- 690 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Küçük Panayır Gemisi
Tarihte, bulunduğu zamanlara göre oldukça büyük gemiler varmış. Bu gemiler uzağın ötelerine uzun yolculuklar yapar, insanları var olmak istedikleri yerlere götürürlermiş. Ahşap kamarası, uzun direkleriyle çok ötelerde bile fark edilen bu gemilerde, karınları doyuran yemekler, hayal kurmayı sağlayacak içecekler, uyuyabilecekleri yataklar bulunurmuş. Envai çeşit insanları, envai çeşit yerlere götüren bu gemiler, öylesine uzun yolculuklar yaparmış ki; bazı ihtiyaçlar kendi kendini tamamlayıvermiş. Öyle ki, efsaneye göre, birden fırtına bastırınca, gökler kudretini, yüce deniz kabarıklığını gösterirken insanlar üşümekten ölümü hissetmiş. Sıcak yerlerin hayallerini kurarak çıktıkları bu yolculukta, beklemedikleri bir durumla karşılaştıklarında ne yapacaklarını bilemeden ölümü izleyen insanlar, hep birlikte bir araya gelerek dua etmeye başlamışlar; ve demişler ki;
Dua:Ey geniş gökyüzü, olağandan büyük denizler ve karşısında hiçbir engel durmaz tabiat, dünyalar kadar bu büyük olan gemimizde bile; öyle küçüğüz ki içerinizde, varın gelin parçanız yapın bizi, alın bizi de yolunuza, üzerinize basa basa değil, muhteşem uyumla gidelim. Sizler, ululuğu varlığı sorgulanamayanlar, öylesine güzel ve güçlüsünüz ki bizler olmasa kim için olacak tüm bu ihtişam..
Geniş gökyüzü, büyük denizler ve engel tanımaz tabiatın işittikleri hoş gelmiş varlıklarına, birlikte el atıp küçük bir tekstil atölyesi inşa etmişler geminin içerisine. Öyle ki, derler ki; bu insanlar gökyüzünden şapka giyer, denizden ayakkabı ve tabiattan ceket.
Gel zaman git zaman gölgesinde, seyir halde ki envai çeşit insanın, envai çeşit yolculuğunda tüm ihtiyaçlar kendini tamamlayıvermiş. Oksijen bitmek üzereymiş ormanlar oluşmuş, renkler arzulanmış gökkuşakları doğmuş, güneşin saklanması gerekmiş, dağlar çıkıvermiş. Rayına oturması için depremler, geminin temizlenmesi için tsunamiler, daha hızlı kat edebilmeleri için rüzgar.. Hatıralar içinse seyir defterleri..
Geriye bir tek eğlence kalmış. Efsaneye göre, ihtiyaçlar tam takır karşılanırken, bir gün bir çocuk ne kadar yolun kaldığını öğrenmek için uzun direklere tırmanmak istemiş.. Efsanede çocuklar dilediklerini yapabilirlermiş ve bundan sorgulanmazmış. Başlamış hızlı hızlı tırmanmaya, birinci ip ikinci ip çıkıyor, çıktıkça uzaklarda ki varışı görüyor ve birden elleri kayıveriyor, tabiat ceketinden asılı kalıyor bir direkte.. Korkudan elleri kolları sallanıyor; ve bunu gören başka bir çocuk bağırmaya başlıyor, -bakın bakın havada yüzen bir çocuk..
Bakanlar görürmüş o zamanlar.. Bakmışlar ve gülmeye başlamışlar, tüm gemi kahkahalarla inlerken, o kadar gülmüşler ki, yolun yarısının geçtiklerinin farkına varamamışlar. Çok uzağın ötelerine yapılan yolculuklarda ciddi bir zaman olan bu aralıkta, insanlar bir bir ve yavaş yavaş gülmelerine son vermişler.
Zaten tabiat ceketinden asılı çocukta yorulmuş; çünkü gemi ahaliyle gülmekten onunda karnına ağrılar girmiş.. Böylelikle ilk defa gülmeyi ve eğlenceyi tatmışlar. Haliyle özlemişler, çünkü özlemde eğlenceyle birlikte kendisine yer bulmuş bu insanların içinde.
Ne yapacaklarını bilememişler, çıt yok. Nasıl oldu bu kimsenin haberi yok. Özlem derinlerde eğlenceyi ister. İşte o zamanlar akıllarına bir fikir gelmiş ve aynı olayı hep birlikte el atarak gerçekleştirmişler, çocuk yeniden asılmış direğe. Ve bağırmış öteki çocuk, -bakın bakın havada yüzen bir çocuk.. Bir şey olmamış, birkaç kişi zoraki tebessüm etmişler ama fayda yok, o his bu his değil.
Tabiat ceketinden asılı çocuk bağırmış; en çok sırıtma ifadesi onun yüzündeymiş, en çok sırıtma ifadesi ona yakışmış; -böyle mi, böyle mi?
