- 802 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
'azl'
Burada, işte tam burada o ruhun soluklarını hissedebildiğim yerdeyim. Tozlar, kıllar, bir sürü garip şeyler ayaklarımın altında. Gözlerimde yitiğim. Burada, kimse kalmayacakmış gibi hissediyorum. Çünkü gidiyor herkes. Yaşamanın bir adil tarafı olsaydı, sorsalardı nedir bu diye, ‘gitmek’ derlerdi. Tek tek, çok çok, pek çok, hep gidenler… Hiç kimseye kalmayacak bir dünya için boşuna yılları verenlerin sermayesi nedir ki! Böyle bir dünyayı hak etmiyor masumlar. Gözlerim oyuk iki çukur, nerede hakikat; göremiyorum. Ağlasam, biraz izin versen de gururum, ağlasam, ruhum arınamaz mı? Belki faydasızdır bu dediklerim, ağla diyorum, ağla!
Ayşe telefon açıyor, ‘kötüyüm’ diyor, ağlıyor, ağlıyor. Onu dinliyorum. Çocukları berbere getirdim diyor. Ağlıyor. Arabası küçük, daracık; ağlıyor. Anlam veremiyorum. Ağlıyor, ağlıyor…
‘Yapma, deneyebilirsin, ağlayabilirsin, yaklaş, kurumadan göz pınarların, ağlayabilirsin’ diyor. Ağlamak, merhametin gıdası. Merhamet gerekli herkese; merhamet iliklerimize kadar merhamet! Bu ümitsizlik, kin, nefret giysilerini yakmak lazım. Sinemde, şuramda işte bir tortu, birikmiş, çözünmüyor. ‘Beni bırak’ diyorum, beni kendi halime bırak. Ayşe ağlıyor. Damlalar ıslatıyor yanaklarını. Sinesi yangın yeri. Anlam veremiyorum. Ah biraz adil olabilsem kendime, ağlasam, günahlarıma, bencil olmayayım her şeye demeliyim. Şu yaşlarda ağlamakta nedir? Ağlamak, annelere ve çocuklara yakışır. Ayşe anne, bırakayım ağlasın. Ağla Ayşe, ağla!
Ben, içimdeki tüm iyi niyetleri nerede bıraktığımı hatırlayamıyorum. Nerede kaybettim masumiyetimi? Azılı suçlar dersi alsınlar benden. Bütün sapkınlar, sapıklar, vahşiler doymak için koşup gelsinler, tüm pisliğiyle bitireyim kendimi. Belki bu son olur, biterim, tükenirim, sonra yavaş yavaş kokarım, toprağın o mis kokulu bağrına atarlar. Sahi ne güzel kokuyor mezarlıklar! Dünyanın telaşından sıyrılıp mezarlığa girince insan bir garip oluyor ama ben ağlayamıyorum. İstiyorum, sızlıyor gözlerim. ‘Allah’ım, yardımına şimdi o kadar muhtacım ki, bana merhamet et, gözlerimin çeşmesini aç, ağlayayım.’ Hayır, kabul olacak dualarım çok geride kaldı. Bir kurt gibi emip, yaralar besliyor günahlarım kalbimde.
