemen, ulusalcı, ideolojik güçlerin, güç yarıştırmasından başka bir şey yoktur.
İngilizcenin dünyanın ortak dili olmasından rahatsız olmayanlar, sömürgecilerin kurbanı olmuşlardır.
Türkçenin Türklerin ortak dili olmasını arzulayanlar kendi açılarından haklıdırlar. Ancak bu haklılıklarını savunurlarken, Müslümanların ortak dilinin ayetlerin ilk iniş dili olan Arapça olmasından rahatsız olmamalıdırlar.
Kendi dilinin dünya dili olmasını istemek normalliği, kendi inancına ait dilin de ortak inanç dili olmasının da normalliğini doğurur.
Ben Türkçe konuşan biri olarak elbette, dünyanın neresinde olursa olsun Türkçe konuşan biriyle karşılaştığım zaman sevinirim.
Ama ben aynı zamanda bir Müslüman olarak; dünyanın neresinde olursa olsun, ortak dil olarak Arapça okunan ezanı duyduğum zaman, mescitlere, camilere gidince birlikte ibadet ederken, anladığım, bildiğim, Arapçayı esas alarak ibadetimi farklı dillerdeki insanla birlikte yapmaktan dolayı mutlu olurum.
Ben veya içinde bulunduğum toplumdan biri, salatı (namazı) ikame etmek için imam olduğunda, hepimizin anladığı bildiği Arapça olarak dili kullandığında, birlik olmanın heyecanını yaşarım.
Kendi bireysel yapımda; Arapça düşünmüşüm, okumuşum çok önemli değil. Önemli olan farklı dillerdeki Müslümanların ortak düşünüşünü, okuyuşunu oluşturacak bir yapıya ulaşmaktır. Ancak o zaman, Müslümanlar kardeştir, Müslümanlar birlik içindedir anlayışının hayata hakim olduğunu anlarım.
Şöyle düşünün: Dünyada yaklaşık 200 civarında dil var. Her dilden Müslüman var. Herkes kendi diliyle ezan okuyor. Ayetleri kendi diline çevirerek okuyor. Birbirleriyle karşılaştıkları zaman birbirlerinin Müslüman olduklarını anlayabilirler mi? İslam referansını, işaretini, elektriğini, birlikteliğini alabilirler mi?
Bütün bu oluşumları; ırkçılık, sömürgecilik, sömürgecilere kölelik, bireysellik yapmadan düşünmek zorundayız.
Unutmayalım ki; diller insanlar arasındaki iletişim aracıdır. İletişim aracına farklı boyutlar yüklemek yanlıştır.
Bilimin, teknolojinin geliştirdiği ortak dil ne kadar normalse, inançların geliştireceği ortak dil de o kadar normaldir.
Normal olmayan; ideolojilerin, sömürgecilerin dayattığı dildir.
Dünyadaki bütün Müslümanlara düşen şey: Ayetleri, ayetlerin ana dili olan Arapça ile okumak, kendi dilleriyle anlamaktır. Bunun için temelden alınacak eğitim yeterli olacaktır. O kadar zor bir şey de değildir. Mesela; ben Arapça konuşmadığım halde, ezan okunduğu zaman ne söylüyor anlıyorum. İnsanların salat-ı ikamelerinde, yani namaz formundaki ibadetlerinde, okudukları sureleri anlıyorum. Çünkü anlamları üzerine okumalar yaptım. Okumalarımın süreci öyle hayat boyu da değildi. Bir kaç günlük okumaydı. Nihayetinde insanlar bu tür ibadetlerinde kısa sureleri okuyorlar. Kısa surelerin anlamlarını ezberlemek, anlamak çok mu zor?
Osmanlı toplumu, günümüzdeki insanlardan daha gelişmişti. Özellikle Osmanlı aydınlarının, yazarlarının konuştukları, yazdıkları dillere bir bakınız. Hemen her biri; Türkçe ana dili yanında, Fransızca, Arapça, Kürtçe, Farsça, Orduca bilirler. Fransızca ile batıya açılırken, diğerleriyle Müslümanlara açılırlar.
Ancak cumhuriyet dönemine geçtiğimizde, kapıları Müslümanlara kapatıp, batıya açanların, tavrı dikkatle incelenmeli, altında yatan boyut, batının sömürgeciliğini kabul edip, etmeme açısından tartışılmalıdır.
Türkiye Cumhuriyetinin ilk dönemlerinde, İngilizceyi, Fransızcayı zorunlu ders olarak koyup, Arapçayı, Kürtçeyi, Farsçayı eğitimde, toplumda konuşmayı yasaklayan bir anlayışın sakatlıktan uzak olmadığı düşünülemez. Hatta Müslümanların ibadet dilinin Türkçe olması baskısının altında yatan nedenin, sömürgeciliğin bir uzantısı, amacın Türk Müslümanların, diğer ırklardaki Müslümanlarla bağının koparılması olduğu gerçeği görmezden gelinemez. Böyle bir projenin Müslüman bir anlayıştan kaynaklanmadığı, 1. dünya savaşından sonra İngiliz egemenliğinin ülkemizdeki hakimiyetinin sonucu olduğu gerçeğinin üzeri örtülemez.