O an anlamışlar ki , eğlence ve gülmek zorla yapılamazmış. Sonradan yapılamaz, geldiği an da insanın içinden gelmesi gereken bir şey olan eğlence ve gülmeyi keşfeden gemi insanları, çare arasalar dert olmuş, aramasalar dert. Nasıl eğlenebilecekleri ve nasıl gülebileceklerini aralarında konuşurlarken, tartışmalar çıkmış, biri demiş ki –çocuk asılı kalacaktı orada, öteki demiş ki – çocukla olmaz bu iş biz kendimiz asılı kalalım. Ama sonuç aynı kapıya çıkıyor, gülmek tek olayda yaşanan bir olgu değil, tek bir olgudan eğlence çıkmaz. Çıksa da zorla olmaz.. Farklı yolları olmalıymış bunun. Bilmedikleri bir şeyi ve güzel bir hissi tekrardan arzulama isteği, beraberinde; tartışma anlaşamama, benim sözümün üstüne söz yok olgularını ortaya çıkarmış.
Öyle ki; artık gemide yaşamak çok zor hale gelmiş..
Geniş gökyüzü, olağandan büyük denizler ve sınır tanımaz tabiat oturmuşlar bir arada. Söz almış büyük denizler, -öfkeliyim; şimdi dalgalarımı kabartacağım.. Geniş gökyüzü girmiş araya; -Senin dalgalarına eşlik edecek fırtınam... Sonra dönüp bakmışlar, sınır tanımaz tabiata ve bir ses beklemişler ondan. Sanmışlar ki, engel tanımayan tabiat, asacak, kesecek, yerle bir edecek.. “Yüce gökyüzü” diye başlamış konuşmaya, -sen ki içinde kuşlar uçuran, sen ki bulutlarınla çocuklara hayal dünyası açan, nasıl eşlik ettireceksin fırtınanı bu güzelliklere? Ya sen diye devam etmiş, büyük denizlere dönerek; -sen ki dünya içersinde ayrı bir dünya oluşturan, sen ki yaşamı mümkün kılan sadece varoluşla, nasıl kabartacaksın dalgalarını yaşamın üstüne ?
Böyle olamayacağının kararını veren sınır tanımaz tabiat bir şans daha vermiş insanlara, diğerlerinin bu karara uymasıyla ve yok etmek yerine tekrar inşa etmekte anlaşmışlar.
Nasıl olacak demiş olağandan büyük denizler, -benim görüş alanım sınırlı sizler gibi yüksekleri göremem. O an geniş gökyüzünün aklına gelmiş bir fikir. Ve demiş ki; -Ötelerin ötesinde, bir panayırlar ülkesi var. Bu ülkede, bu insanların üzerine kavga ettikleri ve özlem duydukları eğlenceler ve kahkahalar var, yetkimiz orada geçmez ama gidelim oraya, ricada bulunalım. Böylelikle düşmüşler yola, saniyenin milyonda bir hızıyla yolculuklarını tamamlamışlar.
Panayırlar ülkesine geldiklerinde, hepsi kendinden bir parça bulmuş, sınırsız tabiat renklerini, geniş gökyüzü havada asılılığını, büyük deniz ise, kendisine benzeyen küçük havuzları..
Konuşacak birine baktıklarında, eğlenmekten unuttukları bile olmuş geliş amaçlarını. Ateşli bilmem ne bir şeye dalmış deniz, şaşkın ve korkulu gözlerle. Havada asılı bir cambaz görmüş gökyüzü, yardım ederken kendisi düşüyormuş neredeyse. Aslanla karşılaştığında sınırsız tabiat inanamamış yıllardır tanıdığı türüne. Derken bir bildiri yayınlamaya karar vermişler.
Bildiri: Sayın panayır ülkesi sakinleri; siz ki gülmenin derinliğinin, eğlencenin aptallığını ve ardının önemsiz oluşunu bilenlerdensiniz. Bir el atın insanlara ve onlarda sizler gibi sorunsuz yaşayabileceklerini görsünler.
İnsan türünü hiç tanımayan panayır ülkesi canlıları, hemen kabul etmişler bu çağrıyı. Ne kadar güzel demiş omuzda ki maymun, sevgi doluluğumu artık onlara da verebileceğim. Ne kadar güzel demiş top cambazı, neşem onlarında olacak. Ve ne kadar güzel demiş pandomimci, sessizliğimi artık onlarla da paylaşabileceğim.
Bunları duyan süper güç üçlüsü, hemen küçük bir panayır gemisi inşa etmişler, saniyenin milyonda bir hızıyla ve saniyenin milyonda bir hızıyla küçük panayır gemisini, insanların bulunduğu büyük gemilerin yakınlarına yanaştırmışlar.