‘İyi olacağım’ diyor. İyi olacakmış. Sahi iyi olma neydi Ayşe? Ne güzel ismin var senin Ayşe! Merhamet etmiyor mu Rabbim sana? Tövbe, ne kadar basitim. Kelimelerimden nefret ediyorum. Oysa bu sözlerin sahibi de O! İsraf etmeyin dediği ne kadar çok şey varsa, hepsi berbat, kullanılmaz, yüzüne bakılmaz halde. Bedenim, zamanım, sözüm, izzetim… Bir kanadım olsa da uzaklaşıp kaçsam buralardan. Yaysam kanatlarımı, bağrında rahmet taşıyan bulutlara uçsaydım, rahmetin kapısına kadar çıkabilseydim, çırpsaydım yorulmak bilmeden kanatlarımı. Belki bir ömür sürerdi bu, ayaklarımı çekip günahlardan, sonsuz ufuklarda yapıştırıp kendimi ulvi birliğe, en sancılı ubudiyet olsaydı da, gitseydim, kendime dönüş biletim olsaydı. Görülmemiş hesabım kalmasaydı…
Hakikat söylüyor ki ‘görülmemiş hesaplarla gitme diğer dünyaya!’ Hesabıma gelen oysa ne kadar basit Ayşe! Hemen ceza çekmek istiyorum. Hayır, sorulmalı, hesabı tek tek sorulmalı! Bu kadar fenalık, kötülük benden diyorum. Kimse inanmıyor Ayşe! Bir üstüne alay ediyorlar. Geçirin urganı, hesabımı alınız diyorum. Nefsim ağzımın ucuna kadar uzanmış, edepsiz ne varsa bana istiyor. Varlığım diyorum Ayşe, anlatamıyorum. Biliyor musun, öyle bir sancı ki, söylesem her şey bitecek, kurtulacakmışım gibi ama ne diyeceğimi bilmiyorum. Belki de tek ihtiyacım ağlamak! Gökyüzü merhamet melekleriyle doluyken, yalnızca ağlamaktan bahsediyorum. Öyle kelimelerle anlatılası da değil. Adaletsiz, merhametsiz, hunharca katledilen çocuklara acıyorum dersem, ayakkabısı delik, karda ıslak ayağıyla yürüyen çocuğa yardım vereceğim dersem, hayır, yalan, böyle değildim, ben bu kadar kısılmamıştım kendi ruhumda. Ruhumu saran sarmaşıkları latif, eşi benzeri olmayan bir cennet vaat ediyormuş hissini veren şeytan nereye kayboldu? Anlamak ağlamaktır Ayşe. Yardım et bana, unutan, unutulan, kaybedilen nesiller için, o şarkısı pak, aziz davalar için ağlamam için bir şeyler yap.
Fakat Ayşe, sen, sen de ağlarken, coşup, gürlerken gözlerin karanlıklarda ‘neden’ diye, bana yardım edemeyeceğini hissediyorum. O kimseden yardım almamı istemiyor. Senin için de, herkes içinde bu geçerli. Süslü cümleler kuramıyorum ama hakikat ümitsiz kalmaz, biliyorum. Sinemi dağlayacak anı bekliyorum, rahmet kapıları açılacak. Bütün televizyonlar, bilgisayar, sinema ekranlarında aynı film gösterilecek. Hz. Muhammed (s.a.v) solukları hissedilecek. Mekke, Medine varılmadan burnu sızlatacak. Sonra hakikat birkaç rüzgârla beraber esecek. Senin rüzgârın meltem olsun Ayşe, işte o rüzgârlarla gelen hakikat içinde rahmetlinin tespihiyle mırıldandığım salavatlar olacak. Sonsuzluğa sürüklenesi insan merhamet sevdasında kanatlarını açmak isteyecek. Hepimizin kanatları var, biliyor musun Ayşe! Bir gün ötelere doğru uçarken, göreceğiz.
Yalvarırım Allah’ım, beni kendime döndür. Yalvarışım bir kuşun ağzındaki ekmek tanesi gibi. Ayaklarımdaki bağları çözmeme, gözlerimin önündeki perdelerin kalkmasına, kurtuluşa erenlerin yolunda ilerlememe yardımcı ol!
Ayşe? Ya sen, sen de dua etmeyecek misin?
Ben karanlığıma gidiyorum. Şimdiden özlüyorum merhameti. İnsan kendine de acımalı ama uzun sürmüyor benim. Belki biraz ağlarım, ne dersin, ağlayabilir miyim?
az da olsa...
YORUMLAR
Bu kez hayatın sıradan bir ayrıntısından çıkmamış anlatınız. Varlığın farkındalığı gibi bir üst soyutlama düzeyine uzanmış, günceli besleyen tıkanmışlığa ya da artık beslenememekten kaynaklanan ruhsal darlanmaların sahiline yanaşmışsınız.
Ağlamak, merhametle apriorik bir bağlantısı olmasa da, güzel bir armağan. Yazıyı bitirdiğimde, bu yorumu kaleme alırken, ruhum biraz gölgelenmiş, aynada kendimle göz göze mi gelmek yoksa balkonda bir sigara tellendirmek mi istediğime henüz karar verememiştim.
Sağlıcakla