Irkı ne olursa olsun, her Müslüman; bilim, teknoloji diliyle dünyaya açılırken, inanç diliyle din kardeşleriyle birliktelik oluşturma hakkına sahip olmalıdır. Müslümanların inanç dillerinin de, ayetlerin temel alındığı Arapçanın olması kadar normal bir şey yoktur. Zira; ayetler ne kadar farklı dillere çevrilebilse de, her çeviri orijinalini yansıtmayacaktır. Ayetlerin ortak dili Arapça kılındığı müddetçe kıyamete kadar, ayetlerin orijinali korunmuş olacak. Ayetlerin ortak dilini Arapçadan uzaklaştırıp, Müslümanların kullandığı dil ile çeviriler esas alındığında, ortadaki mealler kadar Kur’an’lar olacaktır ki; bu durum büyük bir açmazı ortaya çıkaracaktır. Böyle bir açmazı ortaya çıkaracak tüm girişimler, ya sömürgeciliğin uzantısı, ya ırkçılık, ya da İslam dışı inançların baskısıyla yapılmış ihanetler olacaktır. Belki de; İslam düşmanları böyle bir oluşum için, çok değişik projeler üreterek Müslümanların aklına, duygularına, fikirlerine seslenmektedirler. Onun için; Müslümanların inanç, kültür dilini Arapçadan uzaklaştıran her düşünceye şüpheyle bakmanızda yarar vardır.
Elbette: Hiç kimse bireysel olarak Müslümanların Allah’a yaklaşmasında kendi dilini kullanmasının anormalliğinden söz edemez. Her Müslüman kendi diliyle de, Arapça ile de, tabi Arapça yaptığı duayı anlayarak, dua edebilir. Hiç kimse böyle bir tavrın anormalliğinden söz edemez.
En güzeli; ne kadar çok dil, o kadar çok insan formülünden giderek, bir Müslüman, kendi diliyle bir insan, Kur’an’ın orijinalinin yazıldığı Arapçayı öğrenerek iki insan, dünya dillerinden öğrenerek, üç, dört, beş insan olarak, çağın, geleceğin insanı olmalıdır.
Bizim neslimiz böyle bir fırsatı; türlü dayatmalar nedeniyle kaçırmıştır. Ben de yazılar yazan, kitaplar yazan bir insan olarak; yazdığım, yazacağım tüm çalışmaları, İngilizce, Fransızca, Türkçe, Arapça, Kürtçe, Farsça. Rusça, Orduca, Hintçe, Çince, Japonca, Almanca yazabilmeyi çok isterdim. Çünkü ne kadar dil ile konuşabiliyor, yazabiliyorsam o kadar çok insan olurdum.
Ne yazık ki; Türkiye Cumhuriyetinin eğitim politikaları bizleri zır cahil ortada bıraktı. Yaptığı illaki Türkçe baskısıyla, ülkemizde yaşayan, Arapların, Kürtlerin, Farsların dillerini gizleyerek, kendi ülkemizin insanlarıyla, onların dilleriyle çoğalmamızı engelledi.
Türkiye Cumhuriyetinde yetişen gelişen Müslüman bir insan olarak; yarım yamalak İngilizce bilen, Arapçaya, Kürtçeye, Farsçaya küfreden insan olmanın onurunu yaşatan politikalara, insancıl, çağdaş politikalar demek küstahlığını öğretti.
Ne yazık ki; ülkemizin yazarları, çizerleri, fikir adamları, Osmanlı aydınları kadar çok insan değiller. İlerleyeceğiz derken, geride kalmanın onurunu yaşadılar.
Ülkemizde yaşayan Araplar, Farslar, Kürtler, Yahudiler, Rumlar, Ermeniler inanın Türklerden daha şanslılar. Hiç olmazsa onlar, kendi dillerini öğrenirken, Türkçeyi zorunlu olarak okullarda öğrendiler. İster istemez dünyaya açılıp Türkiye Cumhuriyetinin baskısından kurtulmak için, batı dillerinden biriyle kendilerini ifade etmeyi tercih ettiler.
Peki Türkler? Dayatmacı faşist yöneticilerinin uyguladıkları politikalar ile; ülkesinde yaşayan insanların diline düşman, Müslümanların ortak dili Arapçaya düşman, yarım yamalak batı dillerine sahip oldular...
Kısaca: Türkiye Cumhuriyeti döneminde dünyaya açılma konusunda en büyük kazığı yiyen yine Türkler oldu...
Bunu hiç bu cepheden düşündünüz mü?
Ve ben ister istemez kısa sözü uzatıp, kısa makale yapmak zorunda kaldım.
Akıl edip düşünmek umuduyla!..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.