-Bakın geniş deniz üzerinde küçük bir gemi demiş” bir çocuk.. O zamanlar insanlar, baktıklarında görürlermiş. Bakmışlar ve gülmeye başlamışlar.. Ne bileyim bir ip üzerinde tek tekerlekli bisiklete binmiş cambaz, elinde toplarla ağzında ateşlerle gösteri yapan biri, kuklalar, palyaçolar, hayvanlar, envai çeşit insanın izlediği envai çeşit renklerde bir gemi. Hemen hepsi koşmuşlar geminin denize en yakın olan uçlarına. Şaşkınlık, kahkahalar, eğlenmeler, dans etmeler. Dans etmek dediğime bakmayın, atlı karınca diye bir aletten çıkan müzikle, ruhlarının şevkle hareket haline düşmesi aslında. Dansın ve şarkının temellerini oluşturan bir atlı karınca ilginç gelebilir size, ama onu daha yakından görmek için olağandan büyük denizlere atlayanlar bile varmış.
İnsanlar artık çok mutluymuş. Hiç sıkılmıyormuş. Biri bitse bir başka gösteri başlar, diğeri bitse öteki doğallıkla ortaya çıkarmış. İdrak yetenekleri, mizah anlayışları gelişiyor, geliştikçe daha iyi bir yolculuk yapıyorlarmış. Bu yolculuklar esnasında, “küçük panayır gemisini” daha yakından görmek için, denize en yakın geminin uçlarında olan insanlar, diğer insanlarla çok yakınlaşmış. Gösterilerin ruhlarına verdikleri kaybolma ve derin duygu incelikleri bu insanları diğerlerine yakınlaştırmış. Üstelik fiziksel ve tensel yakınlık açısından gelişmişler. Denize en yakın gemi uçlarında ki insanlar, harika bir gösteri için harika bir yer kapmak adına farkında olmadan, elleri birbirlerinin üzerine gelmiş. Yan yana ve el ele izlemişler, eğlence gösterilerini. İşte böylelikle de aşk ortaya çıkmış.
Öyle ki, gene harika bir gösteri esnasında, bir genç kız ile bir genç erkek, üst üste gelen elleriyle başlarını çevirmişler birbirlerine. Ve bir çocuk bağırmış -bakın bakın elleri ellerde, gözleri gözlerde olan bir çift. O zaman insanlar söylenenlere, kulak kabartan insanlarmış. Baktıklarında da görürlermiş. Duymuşlar, bakmışlar, görmüşler ve onlarda aşkın yüceliğini tatmışlar. Aşık olmak saniyenin milyonda bir hızında yayılmış. İşte o zamanlar, herkes gülüyormuş, herkes eğleniyormuş ve herkes aşıkmış.
Sonra bir gün, küçük panayır gemilerini izleyen insanlar yorulmuş, çünkü görmek için denize en yakın olan gemi uçlarına gitmeleri gerekirmiş ve bir çare aramaya çalışmışlar. Eğlenceli ama, gülüyoruz ama, mutluyuz ama, aşığım ama gibilerle başlayan cümleler kurmuşlar.
Sonra süper güç üçlüsünden habersiz, inşa etmeye başlamışlar. Demişler ki bizde inşa edebiliriz. İşte inşa etmekte böyle başlamış.
Gel zaman git zaman inşa tamamlanmış. Artık, olağandan büyük denizlerin belli başlı yerlerinde, makinelerin ağırlıklı olduğu yapay eğlence merkezleri inşasıymış bu. Eğlence işlevini gerçekleştirirken, emek harcamayacak, denize yakın uçlarda beklemeyecek şekilde tasarlayıp uygulamışlar.
Öyle ki, derler ki, yataklarından izleyebilirlermiş olup bitenleri. Artık hiç kimse dışarı çıkmıyormuş, el ele tutuşmalar olmuyor, aşk belli kalıplar içinde gerçekleşiyormuş. Ama adı aşk olarak kalmış genede.
Bu sıralarda, olağandan büyük denizlerin üzerinde, geniş gökyüzünün altında eskimekte olan ve hiç kimse tarafından izlenmeyen Küçük Panayır Gemisi yerinde duruyormuş. Derler ki eskimesi zamanla alakalı değil, ortada bırakılmasıyla alakalı.. öyleymiş..
İşte o gün bugündür, insanlar yapay mutluluğun,yapay gülüşlerinin ardında, gerçek mutluluk, eğlence, aşk ve gülümsemeyi bulmak için , uzaklara bakıp, yolda olmayı düşleyip, yolları arıyorlarmış ve fark edemiyorlarmış aslında zaten yolda olduklarını.
ve çıkıp demiyormuş biri:
Bakın bakın , küçük bir panayır gemisi yolumuzun üstünde..
Saniyenin milyonda bir yavaşlığında..
ve çıkıp bakmıyormuş da biri..
Öyle ki, derler ki baksa da göremiyormuş..
YORUMLAR
Bir Sümer tableti okuyorum hissine kapıldım. Tam böyle de değil sanki, bizi anlatan, ama benim büyüsünden bunu, bizi anlatmasını hep kaçırdığım 1968 yıllarının radyosunda yayınlanan -masal saati- masallarının tadını aldım. Hüzünlendim. Çok hoşuma gitti.
Kaleminize sağlık, saygılarımla